16 Aralık 2019

Trilyon dolarlık savaşların bile panzehiri, kuvvetler ayrılığı

Bedeli 1 trilyon doları bulabilen savaşlar, Vietnam ve Afganistan örneklerinde ortaya çıktığı gibi "teröre" karşı değil "hakikatlere" karşı verilebiliyor. Ama "kuvvetler ayrılığı" ile "özgür basının" varlığı barış ümidini canlı tutmamızı sağlıyor. Suriye’de aynı nedenle ümit besleyebiliriz

"Asker çekti, çekmedi…" derken Amerika Birleşik Devletleri’nin giderek bir yılan hikayesine dönen Suriye’deki askeri varlığını geri çekmesinin ne zaman ve ne şekilde gerçekleşeceği, dinamikleri çok fazla benzerlik arz etmese de Afganistan ve Vietnam Savaşları örneklerinden yola çıkılarak tahmin edilebilir, kanımca. Dolayısıyla çekilme sinyallerinin o örüntüleri takip eden bir seyir izlemesi muhtemeldir.

Son zamanlarda bu kanaatimi güçlendirmeye sebep olan çok sayıda gelişme oldu. Yakın tarihli olduğu için önce Afganistan örneğine bakalım. Ne oldu Afganistan’da? Hatırlanacağı gibi, ABD, 7 Ekim 2001'den itibaren bu ülkeyi "terörle mücadele" adını verdiği bir kampanya çerçevesinde işgale başlamıştı. El Kaide ve Taliban’a yönelik yürüttüğü savaşta ABD, geçen zaman zarfında bölgeye 775 binin üzerinde asker sevk etti, 1 trilyon dolara yakın para harcadı, 2 bin 300’ün üzerinde askerini kaybetti, 20 bin 589 askerini de yaralı olarak geri alabildi. Gelgelelim, ödenen bütün bu bedellere rağmen askeri ve siyasi açıdan hiç ilerleme kaydedemediği geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı. Meğer 18 yıldır süren "Terörle Savaş" (War On Terror) yalanlar üzerine kuruluymuş ve aslı "Hakikatle Savaş" imiş. 9 Aralık (2019) tarihli Washington Post’un dile getirip önünü açtığı hakikatler bize bunu söylüyordu.

"Terörle Savaş" 1 trilyon dolarlık bir yalanmış

Hakikatlerin önü açılınca, Amerikalıların Afganistan’daki varlıklarının başarılı olduğuna dair düzenli olarak söylenen yalanlara borçlu olduğu, oysa harcanan onca paraya, feda edilen onca insana rağmen Washington’un Afganistan’da bir başarısızlığa saplanıp kaldığı anlaşılmış oldu. Meğer ABD’nin 2001’de başlattığı "Terörle Savaş" stratejisi aslında "Hakikatle Savaş"ı temel alıyor imiş. T24’te de bir haber olarak yer aldı 10 Aralık tarihinde, meğer Afganistan’da doğru dürüst bir askeri başarı elde edemeyen ABD bu doğrultuda kamuoyuna ve uluslararası topluma sanki ortada bir başarı varmış gibi düzenli olarak yalan söylüyormuş.

Peki, "ABD’nin Afganistan’da aslında başarısız olduğu" kulaklarımızın duymaya alışık olduğu türde bir komplo teorisi mi? Washington Post bir komplo teorisine mi yer vermiş? Hayır, bu gerçeği komplo teorisyenlerine değil ABD’nin yasama organı olan Kongre tarafından 2008’de bir "tetkik kurul" işleviyle donatılarak kurulan SIGAR isimli bir Amerikan kamu teşkilatının arşivinde yer alan 2 bin sayfayı aşkın belgelere borçluyuz.

Kim bu SIGAR peki ve nasıl oluyor da ABD’nin"Terörle Savaşı"nı hor görme cüretini (!) kendinde bulabiliyor? SIGAR (Special Inspector General for Afghanistan Reconstruction/ Afganistan'ın Yeniden İnşa Edilmesi İçin Özel Tetkik Kurulu), Beyaz Saray’ın bu ülkede yürürlüğe koyduğu yeniden inşa programlarının etkinliğini ve etkililiğini ölçme ve bu şekilde Amerikan vergi mükelleflerinin ödedikleri paraların israf edilmesini veya kötüye kullanımını önleme misyonuna sahip bir kamu teşkilatı. Bu misyonunu gerçekleştirdiği denetleme, teftiş ve tetkik görevleri yoluyla yürütüyor. Bu çerçevede gerek ABD Savunma Bakanlığı, gerek Dışişleri Bakanlığı, gerekse de ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın Genel Teftiş Kurulları ile koordinasyon içinde çalışıyor, neticede de hem ABD Kongre’sine hem de Beyaz Saray’ın yürütme organlarına hesap veriyor.

2014’e kadar daha ziyade klasik teftiş görevleri yapan SIGAR, o tarihten sonra Baş Müfettişleri John Sopko liderliğinde bu görevlerden büyük ölçüde sıyrılmış ve Afganistan’daki başarısızlıkları teşhis edip bunların bir daha tekrarlanmasını engellemeye dönük olarak bir program yürürlüğe koymuş. 11 milyon dolarlık bütçe ayrılan programın adı, "Çıkarılan Dersler Programı" (Lessons Learned Programme). ABD Kongresi ile Beyaz Saray’ın yürütme organlarına geleceğe dönük tavsiyelerde bulunması beklenen program kapsamında çoğu Amerikalı askeri görevli olmak üzere (aralarında NATO subayları ile Afgan görevlilerin de olduğu) 428 kişiyle görüşmeler yapılarak kayıt altına alınmış. "Lessons Learned" projesinin uzmanları 2016’dan bu yana gerek bu görüşmeleri gerekse de hükümet belge ve istatistiklerini temel alan yedi de rapor yayımlamış. Tabii bunlar gizlilik statüsü içeren dokümanlar.

Afganistan işgali

Washington Post, bir haftalık yazı dizisi yaptı

Peki, kamuoyunun ABD tarihinin bu en uzun süren savaş boyunca nasıl aldatıldığını, Afganistan’da aslında çok sayıda başarısızlık sergilendiğini ve yolsuzluklara da ortak olunduğunu ortaya koyan cinsten bu belgeler nasıl oldu da gizli saklı tutuldukları raflardan inerek kamuoyunun dikkatine gelebildi?

İşte orada devreye arada özgür olduğu hatırlanan basın girdi. Zira ABD’nin saygın medya organlarından Washington Post, ülkedeki "Bilgi Hürriyeti Yasası"na dayanarak, SIGAR’ın elindeki görüşme deşifrelerine ulaşabilmek için 3 yıldır hukuki bir mücadele yürütüyordu. Post yöneticileri bu amaçla iki kez Federal Mahkemelere başvurdu ve uzun süren bir hukuki mücadelenin sonunda söz konusu deşifrelere ulaştı. Ardından da, bu deşifrelerde yer alan ve Afganistan İşgali süresince halktan saklanan gerçeklerin dile getirildiği konulara "Hakikatle Savaş" başlığı altında geçtiğimiz hafta gazete sayfalarında yer vermeye başladı.

9 Aralık’tan (2019) başlayarak 6 bölümlük bir yazı dizisi halinde yayımlanan bu makaleler, ABD yönetimlerinin Afganistan konusunda doğruları aktarmadığını ve özellikle ABD Başkanları George W. Bush, Barack Obama ve Donald Trump dönemlerinde savaşta bir başarı kat ediliyormuşçasına kamuoyuna düzenli olarak yalan söylendiğini ortaya koyuyor.

Belgelerde görüşlerine yer verilen iki kişinin iddiasına göre, ABD'li yetkililer hem halka savaş kazanılıyormuş gibi göstermek için gerçeği yansıtmayan ve yanıltıcı bilgiler verip istatistikleri maniple etmişlerdi hem de Washington'un para yardımlarını kendi ceplerine indiren yozlaşmış Afgan yetkilileri görmezden gelmişlerdi.

1 trilyon dolar Bin Ladin’i kahkahalara sevk ederdi

Brown Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde görev yapan ve aynı zamanda bu bölümdeki "Savaş Maliyetleri Projesi"nin direktörlerinden olan Profesör Neta Crawford’un yaptığı araştırmalara göre, Afganistan Savaşı ABD Savunma Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın rakamları dikkate alındığında, 2001’den bu yana Washington’a 934-978 milyar dolar arasında bir rakama mâl olmuştu. Üstelik CIA’in ve ülkelerine yaralı olarak dönen askerlerin tıbbi masraflarını üstlenen ABD Gazi İşleri Bakanlığı’nın yaptığı masraflar bu rakama dahil değildi.

ABD Donanması’ndan emekli bir subay olan ve hem Bush hem de Obama dönemlerinde Beyaz Saray’da da görev yapan Jeffrey Eggers, söz konusu SIGAR belgelerinde "Bu 1 trilyon dolarlık çabanın karşılığında ne elde ettik? Değer miydi 1 trilyon dolara?" diyerek kendisine sorduğu bir soruyu, "Usama Bin Ladin’in öldürülmesinin akabinde de söyledim ben, eminim Bin Ladin Afganistan’da harcadığımız paraya mezarında kahkahalarla gülüyordur" şeklinde yanıtlıyor.

Bölgede istihbarat görevi yapan bir asker (Bob Crowley) ise, "Alınan her veriyle arzulanan en iyi resmi göstermesini sağlamak için oynanıyordu" ifadelerini kullanmayı seçiyor.

Belgelerde kapsamlı olarak görüleceği üzere, Amerikalı yetkililer 7 Ekim 2001'den bu yana Afganistan’da "Terörle Savaş" adı altında "Hakikatle Savaş"a girişmişler ve El Kaide ile Taliban'a yönelik savaşta kat ettikleri ilerleme ile ilgili olarak da kamuoyuna düzenli olarak yalan söylemişler.

Afganistan’daki çatışmaları bitirmek ve bu ülkeden çekilmek için Taliban ile yaklaşık 1 yıldır sürdürdüğü görüşmelere geçtiğimiz Eylül ayında son veren Pentagon’un işgal güçlerini bu ülkeden çekmek için bundan böyle elinde fazlaca bir mazereti kalmamışa benzer. Bu durum uzun süredir Afganistan’dan 7 bin askerini çekmek isteyen Trump’ın elini güçlendirirken, neo-conların derinlemesine nüfuz ettiği Amerikan müesses nizamının elini zayıflatan bir karakter taşıyor.

Vietnam’da da benzer bir işi New York Times yapmıştı

Vietnam Savaşı’nın sonlarında da basının benzer bir işlev taşıyarak bir savaşın sonlanmasının önünü açtığı bir gelişme yaşanmıştı. 1967 yılında ABD Savunma Bakanı olan Robert McNamara, Bakanlığındaki bir grup uzmandan, ABD’nin Vietnam meselesine siyasi ve askeri açılardan dahil olduğu 1945-1967 yılları arasındaki döneme dair "Çok Gizli" statüde bir rapor hazırlamalarını istemişti. Çok sayıda görüşmeye ve belgeye dayanarak hazırlanan ve resmi adı "Report of the Office of the Secretary of Defense Vietnam Task Force" olan, rapor 1969 yılında tamamlanmıştı. 48 cilt ve 7 bin sayfalık hacme sahip rapor, ABD’nin Vietnam Savaşı’nı kazanmasının mümkün olmadığını ortaya koyan bir nitelik arz ediyordu. Harry S. Truman, Dwight D. Eisenhower, John F. Kennedy ve Lyndon B. Johnson gibi Amerikan başkanlarının kamuoyunu Vietnam Savaşı hakkında yanlış yönlendirdiklerini de ortaya koyuyordu.

1954-1957 arasında ABD Deniz Kuvvetleri’nde görev yapan, uzun bir dönem RAND Corporation’da da strateji uzmanı olarak çalışan Daniel Ellsberg isimli bir askeri uzman, kamuoyunda daha sonra Pentagon Belgeleri adıyla bilinecek olan bu raporun önemli kısımlarının gizlice fotokopilerini çekerek ABD Kongresi’nin bazı mensuplarının kapısını aşındırıp raporu sunmuştu. ABD’nin Vietnam Savaşı’nı kazanmasının mümkün olmadığını gören, onlardan Vietnam Savaşı’nın sonlandırılması doğrultusunda aksiyon almalarını istemişti. Kongre üyelerini hareket geçirmede başarılı olamayan Ellsberg, raporun bazı kısımlarını 1971 yılında New York Times gazetesi muhabiri Neil Sheenan’a sızdırmıştı.

New York Times gazetesi konuyu 13 Haziran 1971’den başlayarak geniş olarak işlemeye başlamış, ancak Adalet Bakanlığı gazetenin yayınladığı üçüncü makalenin ardından konunun ülke güvenliğine zarar verdiği gerekçesiyle geçici olarak yayın yasağı getirmişti. Konu daha sonra Yüksek Mahkemeye intikal etmişse de, söz konusu mercii, 30 Haziran 1971 tarihinde konunun ulusal güvenliğe zarar verir bir niteliğinin olmadığını, basın özgürlüğünün de ABD Anayasası’nın 1 no’lu maddesiyle güvence altına alındığını 6’ya 3 oyla karar altına almıştı.

Bu arada, çok sayıda basın yayın organının gündemine oturan Pentagon Belgeleri savaşa yönelik kamuoyu desteğinin iyice erimesine yol açmıştı. Vietnam Savaşı aleyhtarı Alaska Senatörü Mike Gravel, Senato’nun alt komitelerinden birinde rapordan bölümleri kürsüden okuyarak tarihe geçmişti. Öte yandan, ABD Anayasası’nın Birinci Maddesi ile garanti altına alınan basın özgürlüğünü hatırlatan Yüksek Mahkeme Yargıcı Potter Stewart, tarihe geçecek şöyle bir ifadede bulunmuştu:

"Ülke işleyişinin diğer alanlarında varolan kuvvetler ayrılığı ilkesinin Hükümet nezdinde çalışmadığı durumlarda, münevver yurttaşlar -demokratik yönetimin değerlerini koruyan bilinçli ve eleştirel kamuoyu olarak-  milli savunma ve uluslararası ilişkiler alanlarındaki yürütme siyaseti ve erki üzerinde tek kısıtlayıcı etkin güç olarak belirebilir. Bu nedenle, uyanık, farkındalığı yüksek ve özgür olan bir basın belki Anayasa’nın Birinci Maddesi’nin temel amacına en hayati şekilde hizmet edebilir.  Zira, bilinçli ve özgün basının olmadığı yerde münevver insanlar olmaz."

Yüksek Mahkeme'nin 30 Haziran tarihli kararının ardından Nixon yönetimi Ellsberg ile kendisine yardımcı olduğu iddia edilen Anthony Russo hakkında kumpas ve espiyonaj faaliyetlerinde yer aldıkları iddiasıyla dava açtıysa da, sanıklar 1973 yılında beraat ettiler.

Bu olaydan yaklaşık 40 yıl sonra bazı gizli askeri ve diplomatik istihbarat dokümanlarını Wikileaks’e sızdırdığı ortaya çıkan Chelsea Manning ile Edward Snowden’e de desteğini esirgememiş olan Ellsberg, "Sahip olduğu insani değerler ve istisnai ahlaki cesaretiyle" 2018 yılında Olof Palme Ödülü'ne de layık görüldü.

1 trilyon dolarlık savaşları kuvvetler ayrılığı bitirebiliyor

Velhasıl 1,5 milyon Vietnamlının yanı sıra, 58 bin Amerikan askerinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Vietnam Savaşı 1973 yılında imzalanan Paris Barış Anlaşması ile ABD için sona ermiş oldu. Savaş 1975 yılında Güney Vietnam’ın teslim olmasıyla tamamen sona erdiğinde 111 milyar doları askeri operasyonlara harcanan tutar, 28,5 milyar doları da Güney Vietnam’a yapılan yardımlar olmak üzere ABD’ye toplam 168 milyar dolarlık bir fatura çıkarmıştı. Uzmanlar söz konusu bedelin bugünkü rakamlarla karşılığının yaklaşık 1 trilyon dolar olduğuna işaret ediyorlar.

Demek ki, ABD’nin maliyeti trilyon dolarları bulan savaşlardan tüm engellemelere, eksik ve yetersiz işleyişine rağmen, biraz geç de çalışsa, kuvvetler ayrılığı ilkesinin varlığı ve özgün basının mevcudiyetinin büyük katkısıyla çıkmayı başardığını söyleyebiliriz.

Atasözündeki gibi, yalancının mumu çoğu kez yatsıya kadar yanıyor. Bazen yatsıya ulaşmamız çok uzun sürebiliyor. Ancak Yargıç Potter Stewart’ın yukarıda aktardığımız ifadesinde işaret ettiği kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bilinçli ve eleştirel kamuoyunun mevcudiyeti ülkeleri girdikleri kirli savaşlardan ya da karanlık kuyulardan çıkarabiliyor. Dolayısıyla ABD, henüz işgal altında tuttuğu Suriye topraklarından tüm askerlerini çekmemiş olsa da, çekeceğine dair umut beslememizin önünde engel yok değil. Özellikle yalan olduğu ortaya çıkan "kimyasal saldırılarda" ve Beyaz Baretliler’e ilişkin son gelişmelerde gördüğümüz üzere, Suriye’deki hakikatlerin önü açılmak üzere iken…

Tabii, ABD’ye yönelik bu kritik bakışı sürdürürken bugün Türkiye’nin her iki kıymete de sahip olmayan bir ülke olarak umut vermekten epey uzak olduğunu unutmamamız gerekiyor. Ankara Suriye topraklarında giriştiği üç askeri operasyonunu gidişatı ve sonuçlarıyla kendisini teftiş ve tetkik edebilen, hem Dışişleri Bakanlığı, hem Savunma Bakanlığı ile koordinasyon içinde ama bağımsız çalışabilen, ayrıca Yürütme fonksiyonundan bağımsız bir Yasama organına hesap verebilen bir kamu teşkilatına sahip değil. Savaşının maliyetlerini kalem kalem çıkarabilen, bunu denetleyebilen, şeffaf biçimde paylaşabilen, kritik edebilen bir anlayışa da sahip değil. Denge ve denetleme mekanizmalarını sağlamlaştırmayı değil zayıflatmayı önemsemiş ülkenin şeffaf olmayan konuları irdeleyebilecek özgür ve güçlü basını da yok. Bu şartlar altında, kendi ülkemizden yana ne kadar umutlu olabiliriz, onu da siz söyleyin!


Twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"