02 Kasım 2020

Hınç İnsanları

Hınç insanının varlığı bugünkü toplumların "cinnet toplumu" olarak işlemesi için birebirdir. Bir "işletme-hükmetme biçimi" olarak durmaktadır

Hınç nedendir? Neden hınç insanından söz etmiştir Nietzsche? Sadece Nietzsche ile sınırlı olmayan bir kavram olarak hınçla hareket eden insanlar neden başkalarına hınç duymaktadırlar? Hınç bireysel midir? Toplumsal hınç olabilir mi? Hınç duymak bir savaş nedeni olabilir mi? Haksızlığa uğramakla başlayan bir sürecin parçası olarak hınç duymak için basit bir olayla karşı karşıya gelmek veya basit bir olaya veya haksızlığa maruz kalmak yeterli midir? Veya aslında hınç duymak için reaksiyon göstermek yeterli olacak mıdır? Bekleyen bir duygu olarak hınç duygusunu insan içinde pişirir mi? Bir psikolojik his midir? Yoksa bir his değil de hissizlikten mi kaynaklanmaktadır hınç insanının duyguları

Nietzsche

Bir dizi soru arka arkaya sıralanmakta bu şekilde. Cevabımızı vermekte zorlanmaktayız belki, çünkü hınç duymayan birisi hınç insanının duygularını yazmakta mı zorlanmaktadır? Belki de en zoru, duyulmayan duygular üzerine düşünmenin sonrasında bunları yazmaya kalkmak olacaktır. Dışarıdan bakan birisinin anlamaya çalıştığı bir duygu olarak hınç insanını tanımlamanın zorluklarıyla karşılaşmakta mıyızdır? Nietzche’nin bakışını hatırlarsak, burada iki tür insan bakışı karşı karşıya konulmaktaydı. Köle zihniyeti sayesinde kendisinden bir kurban ortaya çıkaran insanın kendini acındırmasıyla efendi zihniyetinin asil kuvveti arasındaki fark burada anlam kazanmaktaydı. Her zaman haksızlığa maruz kaldığını iddia eden, kendinden bir kurban ortaya koyan bir zihniyetin sahibiyle bu zihniyete sahip olmadan, kendi "akıl sağlığını" koruyabilen kişinin "aristokrat" duygusu arasındaki bakış farkında bu ayrımı belirlemekteydi. Nietzsche, burada, Hristiyan ahlakının köle zihniyetini Platoncu bir bakışa yaslamaktaydı. Bu zihniyetten kurtulmak için "değerlerin bir değerlendirmesini" yaparak, insanın kurban zihniyetinden çıkmasının sağlıklı olduğunu ortaya koyup, ölümcül duygulara karşı yaşam duygularını ortaya çıkaranların toplumsal sağlığı meydana getirdiğini düşünülmekteydi. Her an haksızlığa uğramanın hissi içindeki kişinin kurban karakterinin tehlikeli bir "hınç insanına" dönmesinin rizikolarını ortaya koymaya çalışmaktaydı Alman filozof. Bu düşüncenin diyalektik düşünceyle olan bağının üzerinde durmaktaydı. 1960’lı yılların düşüncesi, bu anlamda, hınç insanı karakterinden kurtulmak üzere diyalektiği, hatta Marksizm’in içinden bile diyalektiği çıkarmaya çalışmaktaydı. Althusser’in Spinozist çabası, bir anlamda, buydu. Onun farklı Marx okumalarından yola çıkarak harcadığı çaba buradan kaynaklanmaktaydı: Tarihi Materyalizm yeterliydi.

Bugün toplumların reaksiyoner insanlarında "hınç inanı" duygularını takip etmekteyiz. Hep bir şeylere karşı duran reaksiyoner çabanın geliştirdiği his öyleyse yaratıcı olmaktan çok uzaktır. Hep bir şeye karşı çıkmak; bir düşünceden, bir ideolojiden, bir inançtan uzaklaşmak için var olana karşı geliştirecek argümanlar bulunmalıdır. Reaksiyon duyan hınç insanı mıdır? Hayır tam olarak öyle durmamakta. Başka bir noktaya daha bakmak yararlı olacaktır. Bu nokta hıncın ani bir reaksiyon olmaktan uzak olduğunu bize anlatır. Hınç; anında olabilecek bir his değildir, zamana yayılmalıdır. Geçmişten gelen ve geleceğe doğru gidecek olan bir düşünce ve duygu biçimidir. Hınç insanının bir ideolojiye karşı çıkması demek, o ideolojinin kendi hayatında direkt bir yeri olmasa da, konuştuklarından ve duyduklarından edineceği bir hisle bunun karşısında durmaya başlaması demektir. Geçmiş, o halde yaşanmış olmayı gerektirmeyecek bir durumu ortaya koymaktadır. Duyulmuş, hatta kulaktan duyulmuş olması yeterlidir. "Doğru mu?" sorusunu sormak, sorgulamak yersizdir. Hissi kabullenmenin yeterliliği içinde, gerçek olup olmadığının sorgulanmadığı bir etkide duyulan bir histir, hınç duygusudur.

O halde, Nietzsche’nin başka bir bakış noktasını daha hatırlayabiliriz. Temaşa etmek yeterlidir. Anlamak değil bir bakışın halidir bu his. İneğin trene bakması gibidir. Bir düşünce değil bir "boş bakışın" varlığının yeterliliğinde işleyen bir duruma aittir. Zaman içinde çoğalan ve büyüyen bir duygudur (bir bakıma bilincin değil de "boşluğun bilincinin" veya "boşluğun yerinin dolduracak bir şeyin" düşünülmesidir bir nesnenin değil: Belki de olmayan nesne bu boşluğa yerleştirilir). Yavaşça yerleşmektedir. Hissiyatın aniliğinde değil, hınç duygusu zamana yayılmasından kaynaklanarak büyütülmektedir. Ani olan reaksiyondan çok dolayımla büyüyen bir reaksiyona ihtiyaç duymaktadır. Zamanla kuvvetlenmektedir.

Tıpkı bir ineğin geviş getirmesi gibi çiğneyerek büyür bu duygu. Toplumlar arasındaki duygular da bu şekilde büyütülmektedir. Düşman olarak hazırlanacak olan duyguların beslenmesi gerekecektir ki hınç ve maruz kalma duyguları çoğalsın, yükselerek bulaşsın zincir gibi diğerlerine de. Gilles Deleuze bu duygu biçimi için "zehirleme" fiilini kullanmaktadır. Birlerinin diğerlerini zehirlemeye ihtiyacı vardır ki, bu hınç ve kurban olma duygusu büyüsün, gelişsin ve harekete geçsin. Zehirleyerek büyüyen bu his toplumsala yayıldığında zehirleyenler de kuvvetlensin ve egemenliklerini daha rahat bir şekilde kursunlar. Aksi durumda ise, hınç biter ve değiş tokuş veya hatta yardımseverlik başlayabilir.

Hınç ve zehir, o halde, bir dedikoduya, bir söylentiye ihtiyaç duymaktadır. Günümüzün sosyal medyası bu duyguları beslemekte birebir gibi durmakta. Yalan yanlış her şeyi bir taraftara doğru taşıyarak çoğaltmak bugünkü "idare etme sanatının" bir parçası olarak durmakta. İdare etmek için zehirlenmiş hınç insanlarının çoğalmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Rahatlama ve geleceğin umuduna doğru açılmaya değil, kapatmaya ve geriye çekmeye ihtiyacı vardır.

Nostaljik bir duyguyu besleyecektir. Bu, hoş bir hüzün değil, kuvvetli bir haksızlığa karşı hınç duyanların çoğalmasıyla büyüyecek bir sorundur. Toplumsala taşınan bireysel bir sorunun çoğaltılarak kolektifleştirilmesidir. Zayıflara hitap etmek zorunluluğu vardır; çünkü onların zayıflığı üzerine oturmak kuvvetinin başarılmasıdır. Kuvvetli bir psikolojiye değil, zayıf bir duygu ve pşikeye gereksinim duymaktadır. Tekrarların sabitliğinden beslenmeye ihtiyacı vardır ki, tekrarlarla yerleşebilsin, anlaşılsın, duyulsun, hissedilsin artık, en sonunda hınç insanı.

O halde, hınç insanının varlığı bugünkü toplumların "cinnet toplumu" olarak işlemesi için birebirdir. Bir "işletme-hükmetme biçimi" olarak durmaktadır.

Bir çaba daha; hınç insanı duygusundan uzaklaşmak, yaşama bağlanıp, ölümcül olan duygulardan çıkabilmek ve yaratıcı duyguları kullanabilmek için!  

Yazarın Diğer Yazıları

Duyguların yapısal oluşumu

Okulların gözden düşürülmesi, kültürün erkek egemen bir şiddeti tasvip etmesi, ahlaki yoksunluk gibi değerlerin doldurduğu boşluk eski ahlaki “kabadayı değerlerini” de yok etmektedir. O zaman “delikanlılık” alışkanlıkları da bırakılarak, basit bir silah ve şiddet eski değerlerin yerini doldurmaya başlar

Yükselme ve alçalma

Kapitalizmin en kötü çehresi bizim yaşam değerlerimizi oluşturuyor. Hakikat elden gitmeye başladığında zaten bir başka boyuta geçmiş bulunuyoruz

Nar-İn

Narin’in nar gibi kutsal bedeninin ruhu karşılığını beklemekte. Zaman bu karşılığı verebilecek midir? Zaman geçmemeli. Yoksa köyün içindekilerin bazılarının ruhu bu bedeli ödeyecek midir? Zaman ancak bunu gösterir

"
"