27 Mart 2017

Kararsızlar ve 16 Nisan referandumu

Türkiye’de neredeyse her beş kişiden birinin başkanlık referandumunda kullanacağı oyun rengi konusunda “kararsız” olması bana pek inandırıcı gelmiyor

Kamuoyu araştırma şirketlerinin tamamının 16 Nisan referandumuna dair neredeyse el birliğiyle işaret ettiği belki de tek sonuç, oylamanın kaderini “kararsızların” belirleyecek olması. Nasıl bir yekun teşkil ediyor peki bu kararsızlar, diye bakınca da çok ciddi bir rakam görüyorsunuz. Son yoklamaları yapan şirketlerden birine göre, kararsızların oranı yüzde 17 civarında. Bir başka deyişle, Türkiye’de neredeyse her beş kişiden biri 16 Nisan’da ne yönde oy kullanacağını daha bilmiyor, deniyor.

Açıkçası kesinlikle bu fikirde değilim. Son birkaç yılda olağanüstü bir şekilde polarize olmuş ve kemikleşmiş sadakat cephelerinin yaratıldığı Türkiye’de neredeyse her beş kişiden birinin başkanlık referandumunda kullanacağı oyun rengi konusunda “kararsız” olması bana pek inandırıcı gelmiyor. Hatta ülke olarak belki de ilk kez seçim kampanyalarının sandığa etkisinin en düşük düzeyde gerçekleşeceği bir oylamaya gittiğimizi düşünüyorum.

Evet belki azımsanmayacak bir kesim kullanacağı oyun rengini belli etme konusunda pek istekli davranmamış olabilir. Özellikle de önceki seçimlerde iktidar partisine oy vermiş blok içinde yer alıp da bugün eli “evet”e gitmeyecek bir kesim olduğunu biliyoruz. Bunlar oylarının rengi konusunda –anlaşılabilir nedenlerle- çok manifestatif davranmak istememiş, çareyi de kendilerini kamuoyu yoklamalarında “kararsız” gibi göstermekte bulmuş olabilirler.

Ama ben –yine anlaşılabilir nedenlerle- 2017 Türkiye’sinde her beş kişiden birinin “valla, iktidar partisinin işaret ettiği şekilde evet mi desem, yoksa hayır mı, karar veremiyorum” diye düşündüğüne ikna olamıyorum bir türlü.

Çünkü Norveç’te yaşamadığımı gayet iyi biliyorum. Sokağa çıkıyor, bakıyor, arada soruyor, dinliyorum. Taksi şoföründen berberine, temizlik işçisinden öğrencisine “evet mi, hayır mı” oyu kullanacağı konusunda kararsız kaldığını söyleyen tek kişiye rastlamıyorum.

Maşallah herkes kampanyanın şefiymişçesine gayet kararlı!

Elimde hiç bir bilimsel veri yok tabii. O nedenle dilediğinizi düşünebilirsiniz. Ama şöyle de izah edesim, şu veriyi gösteresim var: Türkiye’de bugün bir organize cehalet rejimi içinden geçiyoruz. Burası dizilerden öğrendikleri 3 kuruşluk tarih bilgisiyle tarih profesörlerine, doçentlerine “hadi ordan” çekebilenlerin, siyaset bilimi nosyonlarından zerre haberdar olmadan, “kuvvetler ayrılığı” konusunda sert diskur çekenlerin, tek bir kitap okumadan her konunun uzmanıymış gibi karşı cepheye atarlananların ülkesi.

Burası cehaletin artık özgüven patlaması içinde olduğu, hatta insanların cehaletleriyle ödüllendirilebildiği bir ülke. Okumamışları okumuşlara tercih edenlerin artık profesörlerden çıkabildiği bir ülke!

Hatta onun bir adım da ötesi... Bir nevi, “hişt bana bak! Akıllı ol, aklını alırım” ülkesi!

Öyle, çünkü geçen zaman içinde bize neyi nasıl bilmemiz gerektiği kararlılıkla öğretildi!

Bu ülkede artık herkesin kararı net! Son kararımız peşin bizim!

Her şeyi bunca peşin peşin bilen insanların olduğu ülkede kararsız mı olur!

Bizi kararsız bırakacak konular varsa da, hemen kararlılığımızın alanlarına çark ederiz biz. Mesela, anayasal denge ve denetleme mekanizmalarının önemiyle ilgili ya da yasamanın başkan üzerinde bir denetleme işlevi görmesine imkan tanıyan bütçe vs. mekanizmalarla ilgili bir tartışma yapacak iken kendinizi bir anda Almanya’nın 3. havalimanımızı ve otoyollarımızı kıskandığıyla ilgili absürd bir noktada bulabiliriz.

 O yüzden durum net...

Kararlıyım, kararlısın, kararlı!

Burada kararsız yok, burada herkes çok “kararlı!

Başımıza epeyce iş açacak olsa da bu böyle...

Kimse milletimizin kararlılığını test etmeye kalkmasın!

Bilmem anlatabiliyor muyum?

twitter: @akdoganozkan

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"