Suriye Savaşı’na dair cevabını bekleyen sorulara her geçen gün yenisi ekleniyor. Ancak ben bu hafta bunlara kendimce yine bazı CEVAPLAR getirmekten ziyade, ortaya varsayımsal şartları temel alan yeni bazı SORULAR koymak istedim.
Savaş halini temel alan ama tamamen farazi, “sert,” ekstrem sorular bunlar. Sorulara benim ne cevaplar verdiğimin çok da önemi yok aslında. Bazen asıl olan, cevaptan çok tarihe doğru soruları yöneltebilmek. Maalesef kimi dönemlerde doğru soruları sorabilmek için bazen ekstrem ve çok tatsız koşulları varsaymak gerekiyor. Ben de böyle yaparak bazı farazi sorular ürettim. Bunları sizlerin değerlendirmenize, tartışmanıza sunmak istiyorum. Dilerseniz bu soruları etrafınızdakilere, yakınlarınıza yöneltip onlarla tartışabilir, onların yaklaşımlarını görebilirsiniz. Bu, bir yandan da memleketimizde pek de alışık olmadığımız “münazara kültürünü” az da olsa yaşatmayı denemek demek. Ama umarım gerçek hayatta hiçbir zaman bu şartlarla karşı karşıya gelmezsiniz! Hiçbiriniz! Hiçbir zaman!
Evet, varsayalım ki…
BİR) Tamamen farazi bir şehirde epeyce kuvvetli bir “düşman” ile savaşıyorsunuz. Silah ve mühimmat depolarınızın yerinin “düşman” tarafından kolayca deşifre edilmesini engellemek için birilerinin aklına “parlak” bir fikir geliyor. Eğer ağır silahlar ile mühimmatınızın belirli bir bölümünü şehirde sivillere hizmet veren bir hastanenin bodrum katlarında saklarsanız karşı tarafın bulup imha etmesini büyük ölçüde önlemiş olacaksınız. Malum, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi bir savaş sırasında doktorlara, ambulanslara ve hastanelere yönelik saldırı yapılmasını yasaklıyor. Hastane teorik olarak hedef olamayacağı için de, geceleri mühimmatı sakladığınız bu yerden alıp “düşmana” yöneltebileceksiniz. Tabii, karşı taraf bu gerçeği öğrenip hastaneyi de hedefleri arasına katabilir. Bu durumda aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu ve hiçbir şekilde savaşçı kimliği olmayan çok sayıda sivil hastaneye yönelecek bir hava saldırısında hayatını kaybedebilecek. Böyle bir risk var. O durumda ne yaparsınız? Savaş sırasında çocuk ve kadınların da aralarında olduğu sivillerin hayatını tehlikeye atmak anlamına gelebilecek böyle bir riski almaktan yana olur musunuz?
İKİ) Bir şehirde silah gücü çok yüksek bir “düşmana” karşı savaşılıyor. Şehri denetimi altında tutanların envanterinde tank savar füzeler, omuzdan atılan roketler ve bazı kimyasal maddeler de var. “Düşmanın” bunları olası bir hava saldırısında imha etmesini istemeyen birinin aklına “parlak” bir fikir geliyor. Eğer silah ve mühimmatın belirli bir bölümünü bir caminin alt kısmındaki depoda saklarsak, deniyor, düşmanın bulup imha etmesini önler, dilediğimiz vakit buradan o silah ve mühimmatı alarak düşmana yöneltebiliriz. Malum, Cenevre Sözleşmesi savaşlarda cami, kilise ve sinagog gibi ibadethanelerin silahlı saldırıların hedefi yapılmasını yasaklıyor. Ancak karşı taraf kimi istihbarat kanalları ile bu gerçeği öğrenebilir ve ibadethaneleri bombalamak uluslararası sözleşmelere aykırı olmasına rağmen bu camiyi de saldırı hedefleri arasına katabilir. Tabii böyle bir durumda dini vecibesini yerine getirmek dışında herhangi bir kaygısı olmayan çoğu yaşlı bir sürü insan da hayatını kaybedebilir. Ama şehri denetimi altında tutan güçlerin kumandanları, siviller hayatını kaybedecek olsa bile böyle bir saldırının başka bir fırsat sunacağına inanıyor. “İyi” bir iletişim stratejisi ile böyle bir saldırının düşmanı uluslararası kamuoyunda yalnızlaştırmak ve kimi uluslararası güçleri kendi safınızda desteğe çağırmak için kullanılabileceğini düşünüyor. Yani her durumda kazançlı çıkma fırsatına sahip olunacağı söyleniyor. Savaş sırasında bir ibadethanenin içindeki sivillerle birlikte havaya uçurulmasıyla sonuçlanma ihtimali olan böyle bir riski siz olsanız alır mısınız?
ÜÇ) Bulunduğunuz bölgede uzun süren bir kuşatma ve çatışma dönemi yaşanmış. Bölgenin altyapısı savaşla birlikte yerle yeksan olmuş. Nihayet, bölgede bir “insanlık dramı” yaşandığı düşüncesinden hareket eden BM, insani yardım ulaştırmak ve sivillerin de tahliyesini kolaylaştırmak için geçici bir ateşkes kararı alıyor. Ancak bölgeden siviller tahliye edilirse, ateşkesin hemen ardından “düşmanın” belki daha sert ve yoğun saldırılarına maruz kalacaksınız. Üstelik, artık insanca yaşanması imkânsız hale gelmiş bölgeden sivillerin tahliyesi ile birlikte “çatışmalarda masum insanlarımız hedef alınıyor” şeklindeki propaganda üstünlüğünü de yitireceksiniz. Bu da belki çarpışmalardaki kaçınılmaz sonu hızlandıracak. Böyle bir durumla karşı karşıya olan bir gücün komutanı olsanız sivillerin bölgeden ayrılarak güvenli bölgelere geçmesine izin verir misiniz? Yoksa ayrılmalarına izin vermeyerek onları da sizinle aynı kaderin bir parçası mı kılarsınız?
DÖRT) Yine farazi bir şehrin sizin yaşadığınız A bölgesinde savaş koşulları nedeniyle günde sadece 4 saat açık tutulabilen ve bu nedenle sınırlı sayıda ekmek üretilen bir fırın var. Sizin bölgenizi kontrol eden milis güçleri fırından yakınlardaki B bölgesinde yaşayan ve farklı etnik/dini/mezhepsel kökene ait insanların yararlanmasına ancak ekmek bedelinin barış zamanındakinin 10 katını ödemeleri halinde yararlanmasına izin vereceklerini açıklıyorlar. Bu sayede A bölgesindeki sizin de arasında olduğunuz nüfusa ekmek bedelsiz olarak veriliyor. Bir süre sonra fırının bulunduğu mahali kontrol eden milis güçleri o noktadan çekiliyor. Fırın yeniden sivillerin denetimine geçiyor. Fırının gün içinde açık kalabileceği süre devam eden hava saldırıları yüzünden bir süre daha çok değişemeyecek. O nedenle üretilen ekmek sayısı da farklı olamayacak. Bu şartlarda A bölgesindeki çoğunluğun açlığa mahkûm olmaması ve ekmeğin kendilerine bedelsiz verilmesini sağlamak için B bölgesinde yaşayan azınlık gruba 10 katı fiyatla verilmesi şeklindeki eski politikayı sürdürür müsünüz?
BEŞ) Sizinle aynı etnik/dini/mezhepsel kökene ait olmadığı halde yıllarca yan yana ciddi bir sorun çıkmadan yaşadığınız komşunuz valizlerini topluyor. Zira şehre yaklaşmakta olan bazı milis güçlerinin, komşunuzun mensubu olduğu etnik/dini kökene ait insanlara yönelik muameleleri konusunda son derece kötü bir sicili var. Komşunuz çocuklarını kaybetme riskini göze alamadığı için, çatışmaların sona ermesi akabinde geri dönme umuduyla birlikte şehirden ayrılıyor. Bu arada evdeki çiçeklere su verebilmeniz ve eve göz kulak olmanız için evinin anahtarını da güvendiği bir komşusu olarak size bırakıyor. Ancak söz konusu milis güçler şehre girdiğinde bir bildiri yayımlayarak bölgeyi terk eden etnik/dini kökenden insanların gayrimenkullerinin tespit edilerek süreç içinde müsadere edileceğini duyuruyor. Öte yandan, böyle evlerin içindeki eşyaların geride kalanlara “helal” olduğu şeklinde açıklamalar yapıldığı da kulaktan kulağa söyleniyor. Komşunuzun evindeki mal/mülkün yağmaya uğrama ihtimali bu söylentilerle güçleniyor. Bu durumda siz başkalarından önce davranıp o evde var olduğunu bildiğiniz kıymetli eşyaları bir gece operasyonuyla kendi evinizdekilere katar mısınız?
Evet, sorularda ülke, coğrafya, etnik/dini köken dahil her şey tamamen farazi. Elbette sorular farklı “akıllarda” farklı şekil ve düzeylerde ele alınabilir. “Aklın yolu” bir olmuyor sonuçta. Ama vicdanın galiba bir, ne dersiniz?