07 Eylül 2015

Bir nüfus sayımından çok daha fazlası: 1 Kasım 2015

AKP, şehit cenazelerinin artık iktidara zarar yazan bir gerçeklik olduğunu, görmekten giderek uzaklaşıyor

Siyasal İslam anlayışının mirasçısı AKP istedi ki, Türkiye’de siyasal yelpaze tamamen kimlikler, mümkünse de dini kimlikler üzerinden şekillensin: AKP, Sünni Müslümanların partisi olsun, CHP Alevilerin... Kürt etnik temeli toplum genelinde zaten tehdit edici bir oran içermeyen BDP (bugünkü HDP) de (Zerdüşt) Kürtlerin partisi olsun. Olsun ki, dış mihrakların” bitmeyen “komplolarıyla” karşı karşıya olan, % 98’i Müslüman ve ezici çoğunluğu Sünni Türkiye’de siyaset gemisi (!) bu eksen üzerinden kolayca yürütülebilsin. AKP de büründüğü bu müdâfî zırhla 2023’e, 2071’e, hatta 2453’e kadar iktidarda kalsın.

Seçmeninin 12 yıllık bir iktidar süreci akabinde rehavete kapılmasından endişe duyan AKP, Gezi Direnişi’ni tabanını yeniden konsolide etme fırsatı olarak gördükten sonra ülkede pek çok şey kontrolden çıkmış ve bizleri oradan oraya savurarak şu korkunç noktaya taşımış olabilir. Ancak bütünüyle iktidarın kontrolünde yürüyen en önemli “süreç,” siyaseti ve siyasi aktörleri kimlikler kisvesine indirgeme yönündeki bu süreç oldu!

Bu şekilde tamamen kimlikler üzerinden yürüyecek bir temsili demokrasi ortamında sandık kitlelere siyasal tercih ve beklentilerini yansıtacakları bir araç, değil, diğer demokrasi araçlarını yürürlükten kaldırabilme olanağı/yetkisi sunan bir sayım imkânı verecekti. Bir tür nüfus (!) sayımı: Sünnilerin, Alevilerin, Zerdüştlerin vs.

Seçim meydanlarındaki söylem de bu basit özdeşlik hesabı üzerinden kuruluyordu. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na “Alevi olduğunu açıklamaktan niye korkuyorsun? Sen de. Rahat ol. (...) Ben de Sünniyim” diye seslenirken de, Hakkari’de “Birileri Zerdüşt olabilir. O ayrı mesele. Benim Zerdüşt’le işim olmaz. Biz Müslümanız,” derken de o özdeşlikler diskuru üzerinden hareket ediyordu.

AKP liderliği Türkiye siyasetinin bu eksen üzerinden şekillenmesi için sadece böyle bir söylem tutturmakta ve seçim meydanlarına birer Kuran-ı Kerim nüshası sokmakla sınırlı kalmadı, artık sahibi haline geldikleri devletin ve devletin ideolojik aygıtlarının tüm imkânlarını da bu doğrultuda seferber edip sahaya sürdü.

Bu sosyoloji temelinde işleyen ve Sünni Müslümanların ezici çoğunlukta olduğu toplumda parti nasılsa devlet ve millet ile iç içe geçecek ve bir milli şef komutasında geleceğe yürüyecekti. Arzulanan gelecek vizyonu buydu.

7 Haziran seçim sonuçlarında AKP’nin canını belki de en çok sıkan, bu özdeşlikleri kurmada arzuladıkları ölçüde başarılı olamadıklarını görmeleridir. Sünni Kürtler de milliyetçi Sünni Türkler de kendilerine pekala teveccüh gösteremeyebiliyordu.

Tabloya bakan AKP bu özdeşlikleri kurmasının önündeki en büyük fiziki engelin - bir gün kendilerine iltihak edecek marjinal bir faktör olarak görme hatasına düştükleri MHP olduğu saptamasını yaptı.

Aynı hatayı siyasal İslam’ın Türk siyasetindeki öncüsü ve en büyük lideri Erbakan da bundan 45 yıl önce yapmış ve Konya’dan bağımsız aday olduğu 1969 seçimleri öncesinde, kazanması halinde bir parti kuracağını ve kuracağı partinin YTP, MP ve MHP’yi birleştireceğini söylüyordu.

Erbakan’ın “cepte keklik” gibi gördüğü bu düş hiç bir zaman gerçekleşmedi. Şimdi, AKP liderliği MHP’yi de içerme ihtiyacını Erbakan’dan yaklaşık yarım asır sonra ve 7 Haziran’ın yakıcılığında epeyce pragmatik bir hesabın sonucu olarak hissetmiş görünüyor. Gözlerini asli sahibi MHP olan soy milliyetçi oylara dikmiş olan AKP’de hedef önce MHP tabanını pasifize edici bir savaş senaryosu yürürlüğe koymak, sonra da kimi yöntemlerle çeşitli MHP unsurlarını kendilerine çekmeye çalışmak oldu. Milliyetçi aktörleri kendine yedekleyerek de 1 Kasım’dan arzuladığı sonuçla muzaffer çıkmayı arzuluyor. Böylelikle kendisini Sünni ve milliyetçi Türklerin “milliyetçi, mukaddesatçı” partisi olarak tescil ettireceği bir “rölans” yapmak düşüncesinde.

Oysa Erbakan’ınki gibi Erdoğan’ın da bu düşü gerçekleşecek gibi değil. Bunun bir ve belki de en büyük nedeni, Şerif Mardin Hoca’nın “Din ve İdeoloji” eserinde de ampirik kanıtlarla gösterdiği gibi, kendilerini daha çok Türk ya da daha çok Müslüman hissedenlerin birbirinden oldukça farklı ve kendi içinde tutarlı davranış ve görüşlere sahip olması, yani ayrı birer sosyolojik vakalar olmaları.

Ancak AKP bu ayrı varoluş gerçekliğini göremediği, tarihi bir yanılgı içinde değil sadece. Bu yanılgı aynı zamanda “yeni” de. Bu toplumu barışa mahkum gibi görmüş bir iktidarın, birden bire milliyetçiliği yedeğine alarak savaşa mahkummuş gibi göstermeye çalışması, seçmen nezdinde en hafif tabiriyle “tutarsızlık” olarak görülüyor. Bu tutarsızlığın bedelini gencecik insanların canlarıyla ödüyor olması da en hafif tabiriyle, “kabul edilemez” olarak değerlendiriliyor.

AKP ise şehit cenazeleri ve şehadet söylemlerinin iktidara prim yaptıran değil artık zarar yazan birer gerçeklik olup çıktığı Türkiye’nin bu “yenirealitesini kavramaktan, görmekten giderek uzağa düşüyor.

Böyle bir atmosferde 1990’ları vizyona sokmayı bir çare olarak görmüş AKP yenilmeye mahkum... Ama MHP’yi parçalayıp kendisine katamayacağı için değil. Türkiye’nin realitesini, uzunca bir dönem muhalefetle özdeşleştirdiği “eski Türkiye” üzerinden okuma yanılgısına düştüğü için...... İnsanına onurlu bir gelecek perspektifi ve yaşam sunmak yerine, soy milliyetçilik sosuna bulayarak kutsadığı ölümler sunduğu için, kan ve gözyaşının ötesine geçebilen “yeni” bir gerçeklik üretemediği için... Direksiyonu 2023’lere değil, 1990’lara kırdığı için, yenilmeye mahkum!

Soru şu ki; onu kim yenecek? Direksiyonu yeniden 2023’lere çevirecek ana muhalefet partisi CHP mi? Bağrından çıktıkları AKP liderliğiyle ve partiyle 1 Kasım sonrası aralarına mesafe koyacak, ihtiyaç duyulan değişimi bir zamanlar periferiye ittikleri soy milliyetçiliği merkeze çağırmakta değil, sağduyulu bir liberalizmi AB vizyonuyla kucaklamakta görecek bazı eski AKP’lilerin yeni bir merkez sağ oluşumu mu? Yoksa, bileşenlerinin tek tek gayretleriyle büyüyecek ama onun potansiyellerini de aşabilecek, olası bir Barış Bloku mu?

Kavurucu yaz günlerinde 1990’ların filmi vizyonda belki ama bu kış Türkiye’ye hangi filmler (!) gelecek, bir nüfus sayımından çok daha fazlasına işaret edecek olan 1 Kasım 2015’in sonrasında hep beraber yaşayıp, bir parçası da olup göreceğiz.


twitter: @akdoganozkan 

Yazarın Diğer Yazıları

Dünyayı sarsacak 15 gün

Netanyahu’nun Filistinlilere yönelik etnik temizliği hız kesme de, İran’a saldırı için zaman kollayan İsrail’in iki hafta içinde Başkanlık Seçimleri’ne gidecek olan ABD’nin desteğiyle yapabileceklerden ötürü ortada’ fırtına öncesi sessizlik’ var demek de mümkün

ABD’nin başladığı işi İsrail tamamına erdirecek mi?

ABD’nin 11 Eylül akabinde başlattığı Orta Doğu’yu yeniden tanzim etme operasyonunu 7 Ekim sonrasında tamamlama gayreti içine giren İsrail “stratejik ortağı” ile el yükseltiyor. Soru: nereye kadar?

Yaptırımlar, usanç ve BRICS

Ekonomik bir savaş biçimi olarak devreye sokulan yaptırımlar ve küresel temsilde adaletsizlik dünyadaki usanç cephesinin genişlemesine yol açarken kuralların yeniden yazılması yönündeki çabalar da gözden kaçmıyor

"
"