Akdoğan Özkan
Bugün Türkiye’ye yönelik kısa tek cümlelik bir tespit yapacak olsam, “bu ülkeye bir nefret iklimi hakim olmuş durumda” şeklinde bir cümle kurardım.
Elbette ki, bu durum çok büyük ölçüde bu ülkeyi 15 yıla yakın bir süreden beri yöneten iktidarın başarısı (!). Üstelik gelinen noktaya bakılıyor ve bunda ısrar da ediliyor. Bir nefret ikliminin muhafaza ve müdafaasında bugünkü gibi bir ısrarı daha önce hiç görmemiştik sanırım.
Yaşadığımız dönemi bu şekliyle ‘70’lerin sonlarındaki çatışmacı iklime benzeten olabilir. Ama bu çok eksik ve yetersiz kalır. Bir kere her şeyden önce o dönemlerde nefret, toplumun geniş kesimlerini içine alan bir karşıtlık ya da çelişkiden beslenmiyordu.
Oysa bugün bakıyorsunuz birbirinden nefret eden milyonlar var. Belki, daha önce de kırıcı, incitici, örseleyici bir kültürümüz vardı. Uzlaşma ve hoşgörü çok içselleştirebildiğimiz şeyler değildi. Ama tahammül edebiliyorduk galiba.
Toplumun geçmişte birbirine büyük bir hoşgörüyle olmasa da tahammülle ve az çok nezaketle yaklaşmış kesimleri bugün birbirinden nefret eder bir halde.
Nefretin ardında ideolojik bir sağ/sol karşıtlığı da yok. Toplumun siyasete ve ekonomiye egemen güçleri kendilerine muhalefet anlamına gelecek farklı seslere karşı öylesine şiddetli bir tahammülsüzlük içine girdiler ki... Gerçekleri eğip bükmekle, yalanlarla tahkim ettikleri bu tahammülsüzlük öyle bir boyuta vardı ki, sonunda karşılarına aldıkları insanlara da bu tahammülsüzlüğü bulaştırdılar.
Dindar ve kindar bir nesil yetiştirme peşinde olanlar kendilerine bu bahiste muhalefet eden laik/modern kesimlerden nefret ediyor. Buna karşılık toplumun laik/modern kesimlerinin önemli bir bölümü de iktidarın muhafazakarlık/din anlayışına yakın duran ve geleceğe yönelik endişelerini pekiştiren dindarlardan nefret ediyor. Bunların her ikisi de çok “şımardığını” düşündükleri Kürtlerden nefret edebiliyor.
Örselenmiş ruhlara “kış ortasında çilek bulmuş” gibi hissettiren, sahte ama sağaltıcı bir vaadi de var nefretin; kişiyi adalet arayışında olduğu yanılsamasına da sürükleyebiliyor.
1914’te Foça’da komşusunu öldürüp evini yağmalayanlar da, 1915’te eşine rastlanmamış bir barbarlıkla tehcir konvoylarına saldırıp dereleri kana boyayanlar da, 1978’te komşusunu Allah için öldürdüğünü sananlar da başka bir takım makro planların failleri olsalar da, eylemlerini besleyen nefretleriyle kendilerince adalete (!) yaklaştıklarını düşünüyorlardı.
Bu nefreti beslemekte usta olan devlet aygıtımızın en büyük mahareti, Kürt, Türk, Ermeni, Çerkez, Gürcü, Ezidi, Sünni, Alevi, Ortodoks, Katolik, Yahudi toplumlar arasındaki ihtilaf ya da gerilimleri ustaca kullanması ve beslediği nefret dinamosuyla korkunç suçlar organize edebilmesi, bunları faillerine bir tür adalet adına işletebilmiş olmasıdır.
Nefret, o kadar keskin ki, karşısındaki her şeyi buharlaştırabiliyor. “Haa, demek siz böyle yapıyorsunuz, o halde size şu da müstahak” deyip eli artıra artıra geldiğimiz nokta, çoktan insanlık parantezinin dışına sürüklemiş durumda milyonları. En iğrenç katliamları bile bir “oh olsun” havasında, sanki bir “adalet tecellisi” imiş gibi kutsayanlar çıkabiliyor.
Oysa bugün Türkiye ne sahte can yeleklerinin ne de hakiki canlı bomba yeleklerinin hesabını sorabilmiş bir ülke.
Daha önce de yazdım, bugün adalet duygusu iyice zedelenmiş insanların ülkesi olarak Türkiye’nin en büyük sorunu bizleri direncimizi teslim alan derin bir uykuya yatıran ve kendi ikliminin failleri haline getirip trolleştiren nefrettir, nefret kültürüdür.
Sevgili Rıza Türmen, geçen ay T24’te “Bir Demokrasi Cephesine Gerek Var” başlığıyla kaleme aldığı yazısında, kitleleri harekete geçirebilecek bir sol muhalefet için “AKP hegemonyası altında ezilen, dışlanan azınlık gruplarını, Kürtleri, Alevileri, işçileri, işsizleri, LGBTİ’leri, Romanları, inançlı solcuları ve tüm sol grupları motive edebilmek gerekir,” diyordu.
Kuşkusuz hem böyle bir öneri hem de böyle bir sol muhalefet Türkiye için hayati önemde. Ancak son bir yılda öylesine dibe vurduk ki, galiba mesele varsayımsal bir sol muhalefetin üstesinde gelebilecek noktayı çoktan aştı. Bugün Türkiye’de her şeyden önce yaşadığımız nefret iklimini tersine çevirmeyi hedefleyen itinalı bir dil, insancıl bir üslup tutturacak, en önce “oluk oluk kan akmasını” engelleyecek çok geniş bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç var. “Bugün olsa yine tehcir eder, yine keserdim” demeyen, sağcısıyla solcusuyla, inanç sahibi Müslümanıyla, Kürdüyle –isimlerini, tanımlarını bile tek tek yazmak gerekmeden- “vicdan sahibi” herkesin, her yurttaşın katılacağı... Ve vicdansızlara karşı saf tutacağı...
Temel emri, “incitmeyeceksin, sana benzeyen, benzemeyen hiç bir insanın acısından haz almayacaksın” olan bir vicdan cephesine ihtiyacımız var!
twitter: @akdoganozkan