07 Mart 2016

IŞİD’i kim kurdu, kim büyüttü?

“Irak’ın en şanslı adamı”nın kim olduğunun kahkahalar eşliğinde ilan edildiği basın toplantısı olduğunu düşünüyorum

I. Körfez Savaş’ında Amerikan birliklerinin komutanı -nâm-ı diğer Çöl Ayısı- General Norman Schwarzkopf, Irak’ı yoğun bir şekilde bombaladıkları günlerden birinde bir basın toplantısı için kameraların ve basın mensuplarının karşısına geçti ve “bugün size Irak’ın en şanslı adamının resmini göstereceğim” dedi.

Onu 30 Ocak 1991 günü akşamı Beyazıt’taki Güneş gazetesinin TV ekranından izleyen Dış Haberler Servisi elemanları olarak bizler bir video kaydı izleyeceğimizi anlamış, bir yandan da merak etmiştik! Kimdi acaba bu “şanslı” şahsiyet?

Derken video başlatıldı ve muhtemelen bir uydudan çekilmiş siyah/beyaz “olay mahalli “görüntüleri ekrana geldi. Bir kamyon bir köprünün üzerinden geçiyordu. Belli ki birazdan bir Amerikan savaş uçağından fırlatılacak lazer güdümlü bir bombanın Irak’ta bir köprüyü imha edişine tanık olacaktık.

O günlerde bu basın toplantılarında temel format, Amerikalıların “surgical strike” (cerrahi darbe) olarak nitelediği bombardımanlarındaki “akıllı bombaların” nasıl büyük bir hassasiyetle hedefe isabet ettiğini gösteren böyle videolar izletmekti. Savaş bir tür silah endüstrisi fuarı olarak da işlev görüyordu. ABD AŞ’nin teknik müdürlerince (!) yapılan bu tip sunumlar da Amerikan silah endüstrisinin en yeni mamullerinin maharetlerinin sergilendiği bir tür ön-satış aktivitesi gibiydi.

Neyse... Irak’taki en şanslı adamı gösterme vaadiyle sahne alan Çöl Ayısı bizden, önce görüntülerde artı (+) işareti şeklinde belirmiş hedef noktasına odaklanmamızı istedi. Kamyon ilerlerken de, “şimdi de adamın dikiz aynasından arkada neler olduğuna bakın” dedi. Kamyon köprüyü ardında bıraktıktan 1-2 sn. sonra, “akıllı bomba” hedefiyle buluşarak köprüyü havaya uçuruyor, ortalık alev, duman ve toza boğuluyordu.

Salonu dolduran “iliştirilmiş gazeteciler” bu “dikiz” anının zevkiyle kahkahalara boğuldular. Kamyonuyla bombadan bir kaç saniye önce köprüden geçerek ölümden kıl payı kurtulan adam Schwarzkopf tarafından bir kez daha “Irak’ın en şanslı adamı” ilan edildi.

Evet, ben IŞİD’in bir savaş örgütü olarak kurulmasına giden hatalar zincirinin başlangıcının yukarıda bahsettiğim ve “Irak’ın en şanslı adamı”nın kim olduğunun kahkahalar eşliğinde ilan edildiği basın toplantısı olduğunu düşünüyorum.

Tarih kitapları IŞİD’in (ya da DEAŞ’ın) temellerinin silahlı eğitim kampları kurma amacıyla 1999 yılında Ürdün’den Afganistan’a geçen Ebu Musab el Zerkavi tarafından atıldığını yazabilirler. Haklı olabilirler de. Ama benim düşüncem böyle!

Tabii bunu derken, IŞİD’in o bombardımandan kıl payı kurtulan “Irak’ın en şanslı adamı” tarafından kurulduğunu falan söylüyor değilim. Gerçi böylesi de “Er Ryan’ı Kurtarmak” filminin gizli militarist ruhuna uygun, Amerikanvari bir “gelişme” olurdu. “Bak vicdanları elvermedi, hayatta bıraktılar, gitti IŞİD’i kurdu, ABD’nin başına bela oldu,” falan gibi... Ama maalesef elimizde o kamyonun sürücüsünün Ebu Musab el Zerkavi ya da Ebu Bekir el Bağdadi olduğunu gösteren bir kanıt yok.

Yine de IŞİD’in tohumlarının ABD önderliğindeki çok uluslu koalisyonda yer alan ülke politikacıları ile askerlerinin aymazlığı ve körlüğü ile o günlerde o kuşbakışı görüntülerin aldatıcılığında atıldığını düşünüyorum. Tabii bu körlüğe kahkahalarıyla refakat eden “iliştirilmiş” medya mensuplarının da mevcut tablodaki sorumluluğunu unutmamak lazım.

Akıllı bombaların payı da ayrı tabii! Amerikan uçakları o köprüye belki de toplamda 30 sorti yapmış, “akıllı bombalar” 29’unda köprü yerine civardaki bir sivil yerleşimi bombalamıştır. Belki bu rakamlarla biraz mübalağalı davranmış oluyorum. Ama ABD uçaklarının I. Körfez Savaşı’nda 30-35 bin Iraklının ölümüne sebep olması “akıllı bombaların” alandaki “öğrenme süreci”nin de bir göstergesiydi. Tabii bu çok da önemli görülmüyordu. Önemli olan, ABD ve koalisyon uçaklarının bir hayalet gibi gökyüzünde özgürce gezinebilmesi ve hiç görülmeden yerdeki Iraklıları ve Irak’ın askeri/ sivil altyapısını oluşturan hedefleri kaç sorti gerekirse gereksin birer sinek gibi, kolayca avlayabilmeleriydi.

En dehşetli sivil kaybı galiba Bağdat’ın Amiriye bölgesindeki bir hava saldırısında yaşanmıştı. Amerikan uçakları 1991 yılı 13 Şubat’ında Iraklıların geceleri hava saldırılarından korunmak için saklandıkları bir sığınağı bombalamış ve 3 m. kalınlığındaki betonu çatısındaki çelikle birlikte delik deşik eden bombalar 400 civarında insanın ölümüne sebep olmuştu.

Binanın bulunduğu noktayı gezenlerden biri de CNN’in tanınmış savaş muhabiri Peter Arnett idi. Sığınağın bombardımanların ilk gününden beri sivillere ev sahipliği yaptığını televizyonlardan söyleyen Arnett de Amerikalılarca “gayrı-vatansever gazetecilik” yapmakla suçlanacak ve bir süre sonra sesi kısılacaktı. Arnett 12 yıl sonra II. Körfez Savaşı sırasında da bu kez NBC tarafından benzer gerekçelerle işten atılacaktı.

Bir seferinde de Amerikalılar bir süt fabrikasını vurmuşlardı. Aynı şekilde, Britanya Kraliyet Hava Kuvvetlerine ait bir bombardıman uçağından fırlatılan iki lazer güdümlü füze de Fırat nehri üzerindeki Felluce Köprüsü’nü vuracağı yerde gidip şehirdeki pazar yerini vurunca 200 civarında Iraklı sivilin ölümüne neden olmuştu. Bir seferinde de Felluce üzerindeki köprülerden birine Amerikalılarca uçaklardan ateşlenen dört lazer güdümlü akıllı (!) bombalardan biri köprüye, ikisi suya biri de şehirdeki pazar yerine isabet etmişti. Bombalardaki akıl (!) bu kadardı işte!

Felluce’nin 1991’de başlayan “uluslararası koalisyon güçleri” nefreti 2003’te, yani II. Körfez Savaşı’nda iyice büyüyecekti. Şehir bu tarihten sonra Amerikan askerlerinin büyük zulmüne ve büyük bir direnişe sahne oldu. Artık savaş bütün dehşetiyle şehir içlerinde, sokak sokak, ev ev yaşanıyordu. Zerkavi, çoğunluğu Sünni olan Felluce'de ABD'yi kanlı bir savaşa çekerek, Sünniler arasındaki ABD nefretini körüklemeyi başarmıştı. Amerikan birlikleri de adeta aynı amaca hizmet etmek için yarışıyordu. ABD'nin 2004'te Irak’ta öldürdüğü her dört kişiden en az biri Felluce’de yaşamını yitirecekti

Irak’ın bu “Camiler Kenti” ABD ordusunun Kasım 2004 tarihli hava saldırıları ve topçu ateşi ile yakılıp yıkıldı! Bu saldırılar sonrasında Felluce’de binlerce ev enkaza döndü, yüz binlerce kişi şehirden kaçarak başka yerlere sığındı. Felluceli çocuklarda ilerleyen yıllarda çok sayıda kanser vakaları görülecek, seyreltilmiş uranyum kullandığı bile ileri sürülen ABD o çatışmalarda en azından fosfor bombası kullandığını yıllar sonra kabul edecekti. Ancak Batı medyası o tarihte ABD’nin Felluce’deki kirli savaşını büyük ölçüde görmezden geliyor ve Saddam Hüseyin’ın bütünüyle yalan olduğu yıllar sonra ortaya çıkan “kitle imha silahları” ile ilgili hikayeler peşine düşüyordu.

Fallujah: Shocking and Awful” ya da “Caught in the Crossfire” gibi belgeseller Amerikalıların bu şehirde estirdikleri zulmü olağanüstü detaylarıyla aktaran önemli bir belge niteliği taşır. Zaten bu örgütün bağımsız İslam Devleti’ni (3 Ocak 2014’te) Körfez Savaşı’nda en büyük Amerikan şiddetine maruz kalmış ve Irak’ın acılarının sembolü olmuş Felluce’de ilan etmesi bir tesadüf değildir.

Koalisyon güçleri Felluce kentini “Saddam’dan kurtarmak (!) için” yok etmişlerdi. Ancak orantısız güçleri ve bombardımanlarıyla asıl yok ettikleri belki de düşmanlarının yüreklerindeki son insani duygu kalıntıları oldu!

Uzun lafın kısası, son yıllarda vahşice yöntemler benimsemiş bir savaş örgütü olarak beliren IŞİD’in tohumları aslında Suriye Savaşı’ndan yıllarca önce, ABD’nin 1991’de başlayan ve 2003 -2004’te zirve yapan hatalı askeri stratejilerince Körfez Savaşları’nda atıldı. Nitekim geçtiğimiz hafta ABD’nin eski bir askeri danışmanı olan David Kilcullen’in “ABD Irak’ı işgal etmeseydi IŞİD diye bir şey olmayacaktı” minvalinde söylediği sözler, bu gerçeğin ve hataların birinci elden itirafı özelliği taşımaktadır.

Ancak söz konusu hatalar savaş ve işgal ile sınırlı kalmadı. Sünnilerin boykot ettiği 2005 seçimleri öncesinde ve sonrasında da devam etti. Eski Baasçılar kamu ve ordudaki görevlerinden alınır, ülke hızla Baassızlaştırılırken, Pentagon şefleri kendilerini dışlanmış hisseden Sünni aşiretlerin devlet himayesine alınmasında ve olası bir Sünni direnişinin dizginlenebilmesini sağlamada Saddam Hüseyin kadar bile bir beceri sergileyemediler. Seçimler sonrasında Şiiler ve Sünnilerin mezhep savaşına sürüklendiği ülke hızla kan gölüne döndü. Ve o tarihte Irak El Kaidesi olarak beliren bu örgüt (IŞİD) kendini canlı bombalarla, araçlı bombalarla (VBIED) ve kafa kesen infazlarıyla, kısacası acımasız eylem ve infaz biçimleriyle öne çıktı.

IŞİD mensupları Suriye Savaşı’nda da sergiledikleri bu acımasızca yöntemleri ve eylemleri her şeyden önce, psikopat oldukları için değil, ABD ve müttefiklerini vekalet savaşından doğrudan savaşa çekebilmek, bu ülke hükümetlerinin kendi kamuoylarından bu doğrultuda “vize almalarını” kolaylaştırmak amacıyla benimsediler.

ABD’nin II. Körfez Savaşı’ndaki savunma stratejilerinin mimarı olan Donald Rumsfeld ve Paul Wolfowitz gibi “şahin” kurmaylar o dönemlerde yaptıkları hataların o coğrafyada IŞİD temelli bir halifelik inşasına gidecek denli büyük bir bedeli olacağını öngörememişlerdi. Hatta IŞİD’in kurucusu olarak kabul edilen Zerkavi’yi savaş sırasında desteklemişlerdi.

ABD’nin 2001-2005 arasında Dışişleri Bakanı olan Colin Powell, Zerkavi’nin Usame bin Ladin ile bağlantılı olduğunu ve bölgedeki en büyük tehlike olarak belirdiğini ısrarla söylemesine rağmen, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld kendisini ciddiye almıyordu bile. Powell’ın haklı olduğu, 2004 yılı Ekim ayında Zerkavi’nin bin-Ladin’e biat ettiğini açıkladığı video kaydıyla ortaya çıktı. Ancak Washington’daki güç mücadelesini şahinler kazanmıştı; ABD’nin dış politika tercihlerinde yanıldığını söyleyen Powell Kasım 2004’te görevinden ayrılarak yerini Condeleezza Rice’a bırakacaktı.

ABD’nin hatalar zinciri bunlarla sınırla kalmayacak ve ilerleyen yıllarda buna yeni halkalar da eklenecekti. ABD ordu birlikleri 2011’de Irak’tan çekilirken dahi Irak İslam Devleti’ni önemsememek gibi bir hataya düşüyordu. O tarihte Amerikalıların gözünde en büyük tehlike Şii dini lider Muktada el Sadr ile İran idi.

Obama yönetimi ABD güçlerinin Irak'tan çekileceğini açıkladığında, 3 milyondan fazla Iraklı yerinden yurdundan edilmiş, 800 bin Iraklı (asker ve sivil) ile 4 bin 500’e yakın Amerikan askeri de hayatını kaybetmişti. ABD Irak’tan 2011 Aralık’ında tamamen çekildiğinde, ardında yakılmış yıkılmış, elektrik ve su şebekeleri imha edilmiş şehirler bırakıyor, ülkenin güvenliğini lağvedilmiş bir ordu ile kendi emniyetini dahi sağlayamayan bir polis teşkilatına emanet ediyordu.

ABD, sözüm ona “demokrasi getirmek” için 2003’te girdiği Irak’tan 2011 yılında “halifelik getirmek” üzere olduğunu bilerek çekiliyordu!

Evet, “bilerek çekiliyordu” dedim. Zira, Kasım 2012’de gerçekleştirilen ABD Başkanlık seçimlerinden üç ay öncesinde kaleme alınan bir belgeye bakılırsa, Obama yönetimi tüm Arap dünyasından Irak arenasına büyük bir cihatçı akını başlayacağını, ABD askerlerinin çekilmesiyle Irak’ta IŞİD’in çok güçleneceğini ve bu bölgede bir “halife” atayacağını maalesef biliyordu.

Sonrasını, yani Suriye Savaşı’nda IŞİD’in nasıl yol aldığını az çok biliyoruz. Ben “öykünün” başını kendi süzgecimden hatırlatmak, IŞİD’i bugünlere kimlerin hangi patetik hatalarıyla getirdiğini, “Irak’ın en şanslı adamı” ilanından başlayarak aktarmak istedim! Aktaralım ki, Irak ile Suriye’yi parçalamaya niyet edenlerin bunu yaparken bölgede bir Sünni devlet kurulmasına izin vermemeleri halinde, daha geniş bir coğrafyaya daha büyük bir kötülük yapmış olacakları ve bunun IŞİD’i büyütmekten başka bir işe yaramayacağı net olarak anlaşılsın.


twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"