Edward Said
“Tekrar etmeliyim ki, müdafaa edeceğim gerçek Doğu yok. Buna karşın, buradaki halkların kendi vizyonlarına ne olduklarına ve ne olacaklarına dair müdafaa kapasitelerine büyük bir saygım var”
Bu sabah sosyal medyada karşılaşılan ve benim de bu şekilde bilgim dahilinde olan haber 1 Kasım’ın Edward Said’in (Kudüs 1935-New York 2003) doğum günü olduğunu belirtti. Kızı Necla Said bu haberi vermekteydi. Ve babasının kendi “doğum günü tarihini” hep sevmiş olduğunu ifade etmekteydi. Türkçesi de olan Said’in hayat hikayesinde (Yersiz Yurtsuz olarak çevrilmiştir) anlattığını burada tekrar etmek, özetlemek gerekmez. Ancak isteyenler bunu zevkle okuyacaklardır. Said hala yaşamış olsaydı bugün hakkında ne düşünecektir?
Ve başka bir şekilde; bugünün güncelliği içinde, Said’in pozisyonunun başka bir şekilde hayatımızın ve duyduğumuz ve bakıp gördüğümüz haberlerin dışında bir yerde durmakta olduğunu bana hatırlattı. Belki de 1970’li yıllardan başlayarak tarihi olarak, ABD’deki ve Avrupa’daki Oryantalist bilginlerin (bir zamanlar Renan, Massignon, daha yakın zamanlarda Lewis, Ajami vb.) Orta Doğu ve Filistin meselesi hakkındaki bakışlarının başka türlü okunabileceğini izah etmeye çalışmaktaydı.
1978 yılında yayımlanan Oryantalizm kitabının Avrupa düşüncesinin bir ürünü olduğunu görebiliriz. Michel Foucault’nun düşüncesine yakınlığı burada gözükmekte (Oryantalizm kitabının Fransızca önsözünde Said’in kendi ifadesiyle; bir söylem olarak Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi ve Hapishanenin Doğuşu kitaplarında tanımladığı şekilde ele aldığını ve Oryantalizmi karakterize etmekte kendisine yardım ettiğini yazmıştır).
Ama başka metinlerinde ise, entelektüellere bakışı, tam da bu anlamda Foucault ve Deleuze’ün çizgisinden ayrılmaktaydı. Zaten Said ile yapılan söyleşilerden birinde “1960’lı yıllara geri dönmekten” bahsetmekteydi: Bu yıllarda iki kitap önemliydi. Birisi Foucault’nun “Deliliğin Tarihi” diğeri ise Frantz Fanon’un “Dünyanın Lanetlileri.” Ama, bunların ikisinin içinde kendisi için Fanon’un kitabının daha ön sırada olduğunu vurgulamıştı. Belki de daha siyasi olan ve Cezayir’de Kasbah’ın sömürgeciler tarafından sarmalanmasıyla Filistinlilerin sarmalanması arasında yakınlıklar kurmaktaydı. Halbuki Foucault’nun kitabının önsözünde şu vardı: Batı’nın sömürgeleri sömürgeleştirdiği ve dışladığı gibi Batı Aklı da akıl-dışını dışarı atmış ve tecrit etmiştir. Aynı zamanda günümüz sömürgeciliğinden mi söz etmektedir?
Said’in belki de entelektüel duruşu bu anlamda, her ne kadar Foucault’yu büyük bir araştırmacı, ama siyasete uzaklığı olan biri olarak tarif etmekte olsa bile, biraz Foucault’nun çalışmalarına benzemektedir. Yani şunu söylemek istemekteyim. Güncel olayların analizini bugüne ait olarak değil, ama geçmişteki olaylara ve onların “arkeolojisine” bağlı olduğunu ifade etmek. Dolayısıyla; İsrail-Filistin meselesine tarihi yerden bakmayı bilmek ve bu gidişatın geldiği noktada “Uygarlıklar Tarihi ve Edebiyatı” açısından değerlendirmek anlamını taşımaktaydı. Bu açıdan “Said’in bugüne bakışı ne olurdu?” sorusunu sormak bugüne ait bir soru olarak durmakta ve onun ağzından değerlendirme imkânı olmamaktadır.
Ancak ipuçları bulmak ve dolaylı olarak onun düşüncesini bugün değerlendirmek ilginç olabilir. Ölümünden yıllar sonra ABD’nin tam da seçim yarışı içinde Trump-Harris çekişmesinde Said’in doğum günü ne anlama gelebilmektedir? Öncelikle herhalde içi boşaltılmış, siyasi ve ekonomik yönü asgariye indirilmiş bir seçim kampanyası izlemekte olduğumuzun altını çizebiliriz. Dans eden, 1970’lerin Pop şarkılarından ilhamla sahneye çıkıp sessizce kocaman vücudunu oynatan Trump ile ağızı kocaman açılarak gülücüklerle daha ciddi bir şekilde konuşmayı tercih eden Harris arasında şov eksik durmuyor. Sahne yıldızları, yaşayan popüler şarkıcılar destek vermekteler demokrat kampanyasına. Teknoloji kralları ise geçmiş bir Pop dünyasını teknolojiyle iç içe koymaktalar. E. Musk’ın sahnede zıplaması, Bezos’un Washington Post gazetesine müdahalesi bu durumu anlatıyor
Bir yanda ABD’nin “sonradan olan vatandaşları” ve bunlara karşı bir “beyaz üstünlüğü” düşüncesi karşı karşıya getirilmekte. 1960’ların öncesine dönmeye çalışan bu durum, aslında Amerika Federal Devleti’nin zaten Avrupa’dan gelen göçlerle oluştuğunu mu unutmakta? Burasının bir Melting Pot olduğunu mu saklamakta? Bir sürü heterojen insanın bir bütüne yerleşmesi değil midir bu toplum? O anlamda “mutluluk ve özgürlük” kavramlarının karışımından oluşmakta değil midir? Bugün bu bakışın herhalde çok uzağındayız.
Said ne derdi bugün? En azından bir saptamayı kızının yaptığı gibi yapar mıydı? Biden-Harris Amerikan Devlet bürokrasisinin idaresinde “Filistin halkının 1948’den beri en kötü duruma düştüğünü” söyler miydi? “Arap dünyasının” Batı dünyasındaki imgesinin siyasi anlamlar taşımakta olduğunu söylerdi herhalde, daha önce de vurgulamış olduğu gibi: Arabesk dekorasyon. Sıfırı bulanlar (boşluk fikrinin Hindistan’dan Araplara tarihi olarak geçtikten sonra Batı aritmetiğine girmesi). Cebirin keşfi Bağdat’ta 9. asırdır: matematik ve gök bilim bilgini Harizmi’nin sıfırı keşfi. Bugün teknolojideki “algoritma” buradan kaynaklanmaktadır. Hesap ve anlatı kelimesinin aslında aynı kökenden geldiği hatırlatılmalı. Said de bize hatırlatmakta: 16.yüzyıldan önce “Arap” değil “Arabesk” kullanılmaktadır. Bir merkezden sonsuza kadar giden gülbezek bir figürasyonunun adıydı bu.
Said ülkesi Filistin için çok çaba verdi. Bu çabalar daha çok araştırmalardı; ama aynı zamanda aktif olarak siyasette de yer aldı. Fakat onun İntifada sırasına ait olarak İsrail-Lübnan sınırında taş atarken olan fotoğrafını (France Pres Ajansı fotoğrafçısının çektiği) açıklarken söylediği de manidardı. Sembolikti. Bugün savaşılan ve bombalanan yerler üzerine konuşmakta değil miyiz?
Onun çalışmaları hem Orta-Doğu hem Batı dünyası entelektüel alanı hem de “Post-Kolonyal Çalışmalar” çerçevesinde büyük bir önem taşımaktadır. Bugün bir Saidizm’den söz etmek yanlış olmayacaktır. Onun barışa yönelik düşüncesi hatırlanmalı: İki halkın savaşa değil birbirlerini anlamaya ihtiyaçları vardır.
O ne de olsa Adorno Ödülünü alırken kendi ağızından söylediği gibi “Son Yahudi entelektüellerden biri” değil miydi? Ha-aretz’de Ağustos 2000 yılında kendisiyle yayınlanmış olan söyleşide Said şöyle özetliyordu: “Ben Adorno’nun gerçek takipçisi olarak son entelektüel Yahudi’yim…” ve de “Yahudi bir Filistinliyim” demişti.
Ve Oryantalizm kitabının 2003’deki ölmeden evvel yazdığı önsözündeki gibi “Oryantalizmin ve modern anti-semitizmin kökenleri ortak” değil midir? Hümanizm ise bunun farkında olmak demektir.
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|