18 Kasım 2013

Çıkan 10 yılın özeti: 85’ncilikten 90’ncılığa

Rakamlara bakıp “çıktık mı açık alınla 10 yılda her savaştan,” onu görebiliyoruz. Şimdi endeksin geçen 10 yıllık seyri ülkemiz için ne diyor, ona bakalım

 

Temsili demokrasilerin görmezden geldiği en büyük sorunlarından biri, iktidardaki kadroların göreve başlamadan önce net olarak tanımlanmış, herkesçe paylaşılmış, ölçülebilen,çok boyutlu, standart hedeflerinin olmamasıdır.

İş dünyasında yöneticiler milyonlarca dolara hükmederken belirgin bir performans ölçme ve değerlendirme sistemine ve “şirket karnesi” gibi uygulamalara tâbi olurlar.

Ama milyarlarca dolarlık bütçelere hükmeden devlet adamlarının benzer performans kriterleri, hedefleri yoktur.

Onların işlerine geldiği gibi kullanıp attıkları istatistiklerini saymazsak, “kurtarma” temelli vaatleri vardır. Hep bizi bir şeylerden “kurtarma” iddiasını yineleyip dururlar. Biz kendilerinin “hizmet aşkından” kurtulana kadar da bu“kutsal” iddialarının üzerinde, etrafında dolanırlar.

Böyle olunca da, görev süresini tamamlayan bir bakan ya da bir başbakan için“ bu adamın üç hedefi şunlardı. Şu yüzdelerde başarılı oldu.” diyerek, net bir ölçme ve değerlendirme yapamayız.

O kriterler temelinde onu başka ülkelerle ya da geçmişteki devlet adamlarımızla kıyaslayamayız.

Bizim devlet adamlarımızın ve hükümetlerimizin önemli bir bölümüne bakınca sanki o mevkiler ve yetkiler kendilerine performans değerlendirmesi sorumluluğundan muaf olmak için verilmiş gibi bir izlenime dahi kapılabilirsiniz.

Belki de buna “kurtararak kaytarma” da diyebiliriz.

“Hedeflerle yönetim” anlayışı belki bir gün sadece şirketlerde değil, devlet yönetiminde de esas olacak.

Ancak bu anlayışın bir fantezi olmaktan çıkacağı güne kadar ne yapacağız?

İlgili ama hedefsiz kadroların siyasi yelpazede ideolojilerimize nispeten yakın olmasıyla mı yetineceğiz? Ya da seçtiğimizin “kötünün iyisi” olmasıyla mı?

 

Hükümetlerin performansını ölçmede çaresiz değiliz

Aslında bu performans değerlendirme bahsinde büsbütün çaresiz değiliz.

Hükümetlerin performanslarını diğer ülkelerinkiyle kıyaslamalı olarak değerlendirebileceğimiz çok boyutlu bir kriterimiz var aslında.

Bir ülkenin yaşam kalitesi açısından nasıl bir seyir izlediğini görmemize olanak tanıyan buk riterin adı İnsani Gelişmişlik Endeksi (İGE).

Mahbub-ül-Hak ve Amartya Kumar Sen gibi, biri Pakistanlı, diğeri Hintli değerli iktisatçılar tarafından geliştirilmiş bu endeks, sağlık, eğitim ve yaşam standardı gibi alanlardan süzülen çok sayıda değişkenin karmaşık matematik formüllerde bir araya getirilmesiyle belirleniyor.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1993’ten beri her yıl rapor edilen bu endeks çok boyutlu bir yapıya sahip.

Çünkü aşırı yoksulluğu ve açlığı ortadan kaldırmayı teşvik ediyor. Herkes için evrensel eğitim ve sağlık olanakları sağlamayı, cinsiyet eşitliğini güçlendirmeyi, anne sağlığını iyileştirmeyi özendiriyor.

Gerçi ne attığımız kahkaha miktarını hesap ediyor ne de çevreye verdiğimiz tahribâtı.

Ama bu haliyle bile hükümetlerin yaşam kalitemize yaptıkları katkıyı önceki dönemlerle ve diğer ülkelerle kıyaslamalı olarak görme imkânı veriyor.

Bu sayede yöneticilerimizi İnsani Gelişmişlik bahsinde bizi dünya liginde hangi sıralara taşıdıklarıyla ölçebiliyoruz.

Ve böylece kendi içimize kapanmaktan kurtuluyoruz. “Dünyanın en uzun şeyini yaptık” ya da“ asrın projesini bilmem n’aptık”  falan gibi “Türk’ün Türk’e propagandası” kâbilinden şişirmelere gerek kalmadan nerede olduğumuzu görebiliyoruz.

Laf cambazlıklarına, kısır siyasi didişmelere, sembol yarıştırmalara falan ihtiyaç duymadan!

 

Çıktık mı açık alınla son 10 yılda her savaştan?

En önemlisi de, rakamlara bakıp “çıktık mı açık alınla 10 yılda her savaştan,” onu görebiliyoruz.

Şimdi bu endeksin geçen 10 yıllık seyri ülkemiz için ne diyor, ona bakalım:

Türkiye 2002 yılı İnsani Gelişmişlik Endeksi raporunda 0.735 puan ile 85’nci sırada iken 2013 raporunda 0.722 puan ile 90’ncısıraya gerilemiş görülüyor.

Yani raporun temel aldığı yıllar arasında G. Kore 27’nci sıradan 12. sıraya, Rusya 60’ncı sıradan 55’nci sıraya, Kazakistan 79’ncu sıradan 69’ncu sıraya ilerlerken biz ilk 100’de ancak tutunabilmişiz.

Üzerinde binlerce saat çene yarıştırdığımız, daha da yarıştıracağımız bir dönemin yaşam kalitemiz açısından kısa, yalın özeti bu:

İnsani Gelişmişlik Endeksi bahsinde 186 ülke arasında 90’ncı sırada olan Türkiye’nin son 10-11 yılda mesafe kat ettiğini söyleyemiyoruz.

Türkiye insani gelişmişlikte Malezya’nın 26, İran’ın ise 14 sıra gerisinde.

Peki Türkiye Malezya(!) olur mu? Ya da İran(!) olur mu?

Bilemem, ama ne olduğumuz belli. Durum bu!

Bu endeksin alt açılımlarından biri de cinsiyet eşitsizliği. Türkiye maalesef bu alanda, Azerbaycan’ın 14, Bahreyn’in ise 23 sıra arkasında. Ve Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan gibi ülkelerin bile gerisinde.

En geç 2015’te bir genel seçim yaşayacağız. Sizce Türkiye’deki siyasi kadroların ülkemizi takip eden yıllarda ve tabii 2023’te bu liglerde nasıl bir skorla kaçıncı sıraya çıkarmayı hedeflediklerini bilmemiz gerekmez mi?

Peki niye bilmiyoruz?

Niye sivil toplum kuruluşları kanaat önderlerinin ve uzmanların yardımıyla bu hedeflerin neler olabileceğini konuşup tartışmıyor?

Cumhuriyetimizin 100’ncü yılında ilk 100’de kalmayı yeterli göreceksek...

“Yeter ki projelerimiz çılgın olsun”, “dünya ligindeki yerimiz küçük olsun, ama bizim olsun” diyeceksek, söylenecek bir şey yok.

Ama, siyasilerin elmalarla armutları bir araya koyarak bağlamından kopartılmış rakamlarla illüzyonlar örmelerine izin vermek niyetinde değilsek, önce hedeflerden hedef beğeneceğiz kendimize.

BM’nin İnsani Gelişmişlik Endeksi sıralaması orada duruyor. Buradan yıl be yıl ülkemizin performansını takip edebilir, nasıl bir hedefimiz olmalı, siz de akıl yürütebilirsiniz.

Bir başka gösterge de belki Demokrasi olabilir. The Economist’in 2006’dan beri ölçtüğü Demokrasi Endeksi sıralamasında Türkiye 2006’da 5.70 puanla 88’nci sırada idi. 2012’de 5.76 puanla hâlâ 88’nci sırada.

Sizce 2013 raporunda Türkiye ilk 90’a girer mi?

90 yılın sonunda gelen 90’ncılık!

Muhteşem (!) rakamlar bunlar, değil mi?

\

2023 hükümetinin 3 hedefi olsun mu?

Şimdi yüzyılımızın da bu ölçüde “muhteşem” (!) olmaması için öncelikle semboller üzerinden yürüttüğümüz mühim (!) siyasi faaliyetlerimizdeki enerjimizin mesela yüzde 10’unu bundan böyle bu tür hedeflerin belirginleştirilmesine ayırsak, nasıl olur?

Ve hedefler belirlesek... Şöyle ki...

HEDEF 1: Mesela bu ülkeyi yönetmeye talip olacak kadroların bizi insani gelişmişlikte ilk 50’ye sokmalarını isteyebiliriz belki. (Belki daha da iddialı hedef koymalıyız.)

“Tek hedef koymak yetmez” diyorsak...

HEDEF 2:Neden Demokrasi Endeksisıralamasındailk 50’ye girmek gibi olağanüstü bir başarıya (!) imza atmak istemeyelim?

20 yıl önce bir iç savaş yaşamış Hırvatistan’daki kadar bir demokrasiyi hak etmiyor muyuz sizce?

“İki hedef de yetmez, üçüncü de olsun” diyorsak,ve mesela mevcut endekslerin zaafları olduğunu düşünüyorsak, alın size bir hedef daha...

HEDEF 3: Mevcutlardan daha sağlam ve daha gerçekçi bir endeks geliştirerek ekonomi dalında Nobel Ödülü alacak bir ekonomist yetiştirmeyi de 2023 hedefi olarak koyalım mı, mesela?

Hatta hedefi Nobel Ödülü almasını arzu ettiğimiz bu ekonomistimizin bir kadın olması şeklinde sabitleyelim mi, şöyle “kızlı erkekli”?

Ne dersiniz?

Taliplisi olur mu bu ve bunun gibi hedeflerin?

Recep Bey? Kemal Bey? Devlet Bey? Sebahat Hanım?

Ne dersiniz?

“Bu milletin yaralarını iyileştirebiliriz. Evet yapabiliriz” diyor musunuz?

“Üç hedefi de tutturmak için yola çıkabiliriz ve tutturduktan sonra sizlerle birlikte sokaklarda, meydanlarda, parklarda hep birlikte “100. Yıl Bayramı” yapabiliriz”... “Evet yapabiliriz,” diyor musunuz?

 

 

twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"