28 Haziran 2019 tarihini bir yerlere not edin. Bu tarih Avrupa müesses nizamının ABD Doları’nın küresel rezerv para statüsüne son verme yönünde açtığı ilk resmi isyan bayrağının göndere çekilme tarihi! Bir anlamda Avrupa’nın dış politikasının (ABD’den) bağımsızlık deklarasyonu!
Zira, dünyayı bir süredir yaptırımlarla yönetmeye çalışan ve bu yaklaşımından hoşnut olmayan müttefiklerine karşı da gerektiğinde zorbalaşabilen bir anlayış içinde olan Washington Yönetimi, Avrupa ülkelerini öylesine bezdirdi ki, bu ülkeler işi ABD’nin küresel finans sistemindeki başat konumuna son verme potansiyeli taşıyan teknolojiler geliştirmeye kadar vardırdılar.
Avrupalıların bu konudaki öncelikli hedefleri İran’a yönelik yaptırımları baypas etmek, onların etrafından dolanmak oldu. Bu hedeflerini mümkün kılan teknoloji geliştirme faaliyetlerinin en son ve en önemli örneği ise, bankalararası haberleşme ve ödeme sistemlerine standardizasyon getiren ve 1977’den beri yürürlükte olan SWIFT sistemine alternatif yeni bir sistem geliştirmiş olmaları teşkil ediyor. Avrupa ülkelerinin İran ile ticaretlerini ABD dolarına bağlı olmadan ve SWIFT yapısı dışında sürdürmek için oluşturdukları yeni özel elektronik mesajlaşma ve ödeme kanalı INSTEX (Instrument in Support of Trade Exchanges), geçtiğimiz cuma günü, yani 28 Haziran’da faaliyete geçti.
Hatırlanacağı gibi, İran ile 2015 yılında imzalanmış P5+1 anlaşmasından Başkan Donald Trump’ın tek taraflı olarak çekileceğini açıklamasının ardından AB ülkeleri anlaşmayla belirlenmiş yükümlülüklerini yerine getirmeye devam edeceklerini ve İran ile ticareti sürdüreceklerini beyan etmişlerdi. Ancak bu ticaretin ABD’nin domine ettiği küresel finans sistemi içinde nasıl bir kanal üzerinden yapılacağı bir muammaydı. İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarına takılmak istemeyen Avrupalı firmalar/bankalar artık yeni ödeme kanalı Instex sayesinde SWIFT’i ve ABD dolarını kullanmak zorunda kalmadan bu ülke ile ticaret yapabilecekler.
Bu amaçla, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi önde gelen Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile Rusya ve Çin’in temsilcilerini (E3/EU+2) İran temsilcisi ile bir araya getiren Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) Ortak Komisyonu, Avusturya’nın başkenti Viyana'da 28 Haziran 2019 tarihinde bir toplantı düzenledi. Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreteri Helga Schmid başkanlığında gerçekleşen toplantıda Instex’in faaliyete geçtiği ve bu kanal üzerinden ilk ticari işlemlerin yapıldığı bildirildi.
Instex adımı Avrupa müesses nizamının ABD Doları'nın küresel rezerv para stütüsüne son vermek için yaptığı ilk resmi adım olarak tarihe geçiyor. Gerçi, 28 Haziran tarihine Avrupalıların doların tabutuna “resmi olarak ilk çivi” çaktıkları tarih de diyebilir miyiz, buna yarının tarihçileri karar verecek. Ancak şu aşamada görünen o ki, Instex uluslararası ödeme kanallarının gelişimi açısından “mihenk taşı” diyebileceğimiz önemde bir olay.
Söz konusu gelişmenin küresel finans sistemini SWIFT üzerinden domine eden Amerikan yönetimini çok mutlu etmeyeceği açık. Bakalım, Avrupa dışı ülkelerin de pek yakında üye olabileceği söylenen Instex adımına Washington nasıl tepki verecek. Amerikan Hazine Bakanlığı’ndan gelen ilk sinyaller ABD’nin “agresif” olmayı sürdüreceğinin bir işareti olarak da okunabilir.
ABD dolarının tahtı da sallantıda
Hatırlanacağı gibi, uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings’in analistleri Haziran ayı başlarında yaptıkları açıklamalarda ABD Doları'nın küresel rezerv para statüsüne sahip olmaktan çıkabileceğini söylemişlerdi. Bunu fırsat bilen Şangay İşbirliği Örgütü ile BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) de doların rezerv para olmaması gerektiğine yönelik görüşlere destek verdiler. Tabii ABD Doları'na yönelik itirazın altında yatan temel husus, ABD Merkez Bankası’nın (FED) Amerikan ekonomisini finanse etmek için dolar arzını yaklaşık olarak yüzde 13 oranında artırmış olmasıydı. Bu ülkeler ABD’nin para arzını artırarak kullanabileceği bu en kolay borçlanma yolu sayesinde büyük miktarlarda senyoraj geliri elde ettiğini ve bunu bütçe açıklarını kapatmada kullandığının altını çizerek itiraz ediyorlardı.
Tabii, ABD’nin hasımlarının ABD dolarının tahtını sarsacak gelişmelere alkış tutması çok da şaşırtıcı değil. Ancak Instex özelinde durum biraz farklı. Zira ABD dolarının tahtını sarsabileceği söylenen adım bu kez ABD’nin hasımlarından değil “müttefiklerinden” gelmiş oluyor. Daha da önemlisi, Avrupa ülkeleri, bu adımla, “AB’nin dış politikalarını maksimalist Washington yönetimleri değil biz belirleriz” de demiş oluyorlar!
Türkiye Instex’e üye olabilir mi?
Instex’e yönelik gelişmeleri yakından izleyenler arasında muhtemelen Ankara da var. Malum, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarından muaf tuttuğu, bu ülkeden petrol ile doğal gaz alan ve aralarında Türkiye’nin de olduğu sekiz ülke için öngördüğü altı aylık süre 2 Mayıs 2019’da bitmiş ve o tarihte muafiyet sona ermişti. Bu gelişmenin ardından Türkiye’nin bu yaptırımlardan en fazla etkilenecek ülkelerin başında geldiği söylendi. Zira İran, ABD’nin ambargo kararı ortaya çıkana kadar Türkiye’nin en büyük ikinci petrol tedarikçisiydi. Bu nedenle Ankara bu muafiyeti devam ettirmek için Washington'ı ikna etme yönünde çabalarını sürdürdü.
Hatırlanacağı gibi, İran ile ticarette yaptırımlara takılmak istemeyen ülkelerin geliştirdiği en riskli yollardan birini geçmişte Türkiye benimsemiş ve İran’a yönelik yaptırımları aşmak için altın ticaretine yönelmiş, bir diğer deyişle İran’ın Türkiye’ye yönelik gaz ve petrol satışlarının karşılığını altınla ödeme yöntemini geliştirmişti. Bu durum iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmiş ve Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın İran’a yönelik yaptırımları deldiği iddiasıyla New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi'nde yargılandığı bir sürecin kapısını aralamıştı.
Instex o gün var olsaydı ve Avrupa dışı ülkelerin de katılımına açık olsaydı Ankara İran ile ticaretini belki de böyle bir sisteme dahil olarak yürütmeyi tercih edecek, iki ülke arasındaki ilişkilerin seyri bugün ulaştığı gibi kriminal motiflerle de bezeli bir içerik kazanmayacaktı.
Instex’in Avrupa dışı ülkelerin kullanımına ne zaman açılacağı şu an için bilinmiyor. Ancak açıldığında Türkiye’nin de bu kervana katılmak isteyeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Zira yaptırımların küreselleşme dinamiklerini yerle bir ettiği bir dünyada işler bankalar için eskisi kadar kolay olmuyor. Unutmayalım, daha çok yakın bir tarihte İtalyan UniCredit Bankası İran’a yönelik yaptırımlara uymadığı için ABD Adalet Bakanlığı’nın takibine uğramış ve UniCredit yöneticileri banka için daha büyük riskler oluşturmaması için 900 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul ederek Amerikalı yetkililer ile anlaşma yoluna gitmişti.
SWIFT neydi?
Bilindiği gibi, elektronik teknolojisinde olağanüstü büyük gelişmeler özellikle 1960'lardan sonra yaşanmaya başladı. Sadece bilgisayar teknolojileri alanında değil, entegre haberleşme sistem ve teçhizatları ile uydu haberleşmesi de bu gelişmelerden payını almıştı. Söz konusu gelişmeler uluslararası bankacılıkta özellikle döviz piyasası işlemleri, bilgisayar destekli alım/satım hizmetleri ve fonların elektronik yöntemlerle transferi gibi alanlarda çok kritik uygulama sahaları buluyordu.
Bu uygulamalardan biri de, tam adı “Society For Worldwide Interbank Financial Telecommunication” (Dünya Çapında Bankalararası Finansal Haberleşme Örgütü) olan SWIFT’in bankalararası haberleşmede standartlaşmaya yönelerek farklı dillerin kullanımından doğan sorunları asgariye indirmek yönündeki çalışmaları oldu.
SWIFT’in kuruluş çalışmalarına 1960’lı yıllarda başlıca Avrupa, Amerika ve Kanada bankalarından oluşan küçük bir grupla başlanmıştı. Çalışmalar 1973’te 250 Avrupa ve Kuzey Amerika bankasının girişimiyle hızlanmış ve SWIFT, 1977 yılında fiilen hizmete geçmişti. Kâr amacı gütmeyen bir kooperatif olarak örgütlenen SWIFT, en temelinde bankalararası haberleşmede kullanılacak uluslararası mesaj standartları geliştiriyordu. SWIFT, ayrıca bu bilgi mesajlarının depolanmasını, bilgilerin banka şubeleri arasında iletilmesini ve muhabir bankalar nezdindeki hesaplarla ilgili mutabakat işlemlerinin kolaylıkla yapılabilmesini sağlıyordu.
1980’li yıllarda bilgi ve teknik donanım açısından kendilerini geliştirmekte önemli adımlar atan, hizmette çeşitliliğe yönelerek faaliyet alanlarını genişleten Türk bankaları da zamanla SWIFT çatısı altına girmeyi gündemlerine aldılar. Türkiye'nin SWIFT’e üye olmak için 1985’te başlatılan girişimler, 1986 yılının sonbaharında sonuçlandı ve Türkiye o tarihte üyeliğe kabul edildi. 1988 yılı ortalarına geldiğimizde Türkiye’de 4’ü yabancı olmak üzere 29 banka artık SWIFT üyesiydi ve işlemlerin en hızlı biçimde gerçekleştirilmesine olanak veren uluslararası SWIFT sistemiyle bağlantı kurarak çalışmaktaydı. Zamanla bu sayı daha da arttı ve tüm bankaları kapsar hale geldi. SWIFT bağlantısı ülkemizde bankaların 80’li yıllarda attığı teknolojik adımların en son ve en önemli örneğini oluşturdu. SWIFT bağlantısı sayesinde Türk bankaları uluslararası finans kuruluşlarıyla, temel bankacılık hizmetleri olan döviz teyitleri, kredi borç teyitleri, kambiyo işlemleri, tahsilatlar, akreditifler, bankalararası tahvil ve hisse senetleri işlemleri yapabilir hale geldiler.
twitter: @akdoganozkan