ABD’nin Soğuk Savaş’ı bitiren 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çekilmesinin ardından Moskova’nın da geçtiğimiz günlerde benzer bir adım atması, iki güç arasında yeni bir silahlanma yarışının kapısını ardına kadar açarken, Washington’un Ankara’ya daha fazla ihtiyaç duyacağı günlerin de ufukta olduğunun altını çizmiş oldu.
Öyle görünüyor ki, Beyaz Saray Yönetimi, Ankara’ya orta menzilli füzelerin konuşlandırılması da dahil olmak üzere pek çok alanda NATO müttefiki olarak daha fazla ihtiyaç duyacak. Bu durum, Beştepe’nin Suriye sahasındaki elini de kuvvetlendirecek bir gerçeklik olarak beliriyor. Öte yandan, Suriye’nin kuzeydoğusundaki pek çok kenti ABD’nin de desteğiyle uzun bir süredir YPG üzerinden denetim altında tutan Kürtler için bu son gelişmeler pek de iyi haberler sayılmaz.
ABD Ankara’nın taleplerini onayladı mı?
Gelinen noktada, Başkan Donald Trump’ın özellikle Fırat’ın doğusu için telaffuz ettiği “güvenli bölge” konseptini önümüzdeki günlerde Türkiye’nin isterleri doğrultusunda daha fazla modifiye edeceğini söylemekte sanıyorum bir beis yok. Nitekim, Suudi sermayeli Şarkü’l Avsat gazetesinde ismi verilmeyen bazı kaynaklara dayanılarak dün (3 Şubat 2019) verilen bir haber, “Washington’un Ankara’nın güvenli bölge konusundaki isteklerini onayladığını” iddia eden yönüyle bunun ilk işaretlerinden biri olarak okunabilir.
Rusya’nın, Fırat’ın doğusuna yönelik olası bir TSK operasyonunda 1998 Adana Mutabakatı’nı referans göndererek, bunu işletebilmesi için Ankara’yı Şam’a yönlendirmeye çalışmasına rağmen, “güvenli bölge” özelinde Türkiye’nin öncelikle ABD ile bir uzlaşmaya varma ihtimali yükselmiş durumda. Bu da liderliğini YPG’nin yaptığı ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) müdahil olabileceği bir “güvenli bölge” seçeneğinin zayıflaması anlamına geliyor.
Suriye Demokratik Meclisi Eşbaşkanı İlham Ahmed’in Washington temaslarından somut bir kazanım ile dönememesi de bunun bir göstergesi olarak okunabilir. SDG’nin siyasi kanadı olarak kabul edilen Suriye Demokratik Meclisi’nin Kürt lideri, ABD ziyareti sonrasında yaptığı açıklamada, ABD’den asker çekmeyle ya da sürecin devamıyla ilgili herhangi bir bilgi/güvence alamadıklarının altını çizdiği gibi, uluslararası güçlerin gözetimi olması durumunda güvenli bölgede “Arap askerlerinin bölgede konuşlanmasına itiraz etmeyeceklerini” de vurgulamıştı.”
İlerleyen günler nelere gebe bilinmez ama, şu aşamada öyle görünüyor ki, ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesiyle birlikte bölgedeki 7 bin civarında YPG askerinin tayin edilecek “güvenli bölge” sınırlarının dışına çıkartılması güçlü bir olasılık olarak belirmiş durumda. Farklı yönde gelişmeler olmazsa, onlardan boşalan yeri ise bazı Sünni Arap askeri unsurları ile Irak Kürdistanı’ndan gelecek Peşmerge güçleri alacak.
Şarkü’l Avsat gazetesi, bölgede konuşlanabilecek Arap gücü anlamında, Ahmet Carba’nın bir ara başkanlığını yaptığı Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) desteklediği Arap askeri unsurlarına işaret ediyor. Kürt güçleri anlamında ise ibre, iki hafta kadar önce ihtimaline bu satırlarda işaret ettiğimiz üzere, YPG’ye muhalifliğiyle bilinen Suriye Kürt Milli Konseyi’ne (Encûmena Niştimanî ya Kurdî li Sûriyê -ENKS) bağlı Rojava Peşmergeleri’ne dönmüş gibi görünüyor.
Ankara ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) ortak desteğiyle 2012 yılında kurulan ve hem NATO hem de IŞİD karşıtı koalisyon tarafından eğitilen Rojava Peşmergeleri 6 bin kişilik bir kuvvete sahip.
Cihatçı Örgütlerde Kazan Kaynıyor
Bu arada, ABD’nin çekileceğini açıklaması ve Suriye’deki güçler dengesi içinde Ankara’nın konumunun güçleniyor olması Şam yönetimine muhalif cihatçılar arasında yeni birtakım soruların ve beraberinde birtakım çatlakların belirmesine de yol açmış görünüyor. Bunun en belirgin örneklerini daha ziyade İdlib’te ve Tenef’te takip etmek mümkün. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda üstleneceği yeni role bağlı olarak İdlib’i Rusya’nın otoritesine bırakma ihtimali bu bölgedeki cihatçı örgütleri radikal birtakım kararlar almaya da zorluyor. Tenef’te ise şartlar “geleceklerinin Şam Yönetimi’nin insafına terk edilmesini istemeyen” cihatçı örgütü Türkiye ile yakınlaşmaya zorluyor.
Önce İdlib….
El Kaide’nin Suriye uzantısı olarak da niteleyebileceğimiz ve İdlib’in büyük kesimine hâkim konumdaki Heyet Tahrirü’ş Şam’ın (HTŞ) önde gelen dini liderlerinden, Mısır asıllı Ebu el Yakzan el Mısri, geçtiğimiz günlerde örgüt ile yolunu ayırdı. El Mısri, HTŞ lideri Ebu Muhammed El Culani’nin Fırat’ın doğusuna yapılacak bir Ankara operasyonuna destek verecekleri şeklindeki açıklamasına ve Ankara’nın planlarına sunulan katkılara karşı çıkıyordu.
Şam’ın 100 km kadar güneyinde bulunan, Ürdün sınırındaki Dera’da Suriye hükümetine muhalif bir çizgide yayın yapan haftalık haber gazetesi Eneb Beledi’nin sahadaki kaynaklara dayanarak verdiği bilgiye göre, el Mısri bir anlamda istifa etmek mecburiyetinde bırakıldı. HTŞ liderliğinin yerel ve uluslararası ilişkilere dair konularda basına demeç vermeme şeklindeki yasağını delmekle suçlanan Mısri örgüt tarafından muhakemeye alındı ve suçlu bulunduğu için de istifa etmek zorunda kaldı.
2013’te Suriye’ye gelerek cihatçıların safında Şam Yönetimi’ne karşı savaşmaya başlayan el Mısri, 2016’ya kadar Ahrarü’ş Şam saflarında mücadele verdi. Örgütün Ankara ile iyice yakınlaşması üzerine bu durumu kabul etmeyip o tarihte Ahrarü’ş Şam’dan ayrılarak HTŞ’ye katıldı. El Mısri, Ahrarü’ş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi gibi TSK desteğindeki kimi ÖSO unsurlarına karşı son 2 yıl içinde HTŞ adına bazı muharebeleri yönetti. HTŞ, ABD’nin Suriye’den çekileceğini açıklaması akabinde, TSK’nın sessizliğini de fırsat bilerek bölgedeki diğer örgütlere karşı mücadeleye girişti ve son dönemde Hazzm Hareketi, Ceyşü’l Mücahidin, Festakim, Suriye Devrimciler Cephesi ve 30. Fırka gibi örgütleri yenilgiye uğratarak Halep’in batı kırsalını hemen hemen tek başına elinde tutar bir konuma geldi. HTŞ’nin şu anki stratejisi Nureddin Zengi Hareketi’ni de elimine ederek bölgenin tek hâkimi konuma gelmek ve Suriye Savaşı’nın bundan sonraki safhalarında -belki mevcut adını da bir kenara bırakarak yeni bir isimle- silahlı muhalefeti tek bir örgütle temsil edecek bir konuma gelmek ve hem bölgesel hem de küresel güçler karşısında daha büyük bir pazarlık gücüne kavuşmak. HTŞ lideri Culani, İdlib’te Şam Yönetimi’ne karşı savaşan tüm muhalif cihatçıları bu sebeple bir süredir ortak bir askeri konseyde birleşmeye çağırıyor.
Suriye muhalefetine yakın kaynakların geçtiğimiz cumartesi günü aktardıkları bir habere göre, el Mısri’nin ardından, kesin olmamakla birlikte, HTŞ’nin önde gelen bir başka ismi olan Lübnanlı Ebu Melek el Tali’nin de örgütten ayrılabileceği söyleniyor.
Sahada avantaj HTŞ’de
Bu arada, eski adı Nusra (Nusret) Cephesi olan HTŞ, İdlib’teki silahlardan arındırılmış bölgeyi Halep kırsalına ve Afrin bölgesine bağlayan Atme Deyr Ballut ve Deyr Saman el Gazzeviye yollarını kontrol noktaları kurmak suretiyle denetim altına aldı. Örgüt bu girişimine gerekçe olarak IŞİD’in bölgeye sızma ihtimalini mazeret gösterdi. Böylece çok uzun bir süredir Türkiye ile Suriye arasındaki Babülhava Sınır Kapısı'nı da kontrol eden HTŞ, söz konusu karayolları üzerindeki nakliye kamyonlarından da geçiş harcı alarak örgüte yeni bir gelir getirme imkânına da kavuşmuş oldu.
Hatırlanacağı gibi, Birleşmiş Milletler’in terör listesindeki Nusra Cephesi'nin 2017 yılı başında dağılmasından sonra içindeki yaklaşık 25 bin civarı güç, Culani liderliğinde Heyet Tahrirü’ş Şam'ı kurmuştu. Nusra Cephesi’nin dağıtılması akabinde, HTŞ’ye katılmayan ve el Kaide bağlantısını devam ettiren cihatçılar ise Ankara’nın bölgedeki operasyonlarını desteklemeyen Hurasseddin isimli bir örgüt kurmuştu.
Öte yandan, bölgeden 1 Şubat 2019 tarihi itibarıyla gelen haberlere bakılırsa, HTŞ lideri el Culani ile Hurasseddin örgütünü temsil eden dini lider Ebu Hamam aralarında bir süredir devam eden anlaşmazlığa son vererek kapsamlı bir iş birliğini temel alan bir uzlaşmaya vardılar. Söz konusu uzlaşma uyarınca, HTŞ ihtiyaç duyulan noktalarda Hurasseddin’e bağlı grupları silahlandırabilecek, gerektiğinde de örgüt üyelerine güvenli alanlar temin edebilecek. Huraseddin’in Suriye’nin güneyine geçme girişimlerine son vermesi gerektiğini de karar altına alan anlaşma, bu örgüt mensuplarına HTŞ’nin düşmanı olan güçleri saklamayı da yasaklıyor.
Tenef’ten Ankara’ya ziyaret
Bu arada, ABD’nin bölgeden çekileceğine yönelik açıklaması akabinde cihatçıların gelecekleri ile ilgili en büyük belirsizliği yaşadığı El Tenef’te ise sanki bir panik havası hâkim. Tenef, ABD’nin İran’ın Şam Yönetimi’ne karayolu üzerinden lojistik destek vermesini engellemek için 55 km derinlikte bir tampon bölge oluşturarak askeri üs kurduğu- Irak ve Ürdün sınırlarına yakın bir bölge.
Suriye’nin güneydoğusundaki Tenef’te bulunan tampon bölgeyi ABD desteğiyle denetim altında tutan cihatçı örgüt Mahavir el Tavra’nın (MeT -Devrimci Komando Ordusu) komutanı Albay Mühenned Talâ, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi.
Eneb Beledi’nin konuyla ilgili haberine göre, “ziyaret başarılı geçti”. Talâ, her ne kadar seyahatinin politik bir amacı olmadığını, Türkiye’ye bir “aile ziyareti” için geldiğini söylese de, gözlemciler, Talâ’nın bu ziyareti, Şam’ın oyun planına mahkum kalmamak ve Tenef’te elinin altındaki seçenekleri genişletecek görüşmeler yapmak için gerçekleştirdiği kanısında.
Talâ, Ocak ayının sonlarında yaptığı bir açıklamada, ABD’nin bölgeden çekilmesi ile Mahavir el Tavra’nın rejim güçleri ve İranlı milisler karşısında yalnız kalacağını söylemiş ve bu nedenle bölgeden Suriye’nin kuzeyine tahliye edilmelerine imkân verecek bir anlaşmaya ihtiyaç duyduklarını vurgulamıştı. Bölgeden gelen haberler, cihatçıların moralinin düştüğünü, bunun önüne geçmek için muhalefet yanlısı blog sitelerinde yürütülen propaganda faaliyetlerinin artırıldığı yönünde.
Velhasıl, Tenef de de durum bu yönde.