26 Mayıs 2014

Gezi’den bir yıl sonra: şu yaşadığımız korkunç dönem

Bugün devletlerin elindeki teknolojik olanakları ve bu olanaklarla neler yapabildiklerini gayet iyi görüyor, biliyoruz.

Fidel Castro, 1960’lı yılların başında kendisiyle kimin yaptığını şimdi hatırlayamadığım bir söyleşide, mealen şöyle diyordu:

Biz Kübalılar artık rahat değiliz. Çünkü Amerikalıların bizi uydular vasıtasıyla dikizlediklerini biliyoruz. Kadınlarımız evlerinin teraslarında rahatça güneşlenemiyorlar bile.”

Teknoloji, Castro’yu tedirgin eden “bilimsel ilerlemelere” geçen yarım yüzyılda bir sürü yenilik ekledi.

Bugün devletlerin elindeki teknolojik olanakları ve bu olanaklarla neler yapabildiklerini gayet iyi görüyor, biliyoruz.

Türkiye 1960 yılında ilk bilgisayarına kavuştuğunda, devlet altı üstü bir kaç aritmetik işlemin toplamını akılda tutacak ölçüde, yani en fazla 4 kilobayt’lık (4K) veri biriktirebiliyordu.

Bugün Türkiye, istisnasız hemen herkesin gözetlendiği, dinlendiği, hayatının didik didik edilip, kasetlerinin, fişlerinin devasa bilgisayarlarda arşivlendiği bir ülke. Bunun için zetabaytlarca büyüklükte veri depolama yatırımlarının yapıldığı, müstesna bir “gözetim toplumu.

Gören, gözeten değil ama, bizim paramızla bizi gören, gözetleyen (!) bir devlet!

Peki bizim devletimizin ya da kendisine bu devlet içinde alan ya da iktidar açmış güçlerin milyarlarca dolarlık bilgisayar, ağ teknolojisi, görüntüleme, dinleme ve veri depolama teknolojisi yatırımları bu ülkede kendisine vergi veren vatandaşlarını korumak, hukukun egemen olmasını sağlamak için mi yapılıyor?

Eskiden bu soruya negatif yanıt verenlere fazlaca itibar edilmezdi. Muhayyilesini fazla zorladığı, ya “pesimistlik” ya da “anarşistlik” yaptığı düşünülürdü. Oysa özellikle son 1 yıldır yaşadığımız, tanık olduğumuz olaylar, bize Türkiye’de bütün o yatırımların, “zahmetlerin” “hukuk” adına değil, bir gün sırası gelebilecek bir “hesap görme” veya “intikam alma” adına yapılmış olduğunu gösterdi. Hukuk, o yatırımların altına imzalar atarken arkasına saklanılan bir meşruiyet perdesiymiş meğerse!

İş çadırları kimin yaktığını, gencecik insanları döve döve kimlerin ölüme yada kör bir karanlığa mahkum ettiğini, küçücük çocukların hayatını kimlerin elinden aldığını araştırıp bulmaya gelince, devletin bütün hafızası 50 küsur yıl öncesine, yani 4K’ya iniveriyor.

31 Mart 2013’ten bu yana devletin bu ülkede elinin altındaki zetabaytlarca veri ve kayıtlarını nasıl görmezden, bilmezden, duymazdan geldiğini gördük biz.

Devletin bu ülkede adeta bir iç savaş örgütü gibi teşkilatlanmış olduğuna, yılların onu pek “eskitemediğine,” hukuk ve adaletin devletin içinde kendisine alan açamamış olduğuna tanık olduk.

Biz, toplu olarak devleti bu ülkede ilk kez son 1 yıl içinde böyle çırılçıplak gördük!

Devlet bize çıplak güneşlenirken değil belki, ama çırılçıplak “iş başında” yakalandı.

Aslında biz 31 Mart 2013’ten bu yana bir milletten birbirinin dünyasına sağır ve kör iki-üç millet çıkarabilen bir devlete devlet denemeyeceğini görmüştük. Ve bir bakmıştık ki, devletin bağrında –zorun dışında- koca bir boşluk vardı.

Ama son bir yıldır bu ülkede bütün bu yaşadıklarımızın, devlete baktığımızda bütün o gördüklerimizin “korkunç güzel” de bir yanı var:

Hayallerinin ve söylemlerinin merkezine bütün bir toplum için adalet ve hakkaniyeti yerleştirebilen bir hareketin, bu hayalleri devletin merkezindeki o boşluğa mıhlayabilmesinin pekala imkân dahilinde olabildiğini de sezdik, gördük biz!

Tabii bu radikal dönüşümü, geçmişten tevarüs ettiği zihinsel kalıpları ve salt iktidarı ele geçirmeye odaklı anlayışları bir kenara bırakıp, elitist açmazlara da düşmeden, Kürdü ve Müslümanıyla toplumun tüm kesimleriyle konuşarak yapar, onların akıl, gönül ve vicdanlarını kendisine katabilir ise.

Bu geçen bir yılda, gün oldu bunu da gördük. Ve bütün o korkunç acıların ve kayıpların arasında “korkunç güzel” idi!

 

twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"