Suriye’de hükümeti devirmek için mücadele veren rejim muhalifi cihatçı güçlerin Halep’te tutundukları son cep günbegün daralıyor. Yani, Halep düştü, düşecek! Ülkenin savaş öncesindeki en büyük şehri ve ticaret başkenti olan Halep’in bütünüyle Suriye Arap Ordusu birliklerinin eline geçmesiyle de isyancılar kuzeyde büyük ölçüde İdlip iline (muhafazasına) sıkışmış olacaklar. Dolayısıyla, Rusya’nın Suriye denklemine dahil olmasının ardından sahip oldukları cephelerde sürekli gerileme gösteren cihatçıların mücadelelerini sürdürebilmeleri bu şartlar altında giderek güçleşecek. Muhaliflerin iktidar mücadelesini sürdürecek motivasyonu bulmaları, kendilerini finansal, lojistik, askeri ve ideolojik cephelerden destekleyen dış güçlerin bu desteklerini sürdürebilmelerine, hatta artırabilmelerine bağlı.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye “Esed’in hükümranlığına son vermek için girdik, başka bir şey için değil” şeklindeki sözlerinin bu perspektiften de değerlendirilmesi lazım. Oysa Suriye’de olup bitenleri layıkıyla takip etmeye çalışanların bir kısmı Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerini Ankara’nın hedef ve kırmızı çizgisini Batı’ya net olarak ifade etmek şeklinde yorumladı. Bir kısmı da, bu demecin dıştan çok iç politikaya yönelik sarf edildiği değerlendirmesini yaptı.
Ancak, dediğim gibi, ben bu sözlerin Suriye’deki rejim muhaliflerine “biz sizin rejimi devirmeye yönelik çabanıza destek olmaya devam edeceğiz” şeklinde örtük bir destek olarak yorumlanabileceği düşüncesindeyim. Hangi rejim muhaliflerine? Suriye’de iktidar mücadelesi verirken Kürt kantonlarının birleştirilmesine ve Akdeniz’e uzanmasına da engel olma potansiyeline sahip rejim muhaliflerine!
Suriye’deki gelişmeleri takip etmeye çalışanlar o demecin bu yönünü atlıyor gibime geliyor.
Özellikle de demecin zamanlaması bana bunu düşündürdü. Neden düşündürdü ve nasıl bir “zamanlama”dan söz ediyoruz peki?
Bir kere, bu sözler rejimi devirmek için mücadele veren cihatçıların Halep’in doğusundaki cebin kuzeyini kaybetmekte olduğu günlerde sarf edildi. Yani muhalifler cephesinde moraller iyiden iyiye bozulmuş durumdaydı. Ancak bundan daha da önemlisi, bu demecin Suriye muhalefetinin en önemli güçlerinden biri olan ve Ahrar’uş Şam İslami Hareketi’nin Ankara yanlısı bir kişiyi yeni liderleri olarak seçtikleri gün (yani 29 Kasım’da) verilmiş olması.
Şimdi konuya biraz daha yakından bakalım ve son gelişmeleri yerli yerine oturtup anlamlandırmaya çalışalım...
Ama önce yukarıda sözünü ettiğim Ahrar’uş Şam İslami Hareketi’ni biraz daha yakından tanımaya çalışalım. Zira bizde genelde Suriye muhalefetinin rejime bayrak açmış yekpare bir yapılanma olduğu zannediliyor. Halbuki Suriye’de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve El Nusra dışında da çok sayıda direniş yapılanması var. Bunlardan biri de İslam Cephesi. Ahrar’uş Şam İslami Hareketi ise İslam Cephesi’nin en büyük bileşeni.
“Suriye’nin Hamas’ı” olarak da düşünülebilecek Ahrar’uş Şam İslami Hareketi, 21 Aralık 2012 tarihinde 11 tugayın birleşmesi ile kurulmuş, İdlip çıkışlı bir cephe örgütü. Amacı, Suriye rejimini devirmek. Daha açık söylersek, örgüt Suriye Ordusu ile istihbaratının tamamıyla tasfiye edilmesi, Suriye topraklarının İran ve Rusya güçlerinden arındırılması ve Suriye'nin İslami kimliğinin güçlendirilmesi için mücadele veriyor.
Kendisini sadece askeri bir yapılanma olarak görmeyen Ahrar’uş Şam politik ve PR çalışmalarıyla da, güçlü olduğu bölgelerde açtığı Kuran kurslarıyla da biliniyor. Askeri yöntemler kullanmakla yetinmedikleri için de kendilerini “cihatçı” değil “mücahit” olarak adlandırıyorlar. Suriye Arap Ordusu birliklerini İdlip’ten uzaklaştıran da bu! Suriye hükümetiyle (2015’te) ilk ateşkes mutabakatına varan örgüt de bu!
Ahrar’uş Şam gerek sahip olduğu kitle tabanı açısından, gerekse de muhalefet bloğu içinde demokratik mekanizmaları işletmeye en yakın yapılanma olması açısından önemli ve etkin bir örgüt olarak görülüyor. Ancak örgütün en büyük handikapı bir türlü Washington yönetiminin resmi onayını alamaması.
Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin desteğini alan, ancak ABD’nin açık desteğini bir türlü arkasında göremeyen örgütün El Kaide ile bağlantılı olduğu da hep söylenegeldi. Bu iddiada başı Rusya çekti. Ancak Ruslar Ahrar’uş Şam’ın İslam Ordusu ile birlikte IŞİD ve El Kaide ile ilişkili oldukları gerekçesiyle BM’nin kara listesine alınmasını önermiş olsa da, ABD, Fransa ve İngiltere buna hep karşı çıktı.
Suriye’deki en güçlü muhalif örgütlerden olmasına rağmen Ahrar’uş Şam’ın askeri sahada işleri Rusların Suriye’ye gelişi akabinde pek de iyiye gitmedi. Örgüt, bağlantılı olduğu İslam Ordusu’nun güçlü komutanı Zehran Alluş’un 25 Aralık 2015’teki ölümünden sonra zor günler geçirmeye başladı. Geleceğe yönelik nasıl bir istikamet tutturacağı konusunda yoğun tartışmalara sahne olan Ahrar’uş Şam’da fikir ayrılıklarının epeyce sert bir biçimde su yüzüne çıktığı bir kriz yaşıyor epeydir.
Ahrar’uş Şam Suudi Arabistan’da 2015 yılı sonunda rejime muhalif gruplar için düzenlenen Riyad Toplantıları’na da katılmış, ancak yeterince temsil hakkı verilmediğini gerekçe göstererek görüşmelerden çekilmişti.
Bunun ardından, Suriyeli muhaliflerin Riyad’da kurdukları Yüksek Müzakere Komitesi Genel Koordinatörü Riyad Hicab, bu gruplar arasında bir mutabakat sağlamak için 2016 yılı şubat ayı başlarında aralarında Ahrar’uş-Şam’ın da bulunduğu örgütlerle bir araya gelmişti. Ankara’da düzenlenen toplantıya İslam Ordusu (Ceyş-ul İslam), Ahrar’uş-Şam, Ceyş-ul Mücahidin, 13. Tugay, Özgür Suriye Ordusu bileşenleri ve başka silahlı gruplar da katılmıştı.
Yine bu yılın şubat ayında eski lider Şeyh Haşim Ebu Cabir'in emirlik süresinin sona ermesi ve görevinin uzatılmasını kabul etmemesi nedeniyle Ahrar’uş Şam Şûra Meclisi toplanarak Ebu Yahya El Gab El Hamavi’yi (Muhanned el Mısri) beş aday arasından yeni liderleri olarak seçmişti.
Lakin örgüt içinde tartışmaların yeni yönetimle de kesilmediği görüldü.
TSK’nın Fırat Kalkanı Harekatı ise Ahrar’uş Şam için bir başka dönüm noktası oldu. Operasyonun başlamasıyla birlikte, Türkiye öncülüğündeki harekata destek verme konusunda örgüt içinde farklı fikirler belirdi. Türkiye ve Körfez İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerle daha yakın çalışmak isteyen örgüt yöneticileri ile geleneksel Selefi cihatçılar arasındaki görüş ayrılıkları 2016 yılı Eylül ayı sonlarında iyice belirgin bir hal aldı.
Ahrar’uş Şam Şûra Meclisi, taraftarlarının Türk bayrağı altında savaşmasına müsaade eden bir fetva yayınlayınca da kızılca kıyamet koptu. Karara imza koyanlar arasında Dr. Abdülkerim Necib, Dr. Ayman Haruş, Şeyh Ebu el-Sadık el- Hamavi ile Şeyh Abdülrezzak el-Mehdi gibi örgütçe önemli isimler vardı.
Ancak Şûra Meclisi’nin aldığı ve Ankara’ya destek anlamındaki bu fetva üzerine, Ebu El- Yakazan ile Ebu Şuayb (Talha el-Maysar) isimli Mısır kökenli iki üst düzey örgüt görevlisi bu kararı protesto ederek Şûra Meclisi’nden istifa ettiler. Bu kişiler “Hariciler” (IŞİD) ile mücadelede NATO mensubu olan bir ülke olarak Türkiye’nin destek ve koordinasyonuna ihtiyaçları olmadığını düşünüyorlardı. Ankara, yer yer NATO üyeliğini sorgulayan, Şangay İşbirliği Örgütü’ne güzellemeler düzen çıkışlar yapsa da, belli ki muhalif yapılar içinde tam olarak ikna edici olamıyordu. Ahrar’uş Şam’ın ana birimi olan Aşida Tugayı da bu düşünceyi paylaştığı için örgütten ayrılıp El Nusra’ya (ya da bugünkü adıyla söyleyecek olursak Şam’ın Fethi Cephesi’ne) katıldı. Bu katılım Şam’ın Fethi Cephesi’ni Suriye’deki en büyük isyancı güç haline getirebilecek bir potansiyel de taşıyor. Aşida’nın bu hamlesiyle aynı zamanda Ahrar’uş Şam’ın Halep kanadı da büyük ölçüde çökmüş olacak.
Örgütte sular bu ayrılıkların ardından da durulmadı ve fikir ayrılıkları derinleşti. Örgütün önde gelen bazı isimleri, El Kaide’nin Suriye yapılanması ile birleşmeden yana idi. Bazıları ise askerî açıdan belki çok da güçlü bir izlenim vermeyen ama TSK’nın desteği ile Halep’in kuzeyinde heyecan verici adımlar attığı düşünülen Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) katılmaktan yana idi.
Ayrıca örgüt Cund’ul Aksa gibi diğer muhalif örgütlerle de sahaya yansıyan önemli ayrılık ve silahlı çatışmalar yaşamaya başlamıştı. Bu ayrılıkların sonunda Ahrarcılar Cund’ul Aksa’yı İdlip’ten atmaya başlamıştı.
Bu çatışma ve ayrılıklarla çalkalanan Ahrar’uş Şam en büyük darbeyi Kasım ayının sonlarında aldı. Örgütün aralarında askeri komutanlarının da olduğu etkili isimleri Şûra Meclisi’nden ayrılmayı seçtiler. Salih Ebu Tahan, Ebu Cabir el Şayk, Ebu Muhammed el Sadık, Dr. Ebu Abdullah, Ebu Ali el Şayk, Ebu Eyyüp el Muhacir, Ebu Kuzayma, Ebu Abdullah el Kürdi artık yoktu.
Bu arada Suriye Arap Ordusu birliklerinin yoğunlaştırdığı operasyonlar sonucunda cihatçıların Doğu Halep’te ellerinde tuttuğu son bölgeler de yavaş yavaş Suriye Arap Ordusu’nun eline geçiyordu. Bir başka deyişle, Halep’in doğusundaki cep giderek daralıyordu. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi Başkanı Rami Abdurrahman’ın da Kasım ayı sonlarında dediği gibi, cihatçılar 2012 yılından beri Halep’te aldıkları en ağır yenilgiyi tadıyorlardı.
Bu arada Ahrar’uş Şam bir kez daha liderlik seçimlerine gitme kararı almıştı. Yeni emirin seçimi 29 Kasım 2016 tarihinde yapıldı. Örgüt Ebu Ammar el-Ömer olarak da bilinen Ali el-Ömer’i Ahrar’uş Şam Şûra Meclisi’nin yeni lideri olarak ilan etti.
Örgütün yeni lideri “Ankara yanlısı” olarak bilinen isimler arasından seçilmişti. Böylece Ankara hem Esad’ı devirip ülkede bir din devleti kurulmasını isteyen hem de Kürt özyönetim yapılanmasına karşı olan bir örgüt ile daha da yakın çalışabilecekti.
Ahrar’uş Şam’ın kendisine yeni lider seçtiği gün, yani 29 Kasım’da İstanbul'da da Parlamentolararası Kudüs Platformu Sempozyumu vardı. Sempozyuma İslam dünyasından 40 ayrı ülkeden 415 parlamenter katılıyordu.
İşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan o gün sempozyumdaki konuşmasını bu gelişmelerin belirlediği konjonktürde yaptı. Ve bu çerçevede, hepimizin bildiği gibi, Suriye’ye “Esed’in hükümranlığına son vermek için girdik, başka bir şey için değil” dedi. Bu sözlerle o gün aslında Suriye’de rejime karşı savaşan güçlere, özellikle de kendisine “Ankara yanlısı” olduğu söylenen bir lider seçen Ahrar’uş Şam’a “yanınızdayız” mesajı da verilmiş oluyordu.
Ancak Ankara’nın Suriye Savaşı’nda kendisini sıkıştırdığı dar manevra sahasında sarf ettiği böyle bir sözün ortalığı karıştırmaması imkânsızdı. Ve Rusya’dan derhal “Fırat Kalkanı’nda amacın IŞİD değil miydi? Sen ne demek istiyorsun” mealinde bir açıklama talebi geldi.
Ardından da hafta içinde Vladimir Putin ile Tayyip Erdoğan’ın iki kez telefon görüşmesi yaptığını öğrendik. Görüşmelerde Ordu birliklerinin Halep'teki kazanımlarının ardından Suriye’de ortaya çıkan yeni tablonun ele alındığı söyleniyordu.
Bu arada, Putin’in yardımcılarından Yuri Uşakov, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu telefon görüşmelerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad hakkındaki sözlerine açıklık getirdiğini de söyledi.
Derken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’de muhtarlara hitaben yaptığı konuşmada, “sözlerimi kimse başka yerlere çekmesin” dedi ve “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'de düzenlediği Fırat Kalkanı Harekâtının hedefinin bir ülke veya kişi olmadığını” söyledi.
IŞİD’i etkisiz hâle getirmek için girişildiği ilan edilen Fırat Kalkanı operasyonun dördüncü ayına girilirken Moskova ile yaşanan bu kısa süreli kriz belki atlatılıyordu. Ankara vermek istediği mesajları vermiş, almak isteyenler de almıştı! Türkiye’nin Suriye sahasında kağıt üzerinde birlikte hareket ettiği güçlerle olası daha derin bir kriz sadece ertelenmişti. Suriye’ye tam bir barış gelene kadar da bu krizlerden daha çok göreceğimizi öngörmek için kahin olmaya da gerek yoktu!
twitter: @akdoganozkan