07 Kasım 2016

Ortadoğu’da vahşet fabrikasyonu ve gelecek inşası

“IŞİD’le savaş” Ortadoğu satrancında isteyene arzuladığı meşruiyeti altın tepside sunarak asıl çıkarlarına ulaşmasını sağlayacak kapıları açıyor

IŞİD ya da DAEŞ (Ed-Davlet'ül İslâmiyye fi'l Irak ve'ş Şam resmî adıyla) Irak’ın Felluce kentinde bir devlet ilan ettiğinde tarih yaprakları 3 Ocak 2014’ü gösteriyordu. Ancak örgüt asıl çıkışını Haziran 2014’te Musul’u ele geçirdiğinde yapacaktı. Örgütün bu sayede 1,2 milyar dolar gibi (İrlanda’nın savunma bütçesi büyüklüğünde) büyük bir finansal güce kavuştuğu da yazılıp çiziliyordu.

IŞİD’in gerek tarih sahnesindeki belirişini, gerekse de kafa kesme ve bomba yüklü araçlarla gerçekleştirdiği saldırıları çoğu kişi “kısa zamanda beklenmedik bir tarzda ortaya çıkıp yükselişe geçen bir örgütün vahşete varan şiddet eylemleri” olarak gördü, görüyor. Böyle bakılınca da IŞİD nerden çıktığı anlaşılamayan, akıldışı, sürpriz bir tedhiş örgütü olarak değerlendiriliyor.

Oysa IŞİD, ister arkaplanında “akidevî idraksizlik” yatan bir örgüt olsun, ister birilerinin iddia ettiği gibi kimi uluslararası gizli servislere ve güç odaklarına yakın bir yapılanma içinde olsun, uyguladığı vahşet yöntemleriyle hiç de öyle gökten zembille yere inmiş değil! Ve bu nedenle de bir gün o zembile binip gökyüzüne geri dönecek, yeryüzünden elini ayağını çekecek hiç değil.

Onun seçtiği yöntemler, göze görünmeyen bir düşman tarafından, orantısız bir biçimde yıllarca sinek gibi avlanmış bir toplumun bu düşmana karşı bir anti-tez olarak geliştirdiği vahşet yöntemleri. Bugün bu yöntemlerle tarih sahnesinde kendisini var eden IŞİD, gerek 1991 yılındaki 1. Körfez Savaşı’nda gerekse de 2003 yılındaki Irak işgali sırasında F-117 Stealth gibi hayalet uçaklarla, yüzlerce km öteden ateşlenen lazer güdümlü füzelerle, gece görüşlü silah teknolojileriyle aylarca avlanan ve sonunda -eldeki bütçesiyle- bu teknolojiyle başa çıkabilmenin tek yolunu mobil ve görünmez askeri üslere (!) ve altyapıya sahip olmakta ve vahşet dozu yüksek bir başka orantısız şiddette gören bir güç.

Ve bu gücün bölge coğrafyasında sıkıştıkça ve nüfuz alanları daraldıkça saldırılarının vahşet dozunu giderek artırdığı, artıracağı ve daha geniş bir coğrafyaya yayılmaya çalışacağı da vaki!

Örgütle artık özdeşleşen intihar saldırılarının son haftalarda iyice artması da bu yüzden. Musul harekâtının başladığı 17 Ekim’den 5 Kasım tarihine kadar Irak birliklerine yönelik olarak girişilen intihar saldırılarında 100’den fazla intihar bombacısı hayatını kaybetti. Daha da ilginç başka bir bilgiyi merkezi Londra’da olan ICSR (The International Centre for the Study of Radicalisation and Political Violence) isimli bir think-tank kuruluşundan öğreniyoruz. Bu kuruluşun verdiği bilgiye bakılırsa, söz konusu dönemde yaşanmış öyle bir gün var ki, IŞİD sadece bu 24 saat içinde 18 ayrı intihar saldırısı gerçekleştirmiş. Bir günde 18 intihar saldırısı! Rakam bu haliyle Nusra Cephesi’nin 100 günde gerçekleştirdiği intihar saldırılarının sayısından bile fazla.

Bu artışın sebepleri konusunda güçlü tezler yok değil. İddialara göre, IŞİD geçen süre zarfında önemli bir kısmı Kafkasya kökenli olan en iyi savaşçılarını yitirdi. Bir kısım örgüt militanı da bu bölgeyi terk etti. O yüzden öyle anlaşılıyor ki, Musul’un savunmasında iş büyük ölçüde (bir kısmı da çocuk yaşta olan) intihar bombacılarına ve keskin nişancılara kalmış durumda.

Tabii böyle bir savunma stratejisi için intihar bombacısı olabilecek kadrolara sahip olmak tek başına yeterli değil. İşin bir de “imalat” ve “ürün geliştirme” (!) veçheleri var. Nitekim, Irak birlikleri geçenlerde bir İngiliz basın kuruluşu olan The Sunday Telegraph’a IŞİD mühendislerince zırhla kaplanmış ve sadece intihar bombacısının hedefi görebilmesi için öncamının küçük bir bölümü açıkta bırakılmış bir Jeep gösteriyordu. Araç Musul yakınlarında, ağırlıklı olarak Hıristiyanların yaşadığı Karemleş köyünde Irak askerleri tarafından ele geçirilmişti.

ICSR mensuplarından Charlie Winter’ın verdiği bilgiye göre, IŞİD bu saldırılarda kullandığı bombaları ve zırhlı araçları Musul’un sanayi bölgesi olan el- Karama’da imal ediyor. Bu bölgedeki fabrikaların örgüt tarafından çok zaman önce bomba imalat atölyelerine dönüştürüldüğü biliniyor. Musul IŞİD için çok önemli, ancak örgüt oradan söküp atılsa da, onu var eden koşullar bütünüyle ortadan kaldırılmadıkça kendisine yeni imalat sahaları bulması çok da zor olmayacaktır.

Bunun için öncelikle bu paylaşım savaşında söz konusu coğrafyada yaşayan Sünni topluluklara da nefes alacakları bir demokratik yaşam alanı açmak gerekiyor. Ancak iş tam da bunu talep edecekler nezdinde zorlaşıyor. Zira Irak ve Suriye coğrafyasında yaşayan Sünni toplulukların en büyük şanssızlığı, kendilerine bölgede “hamilik” yapmak isteyen devletler ile sözde devletlerin uyguladığı zavallı politikalar. Yine de şunu söylemek lazım ki, eğer bu savaş sonunda Sünni topluluklar bulundukları coğrafyayı terke zorlanmadan, vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları entiteler tarafından insan hakları temelinde bir hayat sürebilmelerini sağlayacak sağlam güvencelere kavuşamaz, kavuşturulamaz ve 2003 sonrasında gördüğümüz gibi çok sayıda adaletsizliğe yeniden maruz bırakılırsa, bu coğrafyadaki kan banyosu kolay kolay dinmez. O durumda bir gün IŞİD gitse de MIŞİD gelir.

Üstelik ne zaman gider, onu da bilmek kolay değil. An itibarıyla IŞİD’i düşman gibi değerlendirdiğini ifade eden pek çok güç onun sahadaki varlığından rahatsız görünmüyor. Hatta aksine, birçok ülke bölgedeki askeri varlığını kesintisiz sürdürebilmek ve dünya kamuoyunun gözünde “haklı dava” meşruiyetiyle hareket edebilmek için IŞİD’e epeyce ihtiyaç duyuyor.

IŞİD’le savaş” Ortadoğu satrancında isteyene arzuladığı meşruiyeti altın tepside sunarak asıl çıkarlarına ulaşmasını sağlayacak kapıları açıyor! Oyuna dahil olmak isteyenin hedefini böyle koyar gibi yapması çoğu durumda yeterli. Ama bir bölgenin yeni bir yönetime, statüye ya da etnik yapıya kavuşturulması isteniyorsa, önce IŞİD sürülüyor sahaya… Onun söz konusu bölgeyi ele geçirmesi sağlanıyor. Malum, bir bölgenin “düşman işgalinden kurtulması” için önce o bölgeyi bir düşmanın işgal etmesi lazım. Lazım ki sonradan bir “kurtuluş mücadelesi” verilerek bölge arzulanan yapıya arzulanan koşullarla ulaştırılabilsin. O bölgenin kurtuluşu sağlanırken bir yandan da, eski işgalcinin (burada IŞİD) arzulanan yeni bölgeye ve arzulanan güç üzerine doğru “kışkışlanması” sağlanabilsin.

Bir gün IŞİD gidecekse de, bu, o “kurtarıcılar” ya misyonlarını tamamladığı ya da yeni ve daha kullanışlı bir barbar (MIŞİD?) fabrikasyonuna ihtiyaç duyduğu için olabilecek.

Ve o MIŞİD’in geleceğini onun (imaline el veren ama) düşmanıymış gibi davranacak güçler önceden kestirebilecekleri için de yarın öbür gün bunun belgelerini de muhtemelen ortalıkta görebileceğiz. IŞİD bahsinde de öyle olmadı mı? Hatırlayalım, Amerikan yönetimi Kasım 2012 tarihli başkanlık seçimlerinden üç ay önce, Arap dünyasından Irak’a büyük bir cihatçı akını başlayacağını, bu akının adı dünya üzerinde pek duyulmayan Selefi cihatçı bir örgütü (IŞİD) çok güçlendireceğini, hatta bu gücün bölgede bir “halife” atayacağını biliyordu. Elde bunun böyle olduğunu, yani olacakları bildiklerini gösteren “kapı gibi” Savunma Bakanlığı belgeleri var.

Yarın ABD’de yeni bir başkanlık seçimleri var. Muhtemelen bir takım dolap ve çekmecelerde de bir sürü yeni belge! Bugün kimin elinde ne belge var, bilmemize olanak yok tabii. Ama Ortadoğu’nun her yanı şiddetle kuşatılmış, kanla çevrilmiş halklarının bütün ayrıştırıcı kimliklerinden sıyrılarak özgürlükçü ve barışçıl idealler için el ele verip herkes için daha fazla demokrasi taleplerini birlikte dile getirmeleri dışında başka bir çare olmadığını biliyoruz. Bu çarenin Ortadoğu halklarının onurlu bir gelecek perspektifine ulaşmasında çekmecelerdeki bütün belgelerden daha büyük bir kurucu güce sahip olacağını da…

twitter: @akdoganozkan

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dünyayı sarsacak 15 gün

Netanyahu’nun Filistinlilere yönelik etnik temizliği hız kesme de, İran’a saldırı için zaman kollayan İsrail’in iki hafta içinde Başkanlık Seçimleri’ne gidecek olan ABD’nin desteğiyle yapabileceklerden ötürü ortada’ fırtına öncesi sessizlik’ var demek de mümkün

ABD’nin başladığı işi İsrail tamamına erdirecek mi?

ABD’nin 11 Eylül akabinde başlattığı Orta Doğu’yu yeniden tanzim etme operasyonunu 7 Ekim sonrasında tamamlama gayreti içine giren İsrail “stratejik ortağı” ile el yükseltiyor. Soru: nereye kadar?

Yaptırımlar, usanç ve BRICS

Ekonomik bir savaş biçimi olarak devreye sokulan yaptırımlar ve küresel temsilde adaletsizlik dünyadaki usanç cephesinin genişlemesine yol açarken kuralların yeniden yazılması yönündeki çabalar da gözden kaçmıyor

"
"