Genç neslin belki tanımadığı, ABD'nin bugün 100 yaşına gelmiş, efsanevi dışişleri bakanı (1973-1977), Henry Kissinger, Ukrayna Krizi'nin başlarında The Washington Post gazetesinde yayımlanan bir makalesinde, çözümün Ukrayna'nın "Finlandiyalılaşması" olması gerektiğini dile getirmişti. Amerika Birleşik Devletleri'nde Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı ile birçok başkana dış siyaset konularında danışmanlık yapmış olan Kissinger, Ukrayna'nın Rusya'ya yönelik tehdit oluşturan NATO ittifakının dışında kalması gerektiğini, ancak Finlandiya'nın yaptığı gibi Batı ile ekonomik ilişkileri geliştirebileceğini ifade etmişti. Gelişmeler öyle bir şekillendi ki onca zaman sonra gelinen noktada, Ukrayna Finlandiyalılaşmadığı gibi, şaşırtıcı bir şekilde, Finlandiya uluslararası literatüre kazandırdığı pozisyonundan istifa etti.
4 Nisan bu anlamda Kissinger'ın belki "bir yaşına daha girdiği" tarihi bir gün oldu. Zira o gün Finlandiya, NATO'nun 31. üyesi olarak İttifaktaki yerini resmen aldı ve bloklar arası tarafsızlığı ifade eden "Finlandiyalılaşma" konsepti ile yollarını ayırdı. Rusya ile en uzun sınır hattına (1340 km) sahip NATO ülkesi olarak umarız Finlandiya hiçbir zaman "Ukraynalılaşmak" durumunda kalmaz. Ancak bundan sonra pek çok şeyin bu ülke için eskisi gibi olmayacağı da bir gerçek.
Helsinki adıyla özdeşleşen süreç
Finlandiya, II. Dünya Savaşı'nda Nazi işbirlikçisi bir pozisyon da almış, ancak savaş sonrasında şekillenen iki kutuplu dünya düzeninde büyük güçler arasında tarafsız kalmayı tercih ederek NATO'ya girmekten imtina etmişti. Ülke ne "Fin Sovyeti" haline gelmiş ne de NATO'ya girerek Rus komşusu için yakın bir tehdit oluşturmayı seçmişti. Nihayetinde, Soğuk Savaş dönemini en rahat atlatan ülkelerden biri olmasını bu tarafsız pozisyonuna borçluydu Finlandiya. Böylelikle uluslararası ilişkiler jargonuna, toprak bütünlüğünü koruma ve güvenliğini sağlama adına iki büyük güç arasında tarafsız kalabilmeyi anlatan "Finlandiyalılaşmak" terimini armağan edebildi. Finlandiya'nın bu şekilde pozisyon alabilmesi sayesindedir ki,
- Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) temelini oluşturan müzakereler Finlandiya başkenti Helsinki'de yürütülmüştü,
- Avrupa'da karşılıklı güven anlayışının güçlendirilmesine, barış ortamına elverişli şartların geliştirilmesine ve demokrasi ile insan haklarının temel alınmasına en büyük katkıyı yapan müzakerelerin en temel çıktısı bu nedenle "Helsinki Nihai Senedi" adını taşımıştı.
- Berlin Duvarı'nın yıkılması akabinde ivme kazanan yeni barış hareketinin adı bu yüzden "Helsinki Yurttaşlar Meclisi" olmuştu.
İşte uluslararası ilişkiler literatürüne "Finlandiyalılaşmak" şeklinde bir tabir kazandıran o Finlandiya, kendisine güvenlik, refah ve servet getiren tarafsızlığını geçen salı günü resmi olarak sonlandırdı. 2022 yılı mayıs ayında yaptığı NATO'ya girme başvurusunun önündeki son engel gibi görülen Ankara, TCMB'de 31 Mart'ta yapılan oylamayla blokajını kaldırıp onay belgesini ABD'ye teslim edince, Finlandiya resmen NATO üyesi olabildi.
Bir devir sona erdi
Bu sembolik öneminin çok ötesine geçen epey ciddi bir gelişme, aslında. Geçen hafta da aktarmıştım, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IRIS) Başkan Yardımcısı ve Türkiye uzmanı Didier Billion, VOA'ya yaptığı açıklamada, "Finlandiya'nın NATO'ya girişini sıradan bir olay diye değerlendiremeyiz. Resmen bir devir sona erdi," demişti.
Savunma, jeopolitik ve NATO uzmanı, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IRIS) Başkan Yardımcısı Jean-Pierre Maulny ise olan biteni, "NATO açısından çok radikal bir değişim değil ancak bu, kesinlikle Avrupa'nın savunma mimarisini değiştirecek bir gelişme" demişti. Maulny, Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya girmesinin aslında Ukrayna savaşı sonrası oluşturulacak barış çabaları sırasında zorlu bir süreç yaratacağına dikkat çekmiş ve "Burada asıl değişen Avrupa savunma mimarisi. Nasıl olsa bu iki ülke AB üyesi ve AB'nin güvenlik şemsiyesi altında (47. madde). Asıl değişim, şimdi değil, bu savaştan çıktığımızda fark edilecek," değerlendirmesini yapmıştı.
Muhtemelen Baltık'ın nükleer silah deposu haline geleceğini de ima ediyor uzmanlar. Nitekim, Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılması halinde Rusya'nın Batı sınırları boyunca güvenliği artıracağını ve ardından "Baltık'ın nükleer-dışı statüsü hakkında artık konuşulamayacağını" geçen yıl söylemişti bile.
Evet, Billion'un da dediği gibi "bir devir sona erdi" ve yenisi Ukrayna Savaşı sona erince daha net görülecek. Nasıl ermesin! Finlandiya, bu adımıyla, bir zamanlar Baker'ından, Bush'una, Genscher'inden Kohl'üne en önemli Batılı liderlerden NATO'yu doğuya doğru genişletmeyecekleri güvencesini alan komşusu Rusya'nın tam anlamıyla kuşatılmasını sağlamış oldu.
Üstelik, paradoksal gelebilir belki ama, bir süredir "Finlandiyalılaştığı" yolunda şüpheler uyandıran Türkiye'nin AKP'lisi, CHP'lisi, İYİP'lisi, HDP'lisi ve TİP'lisinin aktif ya da pasif desteğiyle yakılan yeşil ışık sayesinde.
Amerikalı yetkililer, özünde yaşlı kıtaya gelip, Avrupa'nın güvenliğiyle pek alakası olmayan fırsatçı çıkarlarının kılavuzluğunda güvenlikle ilgili meselelerde ahkam ve racon kesebiliyor, bırakın hasımlarını müttefikleri hakkında bile casusluk yapabiliyorlar. Onların "23 centlik" askerlerle, kontrgerillayla, Gladio ile bir dertleri olmadı. Aksine o yapıların mucidiydiler. Peki İttifakın genişlemesini, Finlandiya'nın "güvenlik kaygılarının meşruluğuyla" açıklayan ve bu nedenle hayır oyu vermemek için oylamaya katılmamayı tercih eden Türkiye solcularına ne oluyor? Araya biraz zaman girince hafızalarını yitirip NATO'yu bir fikir kulüpleri federasyonu mu zannettiler acaba?