23 Mart 2020
Dünyanın büyük bir bölümü Koronavirüs'ün dünyaya Wuhan kentinden yayıldığını söyleyerek Çin’i suçlarken, salgının asıl kaynağının ABD coğrafyası olabileceği ihtimaline dikkat çekenlerin de bulunduğu görülüyor. Bu kişiler Beyaz Saray’a yönelik olarak geçtiğimiz günlerde kaleme aldıkları dilekçelerinde, 2019 yılı içinde ABD’de meydana gelen ve esrarengiz niteliğini halen koruyan kimi gelişmelere Washington yönetiminin bir an önce açıklık getirmesini talep ediyorlar.*
10 Mart 2020 tarihinde Beyaz Saray’ın web sitesi üzerinden imzaya açtıkları dilekçelerinde bu kişiler, ABD’deki biyolojik-savunma temelli bir askeri araştırma merkezinin geçtiğimiz yılki kapatılma kararının ardında hangi gerekçenin yattığını sorarak, merkezdeki laboratuvarlarda gerçekleşen sızıntının Covid-19 virüsü ile ilgili olup olmadığının cevaplanması gerektiğini vurguluyorlardı.
20 Mart tarihinde Beyaz Saray’ın sitesinde yine aynı doğrultuda başka bir dilekçe daha görüldü. Covid-19’un ABD topraklarından kaynaklanmış olabileceğinden şüphe eden imzacılar, bu dilekçelerinde de, salgından birkaç ay önce Wuhan kentinde düzenlenen 2019 Dünya Askeri Olimpiyat Oyunları’na katılan Amerikalı asker sporcuların araştırma merkezinden yayılan sızıntı sonucu enfekte olarak bunu Çin’e taşıyıp taşımadıklarını sordular. İmzacılar, ABD hükümetinden Wuhan’daki oyunlara katılan -ve özellikle de oyunlardan sonra hastalandığını rapor edilen 5 kişinin de aralarında olduğu- sporcuların sağlık durumları ile ilgili şeffaf bir açıklama yapmasını istediler.
İki ülke arasındaki hibrit savaşta yeni bir cephe açacak gibi görünen Koronavirüs salgınında Amerikalıların Çin’i suçladığını ve virüsün kaynağı olarak bu ülkenin Hubey eyaletinin en büyük şehri olan Wuhan’ı gösterdiğini zaten biliyoruz. Çinlilerin ABD’yi işaret etmesinin ardında hangi olguların yattığından ise pek haberdar olduğumuz söylenemez. O nedenle, yukarıdaki satırlarda "geçtiğimiz yıl içinde meydana gelen ve esrarengiz niteliğini koruyan kimi gelişmeler" derken neyi kast ediyoruz tam olarak ve Koronaviru'e dair bambaşka bir senaryonun varlığından söz edilebilir miyiz? Bu yazıda bu sorunun cevabı peşine düşmek istiyorum. *
Bunun için, biraz sabrınıza da sığınarak ilkin 2018 yılının mayıs ayının sonlarına dönmek ve gözlerimizi atmosfere salınan sera gazlarının şiddetlendirdiği küresel ısınmanın ABD’de en çok vurduğu eyaletlerin başında gelen Maryland’a çevirmek istiyorum. Lütfen konudan uzaklaştığımızı düşünmeyin. Her şey birbirine bağlı!
Maryland, bilim insanlarının, ABD’nin iklim değişikliği kaynaklı yağış artışlarının haritasını da içeren 2014 tarihli, "Ulusal İklim Değerlendirmesi" başlıklı raporlarında da vurguladıkları üzere, ülkede bu yağış artışlarından en çok etkilenen bölgelerinin başında geliyor. Atlas Okyanusu’na kıyısı da olan Maryland eyaletinin küresel ısınmanın bedellerini en sert şekilde ödeyen coğrafyalardan biri olduğu, 1958-2012 arasında bölgenin aldığı yağış miktarında yüzde 71 gibi hiç azımsanamayacak bir artış olduğu bu raporlarda açık bir şekilde yer alıyor.
Ülkenin batısında bu artış yüzdesi 5-16 ile sınırlı iken ve güneybatıda yüzde 27’lik artışlar görülürken, elbette ki Maryland’a atfedilen rakam çok yüksek. Bu sebeple şiddetli yağışlar sık sık sellere yol açıyor ve bölgede sık sık büyük çaplı maddi hasara sebep oluyor. Maryland’da 2016 yılında şiddetli selin vurduğu ve insanları şaşkına çeviren selin daha şiddetlisi 2018 yılı Mayıs ayı ortalarında yaşandı. Aslında 2019’da da benzerini gördük. 2018’deki selde birkaç saat içinde 15 cm’nin üzerinde yağış aldı bölge. Birkaç gün içinde ise bu rakam 110 cm’ye ulaştı. Öyle ki, bu, bölgede bin yılda bir görülebilen bir yağış düzeyiydi. Maryland’da o yıl nehirlerin taşması sonucu milyonlarca dolarlık maddi hasara yol açan sel baskınları görüldü.
Bölgenin önemli kentlerinden Frederick de yoğun yağışlardan payını alan bir bölge oldu. Su seviyesi hem meskûn mahalleri hem de şehir merkezinde epeyce yükselerek hayatı son derece olumsuz yönde etkiledi. Varlığıyla ABD’nin biyolojik savunma amaçlı araştırmalarına ülkede en büyük katkıyı yapan bir tesis de bu sellerden kötü etkilenmişti: Frederick kendindeki Fort Detrick "Birleşik Devletler Enfeksiyon Hastalıkları Askeri Araştırma Enstitüsü"nde (USAMRIID) çalışan işçiler 17 Mayıs günü merkezin kritik işleve sahip sterilizazyon tesisinin zemin katının sel baskınından etkilendiğini fark ettiler. Burası, merkezin laboratuvarlarındaki atıksuyun işlemden geçirilerek arıtıldığı buharlı sterilizasyon tesisi idi. 25 Mayıs’ta tesisteki depolama tanklarında aşırı yağıştan ötürü sızıntılar meydana geldiği anlaşıldı. 26 Mayıs günü ilgili birimlerde onarımlar başladı. Ancak durumun tahmin edilenden de kötü olduğunun anlaşılması üzerine, 31 Mayıs günü "Level 3" ve "Level 4" olarak kategorize edilen laboratuvarlar "onarım çalışmalarından ötürü" kapatılmak zorunda kalındı.
Bu, 900 civarında personelin çalıştığı araştırma merkezinde yaklaşık 300 kişiyi aylarca etkileyecek bir gelişme demekti. Bu arada, Çevre Bakanlığı yetkilileri de tesiste "kamu sağlığını tehlikeye düşürecek" bir durum belirmesi ihtimaline karşı konuyu incelemeye aldıklarını, gelişmeleri Çevre Koruma Teşkilatı (EPA) ile eşgüdüm içerisinde değerlendirmekte olduklarını ilan ettiler.
Fort Detrick, aralarında ebola, şarbon ve veba gibi hastalıklara yol açan patojen maddelerin de bulunduğu çok sayıda "tehlikeli maddenin" araştırıldığı, ABD’nin en büyük biyolojik savaş araştırmaları merkezi olarak işlev görüyordu. Yürürlükteki iş güvenliği talimatnameleri gereği merkezin kapanan "Level 3" laboratuvarlarına çalışanlar koruyucu cihazlar ile girmek ve çıkışta mutlaka duş almak zorundaydılar. En yüksek düzeyde tecridin sağlandığı "Level 4" laboratuvarlarına ise pozitif basınç sağlanan ve uzay giysilerini andıran özel, koruyucu kıyafetlerle giriliyor ve çalışanlar havayı filtrelerden soluyarak ciğerlerine çekiyorlardı.
25 Mayıs’ta fark edilen sızıntı sonrası yapılan onarımlarla tesis buhar temelli sterilizasyondan kimyasal temelli arındırma sistemine geçirildi. 2019 yılının haziran ayında ise araştırma merkezi teftişten geçirildi. Ancak müfettişlerin incelemesi sonucunda, araştırmacıların merkezde yürürlüğe konmuş yeni prosedürlere istikrarlı bir şekilde uymadıkları, ayrıca arıtma sisteminde sızıntılara yol açan mekanik zafiyetler bulunduğu ortaya çıktı. Bu, tesisin belki de yeniden ısıtma temelli bir arıtma prosesiyle çalışma düzeneğine geri dönmesini gerektirebilirdi.
Nihayet, "Birleşik Devletler Enfeksiyon Hastalıkları Askeri Araştırma Enstitüsü," 2019 yılının Temmuz ayında alınan ani bir kararla belirsiz bir süreliğine kapatıldı ve tüm araştırmalar askıya alındı.
Konuyla ilgili olarak yapılan ilk açıklamalarda, "Araştırma Enstitüsü"nde (USAMRIID) çok ciddi güvenlik sorunları belirdiği, bu nedenle merkezde yürütülen tüm araştırmaların durdurulduğu belirtiliyordu. Aralarında ebola, şarbon ve veba gibi hastalıklara yol açan patojen maddelerin da bulunduğu çok sayıda maddenin araştırıldığı, ABD’nin bu en büyük biyolojik savaş araştırmaları merkezi, halkla ilişkiler yöneticisi Caree Vander Linden’in yaptığı açıklamaya bakılırsa, güvenlikle ilgili sorunların giderilmesi için aylarca kapalı kalabilecekti.
Kapatma kararı ve gerekçesiyle ilgili gelişmeler kendisine ilk olarak Frederick News-Post isimli bir yerel gazetede 2 Ağustos tarihinde, daha sonra da 5 Ağustos’ta New York Times gazetesinde yer buldu.
Aslında ABD biyolojik silah programını 1969’da resmen sonlandırmışsa da, Fort Detrick ölümcül patojenlerle ilgili çalışmalarını "savaşçı güçlerini biyolojik tehditlerden koruma" misyonu ve "savunma araştırmaları" başlığı adı altında bu merkezde sürdürüyordu.
Peki prosedürlerin yetersiz olduğunun ve mekanik zafiyetlerin bulunduğunun tespit edildiği tesiste ölümcül patojenlerin sızıntısıyla ilgili bir bulguya rastlanmış mıydı? Merkezin sözcüsü Linden’e bakılırsa, kapatma kararına rağmen, sızıntı tesis içinde tespit edilmiş, tesis dışına taşan bir sızıntı yaşanmamış, dolayısıyla kamu sağlığına tehdit oluşturacak bir durum söz konusu olmamıştı.
Ancak Fort Detrick "sabıkası" olan bir kurumdu. İngiliz Independent gazetesinde konuyla ilgili olarak yer alan bir habere bakılırsa, Araştırma Merkezi, envanterinde kayıtlı olmayan patojen maddeler depoladığı gerekçesiyle 2009 yılında da kapatılmıştı. Ayrıca, Askeri Araştırma Merkezi’nde 18 yıl çalışan Bruce E. Ivins isimli bir mikrobiyoloğun, 2001 yılındaki şarbonlu mektup saldırılarının faili olduğu, olaydan 7 yıl sonra ortaya çıkmıştı. Hatırlanacağı gibi, 11 Eylül saldırılarını takip eden birkaç hafta içinde New York ve Florida’daki basın kuruluşlarına ve ABD Temsilciler Meclisi ile Senato üyelerine mektuplarla gönderilen şarbon tozlarını soluması sonucu 5 kişi ölmüş, 17 kişi hastalanmıştı. Ivins, saldırıları kendisinin düzenlediği ortaya çıkınca ve hakkında resmen dava açılacağını öğrendikten sonra aşırı dozda ilaç alarak intihar etmişti .
ABD’de bu tip araştırma merkezlerinin kapatılması yönündeki kararları bizdeki (eski ismi ile Hıfzıssıhha’nın) yeni adıyla Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun muadili olan ve Atlanta şehrinde bulunan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (Centers for Disease Control and Prevention - CDC) alıyor. Nitekim Fort Detrick’in kapatılmasına da o karar vermişti. Konuyla ilgili olarak CDC tarafından yapılan ilk açıklamada, Fort Detrick’deki merkezin en yüksek güvenlikle donatılmış laboratuvarlarının "atık suyu arındırma" işlevi yapamaz hale geldiği belirtilmişti. Açıklamada, ayrıca kapatmaya biyo-güvenlik standartlarının karşılanmasını ve güvenlik prosedürlerinin uygulanmasını imkânsız kılan gelişmelerden ötürü ve "milli güvenlik gerekçeleriyle" karar verildiği kaydedilmişti. CDC bu tür durumlarda kurumlar için "cease and desist" (yani, dur ve yaptığın işten vazgeç") adı da verilen bir emrin kaleme alındığı bir mektup yayımlıyordu.
Söz konusu araştırma merkezi de 18 Temmuz 2019 tarihinde böyle bir mektup almış ve yukarıda da belirttiğimiz gibi o ay içinde kapatılmıştı. Mektubun hemen akabinde, Fort Detrick Araştırma Enstitüsü’nün ABD’de hastalıklara sebep olan malzeme kullanımını ve sahipliğini gözetmekle yükümlü olan Federal Seçili Maddeler Programı’ndaki kaydı iptal edilmişti.
Söz konusu Program, ABD’deki iki önemli kamu kurumu tarafından ortaklaşa yürütülen bir program: CDC’nin Seçili Maddeler ve Toksinler Birimi ile ABD Ziraat Bakanlığı’na (USDA) bağlı bir kamu kurumu olan Hayvanlar ve Bitkiler Sağlık Teftişi Hizmetleri’nin (APHIS) Zirai Seçili Maddeler Hizmetleri (AgSAS) birimi. Seçili Maddeler ve Toksinler’denkasıt da ebola, şarbon vb. patojenlerin de aralarında yer aldığı maddeler.
Fort Detrick Araştırma Enstitüsü ile ilgili bildiğimiz bir başka husus da, FDA’den (Food and Drug Administration) aldıkları onay akabinde üzerinde çalıştıkları ebola virüsü ile ilgili geliştirdikleri söylenen bir aşıyı maymunlar üzerinde deneyerek etkililiğini araştırdıkları.
Ancak, Araştırma Enstitüsü’nün CDC tarafından kapatılmasının arkasında spesifik olarak hangi maddelerin yarattığı endişeler yatıyor, bunların tamamını bilmemiz aradan geçen onca zamana rağmen bugün de mümkün değil. Hatta eski bildiklerimizin ne olduğunu hatırlamamız bile mümkün değil. Bir diğer deyişle, bu konuya o tarihlerde yer veren kimi online kaynaklara bugünlerde erişmeye kalktığımızda, ilgili sayfalarda "404 Not Found" mesajı alıyoruz.
Konu bizim için olduğu kadar bazı Amerikan yasa koyucular için de şaşırtıcı. Örneğin konuyu Ordu Sekreterliği yerine basında yer alan haberlerden öğrendiği için hayal kırıklığı yaşadığını söyleyen Maryland’ın Demokrat senatörü Chris Van Hollen, 9 Ağustos 2019 tarihinde ABD Ordusu Sekreter Vekili Ryan McCarthy’ye mektup göndererek, CDC’nin tesisteki teftişi sırasında tespit ettiği zafiyetlerin sonucu olarak herhangi bir kişinin tehlikeli bir biyolojik/kimyasal maddeye maruz kalıp kalmadığını sordu.
Bizler Araştırma Merkezi’nin yeniden açılıp açılmayacağını öğrenene kadar, arada çok önemli başka gelişmeler oldu. 2019 yılının Ekim ayında Çin’in Hubey eyaletindeki Wuhan kentinde 2019 Dünya Askeri Olimpiyat Oyunları gerçekleştirildi. 109 ülkeden 9 bin 308 sporcunun 18 -27 Ekim tarihleri arasında mücadele ettiği oyunlara, Türk sporcuların yanı sıra, ABD Ordusu’ndan da 300 civarında sporcu katılmıştı.
Bu arada, Dünya Askeri Olimpiyat Oyunlarının açılışının yapıldığı 18 Ekim günü, ABD’nin New York kentinde de bir başka önemli etkinlik düzenleniyordu. John Hopkins Üniversitesi’nin Bill & Melinda Gates Vakfı ile birlikte düzenlediği ve bir tür tatbikat niteliği taşın etkinlik, ilginç bir tesadüfle "Event 201 – A Global Pandemic Exercise" adını taşıyordu.
CDC’den (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri) sağlık uzmanları ile akademisyenlerin yanı sıra CIA yetkilileri ile bazı Amerikan şirket temsilcilerinin katıldığı etkinlikte, SARS’tan biraz daha öldürücü ve bugüne kadar görülmüş virüslerden çok daha hızlı yayılma yeteneğine sahip olup aşısı bulunmayan bir virüse karşı verilebilecek olası bir mücadelenin simülasyonu gerçekleştirildi. Ölümcül bir virüsün yol açtığı küresel bir pandemi vakasının bir tür "provası" gibi görülebilecek simülasyon çalışması 3 buçuk saat sürmüş ve başarılı bir çalışma gerçekleştirildiği söylenmesine rağmen, simülasyonda 65 milyon insanın hayatını kaybettiği gözlenmişti.
Sonraki gelişmeleri az çok biliyoruz… 17 Kasım’da Çin’de önce zatürre kaynaklı olduğu sanılan ilk Covid-19 vakası yaşandı. Çin hükümetinin elindeki verilerden hareket eden South China Morning Post isimli gazetede yer alan habere göre, resmi olmayan bilgiler ilk Koronavirüs hastasının 55 yaşında Hubeyli bir Çinli olduğuna işaret ediyordu. O tarihten sonra her gün 1-5 arası yeni vaka rapor edildi. 15 Aralık tarihine gelindiğinde resmi kayıtlara göre, enfekte olan kişi sayısı 27’ye ulaşmıştı. 17 Aralık’ta ise günlük vaka sayısı iki basamaklı sayılara tırmandı. Hubey Eyalet Hastanesi’nden Zhang Jixian isimli bir doktor, 27 Aralık tarihinde Hükümet yetkililerine hastalığın kaynağının Koronavirüs adı verilen yeni virüs olduğunu söyledi. 2019’un son günü enfekte olan kişi sayısı 266’ya ulaşmıştı.
2020 yılının Ocak ayı tıp çevrelerinde Covid-19 olarak bilinen Koronavirüs’ün Wuhan’ı kasıp kavurmaya başladığı bir ay oldu. 31 Ocak 2020 tarihli Science Magazine’de yer alan bir makalede, virüsün kaynağının hayvanlar olduğu ilk kez ileri sürülüyordu. Zira, Wuhan Viroloji Enstitüsü’nden Şi Zheng Li’nin liderliğinde yapılan ve 23 Ocak tarihinde bulguları paylaşılan bir araştırmada, Covid-19’un yarasalarda rastlanan Koronavirüsü ile yüzde 96,2 oranında, SARS ile de yüzde 79,5 oranında benzeştiği kaydedilmişti.
Malum, Koronavirüs tartışmalarının merkezinde, başından beri, deniz mahsullerinin yanı sıra memeli hayvanların da satıldığı Wuhan Deniz Ürünleri Toptan Gıda Pazarı yer alıyor. Hatırlanacağı gibi, virüsün ilk kez bu pazarı ziyaret eden kişilerde görüldüğü ileri sürülmüştü. İddianın temelindi pazardan alınan numuneler oluşturuyordu. Ulusal Viral Hastalıkları Kontrol ve Koruma Enstitüsü uzmanlarınca bu pazardan 1 Ocak ve 12 Ocak 2020 tarihlerinde alınan 585 numuneden 33’ünde Koronavirüs'ün nükleik asidine rastlanmıştı. Bu 33 numunenin ikisi hariç geri kalan kısmı da, Gıda Pazarı’nın ağırlıklı olarak yaban hayvanlarının satıldığı batı ucundan alınan numunelerdi.
Scripps Research isimli araştırma şirketinde evrimsel biyoloji uzmanı olarak çalışan Kristian Andersen’e göre, bu gerçek, virüsün doğrudan yarasalardan insana geçtiği anlamına gelmiyor. Ancak Georgetown Üniversitesi’nde enfeksiyon hastalıkları uzmanı olarak görev yapan Dr. Daniel Lucey’in dikkatini çektiği gibi, söz konusu bulgular, Pazar’ın virüsün yayılmasında rol oynadığına işaret ediyor olabilir. Yine de, virüs buradan yayılmış olsa da kaynağının burası olmadığını Dr. Lucey de özellikle belirtiyor.
Dr. Lucey’in bu konudaki referansı, 24 Ocak 2020 tarihindeThe Lancet dergisinde yer alan ve Wuhan’daki hastanelere kabul edilen ilk 41 hastaya dair detayların Çinli hocalar tarafından paylaşıldığı "Clinical features of patients infected with 2019 novel coronavirus in Wuhan, China" başlıklı makale. Wuhan’da bilinen ilk hastada virüsün 1 Aralık tarihinde saptanmış olduğuna dikkat çekilen makalede, bu kişinin pazarla hiçbir ilgisi ve irtibatının olmadığı da belirtiliyor. Dr. Lucey, buradan hareketle, virüsün pazara bulaşmadan önce hem enfekte olmuş hayvanlar hem de insanlar yoluyla insanlar arasında sinsice yayılmış olduğu sonucuna varıyor.
Nitekim, onun gibi düşünen çok sayıda bilim insanı var. Söz konusu makalenin yazarlarından akciğer hastalıkları uzmanı Bin Cao, bunlardan biri. Science dergisinin sorularına e-posta yoluyla verdiği cevabında Cao, "dürüst olmak gerekirse virüsün nereden geldiğini hala bilmiyoruz" diyordu.
Soru bir kez Bin Cao’ya yöneltildiği şekliyle konunca onu dürüstçe cevaplamaya yaklaşanlardan biri de, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) Direktörü Robert Redfield oldu. Redfield’ın, Mart ayında kendisine yöneltilen "ABD’de daha önce influenzaya atfedilen ama gerçekte Koronavirüs'ten kaynaklı ölümler olmuş olup olmadığına" yönelik bir soruya karşılık olarak, "Birleşik Devletler’de bazı vakalara bu şekilde teşhis konulduğu doğrudur" şeklinde yanıt vermesi Çinliler tarafından sadece "dürüst" değil, aynı zamanda heyecan verici de bulundu. Ve Redfield’ın bu muğlaklık da içeren cevabı Koronavirüs üzerinden yürüyen ABD-Çin mücadelesini kızıştırmışa benziyor.
Mart ayının sonlarına yaklaştığımız şu günlerde artık Çin’de iç kaynaklı yeni Koronavirüs vakası çıkmadığını, salgının artık Avrupa, Ortadoğu ve ABD’yi vurmakta olduğu gözleniyor. Bu da, salgını büyük ölçüde atlatmış görünen Çinlilerin ABD ile Koronavirüs üzerinden yürüyen mücadelelerine bundan sonra daha fazla enerji ve zaman ayıracaklarının bir başka göstergesi.
İki ülke arasındaki yer yer komplo teorileriyle de bezenen mücadele ne yönde yürürse yürüsün, umarız bizler bir yandan salgının daha rahat atlatılmasını mümkün kılacak gelişmelerin bir bir gerçek olduğuna tanık olurken, bir yandan da, umarız, konuyla ilgili karanlıkta kalan noktaların iyice aydınlanması ve hakikatlerin ortaya çıkması da mümkün olur.
Twitter: @akdoganozkan
* 22 Mart 2020 itibarıyla dünya çapında yüz binlerce kişiyi etkilemiş, binlerce kişinin hayatını kaybetmesine sebep olmuş bu salgının şu an kuşkusuz en az ilgi gösterilmesi gereken veçhesi, hangi coğrafyadan kaynaklandığı. Önce virüsü taşıyan kişilerin saptanıp tecrit edilmesi, diğerlerinin de gerekli önlemleri alıp kendisini en kötü senaryoya hazırlaması, ardından da de tüm bir insanlık olarak oturup "biz nerede ne hatalar yaparak böylesi yüksek bir bedelin belirmesine katkı yaptık" diye hayvanlara karşı yaptığımız mezalimin arkasındaki türcü anlayışımızdan tutun da küresel ısınmaya, silahlanma yarışına vd. bir çok alanda sorgulama yapmak gerekliliği varken, bu salgının dünyaya yayılmasından spesifik olarak hangi insanlık coğrafyasının tam olarak sorumlu olduğunu tartışmanın -özellikle şu noktada- çok bir anlamı olduğu düşünülmeyebilir.
O yüzden, bu yazıyı bu spesifik olayda tüm sorumluluğu üzerine yıkacağımız "suçluyu" ya da "haini" ortaya çıkarıp rahatlamak saikiyle kaleme alıyor değilim.
Olayın ardında başka bir senaryonun varlığına işaret eden kimi gelişmeler ve bulguları, kimi şüpheler ile birlikte aktaracak olsam bile, böyle bir faturanın ortaya çıkmasında hepimizin paydaşı olduğu kolektif bir zihniyetin yattığını biliyorum. O yüzden, kaynağı ne olursa olsun, bu salgına "insanlığımızı sorgulatan" bir anlayışla yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ama ince eleyerek, ortada çok açık ve net görülüyormuş gibi duran "kaynak" meselesinde de hakikatin peşine düşmek, perdeyi aralayıp arka planda atlamış olabileceğimiz bir şeyler, olay ve olgular var mı, onlara bakmak şart. Malum, son haftalarda meselenin 359 veçhesi çeşitli şekillerde çok sayıda kişi tarafından masaya yatırılıyor. Hiçbirinin dile getirilişine itirazım yok. Ama meseleye dair 360 derecelik bir bakış açısına sahip olacaksak, o sona kalan 1 veçhe üzerinden de ben söz almak istedim. Söz almak ve hepimizin hayatlarını geri dönülmez bir biçimde ve dramatik olarak değiştirme potansiyeline sahip Koronavirüs salgını ile ilgili olarak başka yerde pek fazla duyma şansınızın olmadığı bilgiler aktarmak, daha geniş bir bakış açısı kazanmamıza yardımcı olacak noktalara ışık tutarak size farklı bir hikâye sunmak isterim.
Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir
İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken
“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor
© Tüm hakları saklıdır.