31 Aralık 2021

Geleceğe nostalji mi?

"Yeni yıla girme" yazılarında, genellikle alışkanlıktan, temenniler yapılmaktadır. Bu sefer temenni ne olabilir yeni yıla girerken? Herkesin temennisi kendi dünyası için demekten başka bir şey gelmiyor akla. Ama bir temenni var olabilirse o da "geleceğin nostaljisinden kurtulmak" olacaktır herhalde

Yıl sonu yazıları diye bir adet yok mudur? Evet, alışkanlık olarak bunu biliyoruz. Yapmalı mıyız? Bilmiyorum? Yapabilir miyim? Evet ama sadece bir alışkanlıktan dolayı yapabilirim. "Yılın bitmesiyle yeni yılın başlaması arasındaki zaman birimindeki dönüşüm gerçekten mevcut mudur?" sorusunu sormak üzere. Yoksa bu, sadece sembolik bir duygudan başka bir şey değil midir? Bu duygu her şeye rağmen yıllardan beri gelen bir alışkanlığın ürünü değil mi? Yeniye özlem: Ne demek bu? Hem yeni hem de özlem? Neyin özlemi? Geçen yılın mı? Kaybedilenlerin özlemi mi? Sevip de yitirdiklerimizin mi? Yaşlanmaya başlayanların gençliğe olan özlemleri mi? Sanatçıların duygularında hissedilebildiği gibi özlemle yeni bir öncü sanat hareketinin refleksif çıkışının beklentisi mi? Geçmişin kötü anılarının temizlenmesi mi? Modern olandan uzaklaşarak modernliğe verilen son bir darbe mi?

Desen: Selçuk Demirel

Yeni yıla girerken temenniler mi gerekir yoksa? Slav dilleri profesörü Svetlana Boym'un bir kavramı geliyor akla: Metis yayınevi tarafından "Nostaljinin Geleceği" olarak yayımlandı bu kitabın kavramı. Bunu tam olarak aynı şekilde kullanmak istemiyorum, hatta ters döndürüyorum. "Geleceğe nostalji" olarak baktığımız zaman aslında başka bir anlam taşımaya başlıyor. Gelecek ve nostalji nasıl yan yana gelebilirler? Bunun siyasi anlamı ne olabilir? Geçmişi özleyenler hem bireysel hem de kolektif olarak kimlikçi, reaksiyoner ırkçı ve milliyetçiler mi? Arındırılmış bir ırkın milliyetçiliği üzerine kurulu, nihilist "melankolik bir siyasi örgütlenme" için kullanmakta aynı kavramı Paul Gilroy.

20. yüzyıl geleceğe dair ütopyalarla başlamıştı ve sonunda nostaljiyle bitti. Geleceğe inancımızın sonunda bir nostaljiye tutulduk. 1970'lerin ikinci yarısında ortaya çıkan Punk hareketinin sloganı "Gelecek yok!" halinde işlemeye başladığında, şiddet ve ırkçılık üzerinden "Dazlakların" yabancılara karşı saldırgan hareketleriyle öne çıkan neoliberal ekonomi politiğin sunduğu sadece eskiye olan bir hayranlık değildi, eskinin, Batılı olan ve Batı'daki yabancıları sadece düşman olarak gören bir emperyalist siyasetin İmparatorluğa ait verilerinin özlemi olarak da ortaya çıkmaktaydı. Eve dönme hareketi olarak da okunabilecek nostalji. Eve dönememenin verdiği acıyı toplumsal alana dağıtmaya başlayan kolektif etkileri yaymakta değil miydi? Bunu yaşadık. Zaman; gitmeli-gelmeli bir hareket olarak bir yandan özgürleşmeye doğru giden hareketleri, diğer yandan geçmişi özleyen kraliyetçilerin güçlenmeye başladığı aşırı sağcılaşmayı öne sümekteydi.

1980'lerden bugüne gelirken, hem Batı dünyasında hem de eski adıyla Üçüncü Dünya sömürge-sonrası ülkelerinde yaşanan umutların kırılmasından başka ne oldu? Bağımsız Afrika, Asya ve Güney Amerika 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar modernliğin verdiği ivmeyle hızlı bir şekilde umutlarını gerçekleştirmekteyken aradan geçen uzun tecrübe yıllarından sonra bir felaket çıktı karşımıza. Bürokratikleşmiş bir iktidarın kaskatı hâli ve iktidarı bırakmamak için yapılan onca siyasi manevra stratejilerinden geçmekten başka bir şey yapmayan çürümüş rejimlerin demokratikleşmenin önünü kesen muhafazakâr siyasetleri. Bütün Üçüncü Dünya'nın umudunun kapandığı tecrübeleri yaşayanların ardından siyasi olarak karşı tarafa geçenlerin geleceğinin geçmişe yönelik olduğunu görmek ne kadar üzücüdür değil mi? Nostalji öyle tuhaf bir duygudur! Kaybetmenin verdiği bir hissin yayılıp büzülmesi olan bir bakıma 19. yüzyıl Alman romantizminin ruh hâlidir: "Elveda ama geri geleceğim topraklarımı geri almaya!"

Geçmiş ve gelecek arasındaki zaman biriminin atlanıp geçilmesiyle duygunun uzak mesafeli bir şekilde işlemesi değil midir? Mesafe öyle büyür gider ki, hatırlamak bile mümkün olmadığı halde var olmuş olan bir varsayıma inanılmaya bile başlanabilir. Geçmiş ve gelecek üst üste biner ve yer değiştirmeye başlayarak geçmiş geleceğe doğru kaymaya başlar. Var olmuş sayılan geçmişe özlem ise bilgisizliğin sayesinde mümkün olabilecektir. Fantasma ve inanç, bilgi ve gerçeğin yerini almaya başlar. Popülizmin tarifinde benzer bir şey yatmakta değil midir? 

Sorunlar dünyasallaşmaya başlamıştır ve nostalji geleceğe karşı ortak duygu haline getirildiğinde artık umudun yerini umutsuzluk ve karamsarlık sarmaya başlar. Ne şiir kalır geriye ne de bilim ne tarih ne de coğrafya kalır. Hayal edilen bir ütopyanın yerini dolduran karabasan ise, sadece olmayan, "farz edilen geçmiştir". Nostalji tam da burada geleceğe yüklenmektedir. Reaksiyonerdir. Geriyi özleyen bir gelecektir; ama geri de mevcut olmayan bir bilgidir. Yarını kurmaya çalışan bugünkü siyasetçiler, o yüzden olmayan bir geçmişi tarihi bilgi gibi sunmayı tercih edenlerdir. 20. yüzyılın kâbus anlarının nostaljikleri ise daha da kötü bir şekilde Nazizm'in hortlaklarını çağırmak isterler. Ama onların nostaljisi geçmişedir, geleceğe değil; bu nedenle ayrıdır onların çağrısı.

"Yeni yıla girme" yazılarında, genellikle alışkanlıktan, temenniler yapılmaktadır. Bu sefer temenni ne olabilir yeni yıla girerken? Herkesin temennisi kendi dünyası için demekten başka bir şey gelmiyor akla. Ama bir temenni var olabilirse o da "geleceğin nostaljisinden kurtulmak" olacaktır herhalde. O halde, bir de salgından kurtulacağımız zamana kadar, mutlu yıllar!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Arhan Kayar’ın hayal gücü

Kendi hızını hayat yakaladı ve birdenbire bıraktı. Arhan İstanbul’un hayal gücüydü. Ama hayal gücü olarak anılmaya devam edecek. İstanbul İstanbul’u yapanları unutmaz

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

"
"