12 Ocak (2016) salı günü Suriye’nin kuzeyinde, aynı gün İstanbul’da gerçekleşen Sultanahmet katliamıyla ilgili ipuçları vermesi (ya da tersi) de muhtemel çok önemli bir olay meydana geldi.
Rejim muhalifi olarak bilinen ve Türkiye’nin de desteğini arkasına almış olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çatısı altındaki Sultan Murat Tugayı ile Feyleku’ş Şam ve Mutasım Tugayı o gün batılarındaki Afrin kantonunu denetim altında tutan Kürtlerle ya da biraz daha güneydeki Şii milislerle veya Suriye Ordu birlikleriyle savaşmadılar. Söz konusu güçler o gün doğuya, IŞİD’e (DAİŞ) yönelerek Türkiye sınırının 4-5 km güneyindeki Baragit köyünü ele geçirdiler. Bunu da Türk topçusunun koruması altında yaptılar! Buna karşılık Baragit’in 5-6 km doğusundaki Dudyan’da bulunan (ve aralarında T-55 ve belki de T-72lerin de olduğu) IŞİD tankları da sınır boyunca mevzilenmiş Türk topçularına ateş açtı.
Eğer cephedeki kaynaklardan aktarılan bilgiler doğruysa, Türk birlikleri ile IŞİD arasında yaşanan çatışma ister sahici bir nitelik taşısın, ister sınır bölgesini Türk yanlısı gruplara bırakmaya yönelik bir tiyatro olsun, Suriye Savaşı’nda önemli bir dönemecin geçildiğini söyleyebiliriz.
Nasıl bir dönemeç geçildi, hemen anlatalım. Ancak önce çatışma bölgesini ve stratejik önemini tarif edelim:
Bir ay kadar önce IŞİD’in denetimine geçmiş olan Baragit köyü, Türkiye’nin güvenli bölge oluşturmak istediği Azez-Cerablus koridorunun batısında yer alıyor. Kilis ile Halep arasındaki otoyolun üzerinde bulunması sebebiyle stratejik bir öneme sahip olan Azez’in de 18 km doğusunda. Savaştan önce 30-35 binlik bir nüfusa sahip olan, Halep vilayetine bağlı Azez kasabası ise Kilis’in güneyindeki Öncüpınar sınar kapımıza sadece 8 km uzaklıkta. Yani burası Türkiye’nin bir anlamda “arka bahçesi.”
Bilindiği gibi, Türkiye’den bölgedeki cihatçılara gizlice yardım aktığını düşünen Ruslar, özellikle SU-24 tipi savaş uçaklarının düşürüldüğü 24 Kasım’dan bu yana Azez yolu üzerindeki TIR konvoylarını uçaklarla bombalıyor. 2012’den bu yana epeyce el değiştiren Azez ve civarı şu aralar Ahrarü’ş Şam, Ceyşü’l-İslam, Ensarü’l-Şam gibi gruplardan oluşan İslami Cephe’nin denetiminde. İslami Cephe, çoğumuzun bildiği gibi liderliğini 25 Aralık’taki ölümüne kadar -Selefi din adamı Abdullah Alluş'un oğlu olan- Zehran Alluş’un yürütmüş olduğu bir örgüt.
Azez’i çevreleyen topraklar büyük ölçüde işte bu İslami Cephe’nin denetiminde. Afrin kantonu ile IŞİD toprakları arasında kalan bu bölgeyi de biraz tarif edelim. YPG güçleri Azez’in 5-6 km batısında. IŞID ise Azez’in 10-15 km batısında. Yani Özgür Suriye Ordusu ile 2013’te ondan ayrıldığını ilan etmiş İslami Cephe gibi unsurlar Kilis’in güneyindeki dar bir alanda mücadele ediyorlar. Burası yaklaşık 20 km eninde ve Öncüpınar’dan Halep’e kadar uzanan yaklaşık 60 km boyunda bir koridor. Ve bu koridoru tutan cihatçıların hedefi hem batılarındaki YPG güçleri ile doğularındaki IŞİD’e geçit vermemek, hem de güneye, Halep ve İdlip’e açılan ikmal yollarını açık tutmak.
Ancak kuzeyinde Türk sınırının bulunduğu bu koridorun güney ucu son zamanlarda Rus uçaklarının da desteğiyle epeyce ilerleme kaydeden ve Halep’i de dört bir yandan kuşatan Suriye ordu birlikleri tarafından kapatılmakta. Yakın bir tarihte bu koridor güneyden bu güçlerin eline geçecek ve Özgür Suriye Ordusu ile İslami Cephe’nin hem Halep hem de İdlip vilayetleriyle bağlantısı kesilecek. Bu durumda da rejim muhalifi bu cihatçı örgütlerin Suriye’nin kuzeyinde en rahat tutunabilecekleri topraklar Türkiye sınırına bitişik yerler olacak. Dolayısıyla bugün doğularındaki IŞİD’in denetiminde olan alanlara ve Cerablus yönüne doğru ilerlemeleri anlaşılır bir şey. Anlaması belki bir nebze daha zor olan, bunu IŞİD’e karşı tutum alan Ankara’nın desteğinde yapmaları.
Bu kadar arkaplan bilgisi bu yazı için yeterli sanırım. Şimdi Türk topçusunun da dahil ve hedef olduğu 12 Ocak tarihli çatışmanın ne anlama geldiğini bu bilgiler ışığında yorumlaya çalışalım.
Malum, Türk hükümetinin en büyük endişesi, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) şemsiyesi altında Fırat’ın batısına geçen YPG’nin Azez-Cerablus koridorunu IŞİD ve diğer cihatçıların elinden alması ve Kobani ile Afrin kantonlarını birleştirmesi. Bu nedenle Türkiye’nin sınır bölgelerinde YPG’ye ve Kürtlere karşı savaşan IŞİD’in Ankara için “düşmanının düşmanı” bir “dost” konumunda olduğu söyleniyordu.
İslami Cephe ve ÖSO’ya bağlı güçlerin Azez-Cerablus koridorunun büyük kısmını kontrol altında bulunduran IŞİD’e Türk askerinin desteğinde 12 Ocak tarihinde başlattığı saldırılar, bize IŞİD’in savaşı kaybetmekte olduğunun Ankara’dan da görüldüğünü ve bu temelde aksiyon alındığını düşündürüyor. Ankara sınırın hemen yakınında “düşmanının düşmanını” bombalıyor, IŞİD-dışı cihatçı güçler bu sayede doğuya ilerliyor, Ankara’nın “düşmanının düşmanını” da Türk sınırını “düşmanmış” gibi tanklarla dövüyorsa, bunu başka türlü yorumlamak çok da mümkün olmuyor. Bu şekilde IŞİD’e karşı savaşan bu örgütlerin Üçüncü Cenevre görüşmeleri öncesinde “ılımlı cihatçılar” kisvesiyle stratejik bir avantaj ve sempati yakalamayı hedeflediklerini de söyleyebiliriz.
Bu gelişme, ÖSO ve İslami Cephe şemsiyesi altındaki cihatçı güçlerin Afrin ve Kobani kantonlarının birleşmesini engelleme görevini IŞİD’den devralmakta olduğunun da habercisi.
Gelişmelere bu perspektiften bakarsanız, olup bitenleri Ankara’nın Suriye Savaşı’nda “at değiştirmesi” olarak yorumlayabilirsiniz. Gerçi eski bir atasözümüz, “dereyi geçerken at değiştirilmez” der. Ama zaten burada dereyi (Fırat’ı) geçen Türkiye değil. (Yani şimdilik!) Ayrıca dereyi (Fırat’ı) de tam olarak YPG değil, YPG’nin bir bileşeni olduğu Suriye Demokratik Güçleri geçti. Dolayısıyla önce orada bir “elbise” değiştirme vakasından söz edebiliriz.
Kırmızı çizgisinin YPG tarafından akıllıca bir hamleyle bu şekilde ihlal edildiğini gören ve artık IŞİD’in “dereyi geçen” Kürtlere karşı savaşı kaybetmekte olduğunu fark eden Ankara da bunun üzerine “at değiştirme” yoluna gitmiş olabilir. Bu çerçevede Suriye’nin kuzeyindeki cihatçı örgütlere aktif topçu desteği vererek IŞİD’in sınırdan temizlenme çabasına katkı vermek istemiş olabilir. Tabii bu katkı Ankara’nın sınır komşusunu belirleme çabasından feragat ettiği anlamına gelmiyor. Aksine, Kürtlere karşı sınırlarını koruma işini ABD ve Avrupa nezdinde daha “prezantıbıl” muhalif güçlere delege etmek ve IŞİD’e karşı mücadele eden bu güçleri “parlatmak” anlamına geliyor. (Hem “prezantıbıl” hem de savaşkan! Nitekim bu güçler bu yazıyı kaleme aldığım 17 Ocak Pazar günü Dudyan’ı da IŞİD’den geri aldıklarını duyurdular.)
12 Ocak günü sınırımızın öbür tarafında olup bitenleri bu şekilde yorumlayabiliriz sanıyorum.(*)
Peki ABD ve Avrupa, değiştirilen ve Cerablus-Azez koridoruna yerleştirilmeye başlanan bu “atın”, yarın öbür gün potansiyel bir “Kuzey Suriye Türk Cumhuriyeti” teşekkülüne gidecek yolu açan bir “Truva atı” olduğuna hükmederler mi? Ankara’nın bu hamlelerine ABD’nin ilk tepkisinin epeyce olumlu olması en azından Washington’un şimdilik bu konuda pek bir endişe taşımadığının göstergesi. Ama Suriye’de olup bitenlerin sonuçlarıyla yüzleşmekten artık bunalmış olan Avrupa’nın yaklaşımını ve önümüzdeki dönemin neler getireceğini zaman gösterecek.
Twitter: @akdoganozkan
(*): İşin ilginç yanı, aynı gün, yani 12 Ocak günü İstanbul’un tarihi ve turistik merkezi Sultanahmet’te IŞİD’e atfedilen bir canlı bomba eylemi gerçekleşti ve hepimizin bildiği gibi bu katliamda 9’u Alman 10 kişi öldü, 15 kişi yaralandı. Bu dehşet verici olaya yönelik haber ve yorum yasağı bulunduğundan, bu katliamın Suriye’de olup bitenlerle bağlantısına yönelik değerlendirme ve yorumlarımı yasağın kaldırıldığı tarihin sonrasına bırakmak durumundayım. Ancak Almanya’nın tüm bu denklem içindeki yerini merak edenler, en azından 12 Ocak’ın Alman Tornado uçaklarının ikinci partisinin IŞİD’e karşı bölgede keşif uçuşları yapmak üzere Türkiye topraklarına, yani İncirlik’e inmek üzere kararlaştırılan gün olduğunu da bilmek ya da hatırlamak durumunda.)