19 Mart 2018

Yeni Soğuk Savaş'ın eşiğinde NATO'yu düşünmek

"İşte size bir 'Silahların Kardeşliği' öyküsü..."

1989 yılında NATO üyesi ülkelerin toplam askeri harcamaları GSYİH’larının yaklaşık yüzde 3’ü civarındaydı. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin çözülüşüyle birlikte Soğuk Savaş teknik olarak sona erdi ve ABD önderliğindeki sağ liberal kamp zaferini ilan etti. Silahlara daha az ihtiyaç duyulan bir geleceğin kapısının aralandığına inanılıyordu. 1998 yılına geldiğimizde, NATO üyesi ülkelerin askeri harcamaları GSYİH’larının yaklaşık yüzde 2’si civarına gerilemişti. Lağvedilen Varşova Paktı üyesi pek çok ülke de zaman içinde NATO’ya girdi. 2017 yılı sonunda ise bu değer yaklaşık yüzde 1,45 oldu.

Bir diğer deyişle, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra yaklaşık 30 yıllık bir süre geçtiğinde, askeri harcamalar NATO üyelerinin devlet bütçelerinde artık yarı yarıya yer kaplamaya başlamıştı.

Bu dünyanın geneli için “iyi haber” olarak değerlendirilse de, silah endüstrisinden GSYİH’sına her yıl en az 30 milyar dolar civarında katkı aktaran bir ülke (ABD) için “kötü haber” niteliği taşıyordu. Soğuk Savaş bitmişse de, Beyaz Saray barışın pek “tadının olmadığını” düşünmeye başlamıştı!

“11 Eylül” denilen hadise rakamlar tarafındaki bu “tatsız” gidişatı tersine çevirme açısından bir dönüm noktası oldu. 11 Eylül Saldırıları ile birlikte ABD hem kendisi hem de NATO için askeri harcamalarda yeniden gaza basma ihtiyacı hissetti. 2001 yılı ABD’nin savunma harcamalarını yeniden ciddi oranlarda artırmaya başladığı bir milat oldu.

Aslında, askeri harcamaların GSYİH içindeki payı açısından ABD, NATO ittifakı içinde 1949 yılından bu yana başı çekiyordu. Ancak ABD ile onu takip eden ülkeler arasındaki fark 11 Eylül 2001 Saldırıları akabinde iyice açılmaya başladı. 2003 yılındaki Irak işgaliyle de Washington, NATO’daki müttefiklerini lafı bırakıp gaza basmaya aktif şekilde “davet etti.” Müttefikler bu konuda pek “proaktif” ve “premptive” değillerdi ve geriden geliyorlardı.

ABD ve onun NATO müttefikleri açısından belki de en önemli dönüm noktası, 2014 yılı oldu. O yılın 4-5 Eylül tarihlerinde Galler’de yapılan NATO zirvesinde ABD, üye ülkelerden askeri harcamalarını on yıl içinde GSYİH’larının yüzde 2’sine getirmelerini istedi. ABD’nin müttefiklerine NATO şemsiyesi ile sunduğu “güvenli zonun” bir bedeli vardı, ödenmeliydi.

O zirveden bu yana geçen 3 yıl içinde ABD’nin Avrupalı müttefikleri ile Kanada “iyi iş çıkardı” ve askeri harcamalarını toplamda 46 milyar dolar artırdı. Yüzde 2 hedefine henüz az sayıda ülke ulaşabildiğinden 46 milyar sadece bir başlangıç!

O hedef gerçekleşince bundan en çok kimin fayda sağlayacağı belli. Neticede, ABD İngiltere’nin ve Almanya’nın silah ithalatlarında yüzde 84 paya sahip olan bir ülke. Hollanda’nın silah ithalatında yüzde 77’lik payı olan ABD, Fransa’nın ithalatında yüzde 67, İtalya’nın ithalatında ise yüzde 59 paya sahip. Dolayısıyla masa başında alınan “hadi pamuk eller cebe beyler” şeklinde bir kararla ulaşılacak on milyarlarca doların büyük kısmının ABD’nin kasasına gideceği biliniyor.

Peki “46 milyar sadece bir başlangıç” dedik, bu yüzde 2 hedefine tüm ülkeler ulaşınca, askeri harcamalarda ilave olarak başka ne kadar artış sağlanacak? Hemen bir araştırma yapalım:

2017 yılı sonu itibarıyla, NATO’da bu hedefi tutturup geçen sadece dört ülke bulunduğunu görüyoruz: Yüzde 3,57 ile ABD’yi dışarıda bırakırsak da, aslında 3 ülke var: Yüzde 2,36 ile Yunanistan, yüzde 2,12 ile İngiltere ve yüzde 2,08 ile Estonya.

Bu ülkeleri yüzde 1,99 ile Polonya, yüzde 1,80 ile Romanya ve yüzde 1,79 ile Fransa izliyor. Bunlar, yukarıda da belirttiğim gibi GSYİH’sı içinde askeri harcamalarının oranı en yüksek olan NATO ülkeleri. Dolayısıyla ABD diğer 24 üye ülkenin de keselerinin ağzını iyice açmalarını ve askeri harcamalarını bir an önce GSYİH’larının yüzde 2’sine çekmelerini istiyor.

Bu oran temelinde NATO ülkeleri arasında 2017 sonu itibarıyla yapılan sıralamada Türkiye, yüzde 1,48 ile 13. sırada yer alıyor. Almanya ise yüzde 1,24 ile 17. sırada.

Ülkelerin büyük kısmı verilen yüzde 2 hedefini tutturmak için önlerine bir zaman planı da koymuş durumda. Örneğin Macaristan 2017 sonu itibarıyla GSHM’sinin yüzde 1,06’sı şeklinde seyreden askeri harcamalarını yüzde 2 seviyesine 2024 yılında getirmeyi planlıyor.

İttifak üyesi bu diğer 24 ülkenin askeri harcamalarını artırarak planlanan yüzde 2 hedefine ulaşmalarıyla birlikte silah endüstrisine ekstradan akacak paranın ne olduğuna gelince...

Şimdi de basit bir hesap yapalım. 2017 sonu itibarıyla NATO ittifakı üyesi 28 ülkenin toplam askeri harcamaları 917 milyar dolar. Bunlardan dördü hedefi tutturdu ve 46 milyar doları ekstradan silahlara bağladı dedik. Eğer geri kalan 24 ülke de askeri harcamalarını şu anki mevcut seviyelerden GSYİH’larının yüzde 2’si gibi bir seviyeye çıkartabilmiş olsalar, 2016 yılı GSYİH değerleri üzerinden yapılacak biraz ayrıntılı bir hesapla askeri harcamaların 99 milyar doların biraz üzerinde olacağı görülür. Neredeyse toplamda 150 milyar dolara ulaşan bu rakamın büyük bölümü de, yukarıda da altını çizdiğimiz gibi Amerikan menşeili silah şirketlerine gidiyor olacak.

İşte size bir “Silahların Kardeşliği” öyküsü...

Tabii NATO üyelerinin bu artışı kendilerine ve vatandaşlarına meşru gösterebilmeleri için ortada “tehdit” olması lazım. Öyle, “ortada fol yok, yumurta yok” iken bu ülkeler sırf “büyük patron” istedi diye fazladan kolayca para harcayamıyorlar. Bunun için Avrupa’ya yönelik tehdidin arttığına kendilerini olmasa da vatandaşlarını ikna etmeleri lazım. E, bu noktada medya ne güne duruyor zaten! O işin de icabına bakılması pek zor değil. Tabii tehdidin görülmesi, gösterilmesi de yeterli değil: NATO’nun da yeni bir “güvenlik konsepti” oluşturması, bir güncelleme yapması lazım. O güvenlik konseptinin uygulamaya konacağı sahaların, coğrafyaların, müdahil olunacak coğrafyaların belirlenmesi lazım

İşte dünya tarihinin yaşadığımız diliminin belki de en acımasız, biz küçük insanlar için büyük trajediler üretebilen gerçeklerinden biri de bu. CIA’in de Pentagon’un da katkısıyla bölgesel ihtilaflar, kaoslar üretilmesi ya da varolanların arzulan fay hatları boyunca derinleştirilmesi gerekiyor. Bu yolda mesela Ukrayna, Kırım meseleleri gibi bazı gelişmeler fırsat biliniyor. Kışkırtılıyor, “tehdit” üretiliyor, o tehdit medya eliyle kristalize ediliyor ve gösteriliyor!

Geçtiğimiz yıl Avrupa genelinde yaşanan askeri hareketlilik işte böyle mekanizmalar işletilerek gerçekleştirildi. Ne olmuştu geçen yıl?

Rusya’dan NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerine yönelik saldırı ihtimalinin güçlendiği gibi varsayımla hareket eden İttifak’ın almış olduğu bir dizi karar akabinde, ABD, NATO’nun doğu sınırlarına ilk defa süreklilik arz eden bir şekilde asker konuşlandırmaya başladı. Doğu Avrupa’da gerilim II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bu ölçülerde arttı. “Rusya'nın saldırgan tutum” içinde olduğunu ileri süren NATO cephesindeki bu hareketliliğe karşılık, Rusya da Moskova’daki hava savunma sistemlerini en yüksek alarm seviyesine getirerek büyük bir askeri tatbikat yaptı. O günden bu yana da eller tetikten çekilmedi. O gerilimin sönümlendiğini bugün de söyleyemeyiz.

Yaklaşık 1 yıl önce bu köşede yer alan “NATOcalypse Now?” başlıklı yazımda, Doğu Avrupa’daki ürküten askeri haraketliliği detaylarıyla aktardıktan sonra “bölgedeki NATO temelli asker konuşlandırmalar bizi yeni bir Soğuk Savaş’a mı yoksa yeni sıcak çatışmalara doğru mu götürüyor, bunu bilmemiz şu aşamada mümkün değil,” demiştik. Her ikisinin de ihtimal ufkundan çıkmadığı şu günlerde NATO’yu artırdığı askeri harcamalar üzerinden bir kere daha düşünelim istedim.

Kuşkusuz NATO sadece askeri değil kendine özgü politik hedeflere de sahip, kolektif DNA’sı da olan bir yapı ve bir standartlar kampı. Hem, “bu aleme bir kez girersin ama kolay kolay çıkamazsın” denecek işler de var. O yüzden “Yeni Soğuk Savaş’ın eşiğinde NATO’yu düşünmek” için elbette ki yukarıdaki satırlarda özetlediğim yaklaşım ve hesabın dışında çok yönlü değerlendirmelere de ihtiyaç duyuluyor. Sadece bunları söylemek yetersiz kalır. Ama bunları söylemeden de olmuyor, olmayacak!

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"