20 Ekim 2014

İnsanlığı (!) keşfin hayvani acısı

Dünya tüm canlılara eşit mesafede durabilecek bir “yeni insan” anlayışını, mevcuttan köklü bir kopuş anlamına gelecek bir “insanlık devrimini” epey bir zamandır bekliyor

Tarih boyunca hemen hemen bütün ideolojiler (ister küçük harfli olsun, ister büyük harfli) insanı evrenin doğal ve imtiyazlı mirasçısı olarak gördüler.

Yani, evren, varlığını insanın varlığına armağan ettiğimiz bir “kozmik-oluş” idi. Evren varsa, onu içeriklendiren ve anlamlandıran insanlık için vardı.

Bu nedenle de insan, bazen “ilerlemenin motoru”, bazen de “tarihin öznesi” olarak görüldü. İnanç dünyası da insanı piramidin tepesinde gören bu “torpilli” bakış açısını kutsuyordu. Dinler için insan “eşref-i mahlukât” idi.

Peki acaba “tarihin şerefli öznesi”nin bu “ayrıcalıklı” rolü konusunda yanılıyor olamaz mıydık?

Benim bu ve benzeri soruları ilk kez anlamlı bulmam Nobel ödüllü Fransız biyolog Jacques Monod sayesinde oldu.

Chance and Necessity” isimli eserin (1983) de yazarı olan Monod’ya göre, bilimsel ilerlemecilik insana evrenin merkezi rolünü atfetmiş olabilirdi, ama bu ayrıcalıklı rol bir yanılsamadan ibaretti. Fransız biyolog, insanın yeryüzündeki belirişinin ardında herhangi bir tarihsel yasa veya kozmik bir düzen olmayabileceğini savunuyordu.

Evrim kuramcılarının ve mekanik maddecilerin tersine Monod, insanın yeryüzündeki belirişinde temel rolü sonsuz ihtimaller denizindeki rastlantıların oynamış olabileceğini düşünüyordu.

Yani insanoğlu, bir biyolojik rastlantının sonucunda ortaya çıkmış olabilirdi.

Zihnimi bu ve benzeri sorulara daha fazla açan isim Fransız filozof Roger Pol Droit oldu. Bir biyolojik rastlantının ya da bir kazanın sonucunda meydana gelmiş olabileceğimizi düşünen Droit’ya göre (2002), insan dünya üzerinde nasıl belirdiyse, bir gün, benzer şekilde ve ebediyen yok olabilir, yokluğa gömülebilirdi.

Sonuçta insan 4,5 milyar yıllık bir dünyevi varoluşun sadece son 45 bin yılında var olan bir canlı türüydü. Ve bu haliyle bugün yok olup gitse, yeryüzünün yaşam ömrünün sadece 10 milyonda birinde var olmuş bir canlı türü olacaktı. (Ama o, sanki ardında kendisini hatırlayacak bir canlı dahi bırakmamak üzere buradaki varoluşunu tamamlamak ister göründüğünden, bir süre daha civarda olacak gibi.)

İnsanın ebediyen yok olup gitme noktasında, bugüne dek bu dünyadaki varlığıyla ne yaptığı ve nasıl yaptığı önem kazanıyor.

İnsan –aslında paradoksal bir biçimde- kendisine kutsiyet atfeden bütün ideolojiler adına, yeryüzündeki türdeşlerine zorbalık, savaş, katliam, açlık, zulüm ve esaret getirdi.

İnsanın diğer canlılar üzerinde yol açtığı sonuçlar ise daha vahim oldu. İnsan yeryüzünde var olan canlı türlerinin % 99.9’unun doğrudan ya da dolaylı olarak ortadan kalkmasına sebep oldu. O aslında diğer canlılar için tam bir baş belası idi.

Üstelik dünyayı hızla büyük bir ekolojik felakete ve topyekûn bir yok oluşa doğru sürüklerken, ne kendisi, ne de çocukları ve torunları için yaşanabilir bir gelecek perspektifi üretmeye niyetli görünüyordu.

Böyle olunca yeryüzündeki hiç bir bilimsel veri, anlamlı bir geleceğe doğru evrildiğimize yönelik işaretler vermez oluyor.

Belki bu yüzden insanla birlikte her şeyin iyiye, doğruya ve güzele doğru yol aldığına dair eski iyimser bakış terkediliyor.

Çünkü insan dokunduğu bütün mükemmellikleri, doymak bilmez hırsı, yatışmayan öfkesi ya da kendisi dışındakileri ötekileştirdiği “biz tarikatı” müritliğiyle, çölden ve kan gölünden ibaret bir cehenneme çeviriyor.

Onun dokunmadığı yerleri görebiliyoruz. Örneğin bir haziran sabahında Yenice Ormanları’ndaki Eğriova göleti kıyısında doğan güne uyanan biri bilecektir... Ya da İstanbul’un Kuzey Ormanları’ndaki en yüksek noktalardan biri olan Kuşkaya Tepesi’nde günbatımını izleyen biri... Oraların mükemmelliğinin ardında insan elinin değmemişliği yatmaktadır.

Böyle bakınca, “dünyevi mükemmelliklerin” insanlığın emrine amade, varlığına da armağan olmadığı bir evren çok çok daha güzel olabilirdi, diye düşünüyorum.

Bu yüzden eğer insanoğlu, “istenmeyen gebelik” benzeri bir kaza eseri gelmiş olabileceği ama cehenneme çevirmekten de geri durmadığı dünyadan bir gün bir daha hiçbir varlık tarafından anımsanmamak üzere çekip giderse, bu dünyanın değil, sadece dünyanın sonunu hazırlayan türün sonu anlamına gelecek sanırım!

Ve galiba insanın zulmünden nasibini almış tüm canlılar o zaman ümit edebilecekler!

Dünya tüm canlılara eşit mesafede durabilecek bir “yeni insan” anlayışını, mevcuttan köklü bir kopuş anlamına gelecek bir “insanlık devrimini” epey bir zamandır bekliyor.

Sorun şurada ki, tek tek insanlar galiba eskisini bütünüyle tüketmeden yeni bir zihniyet tasarımına fazlaca şans tanımıyorlar.

Onlar bu şansı tanımadığı ve o tasarımı temel alan geleceği kendi elleriyle inşa etmeye soyunmadıkları müddetçe de, gerçek mükemmellik, insanın “keşfetmediği” bir dünya varsa, sadece orada gizli ve var kalmayı sürdürecek!

Mükemmellikten epeyce uzak dünyamızda “yeni insan” yolunda uzun boylu kürek çekecek takat veya motivasyon bulamayanlara düşen ise belki bir hayvanı esaretinden, zulmünden ya da cehenneminden kurtarmak olabilir.

Ne dersiniz?

twitter: @akdoganozkan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"