23 Eylül 2024

Almanya için çare, "barış, hemen, şimdi!"

Her çeyrekte ekonomisi daralan ve eski rekabet gücünü yitiren Almanya’nın barışa ihtiyacı varsa da, zamanı şimdi. Yoksa, 2025 seçimlerinde sandıktan Başbakan olarak çıkacağını tahmin ettiğim, CDU partisinin Atlantikçi lideri Friedrich Merz ile barış daha da zorlaşacak.

Giderek yaklaşmakta olduğunu gördüğümüz nükleer savaş ihtimali gerileyecek, Ukrayna krizinin çözümünde barışa doğru ilerlenecekse, bu süreçte en kritik rolü oynaması beklenen ülke sanırım Almanya. Avrupa’nın bir güvenlik mimarisinden uzaklaşmasında ve gelişmelerin bu noktaya gelmesinde Alman devlet adamlarının ve savaş çığırtkanı Yeşiller’e emanet edilmiş basiretsiz dışişleri siyasetinin payı olduğu bir gerçek. Ancak Avrupa’nın kendi bacağına daha fazla kurşun sıkmasının önüne geçecek olan en güçlü irade de galiba sadece Almanya’dan çıkabilir.

Zira gelişmelerin Almanya için geldiği nokta tek kelimeyle fecaat. Hem siyaseten hem de iktisaden. Son iki yıldır küçülen ve ekonomik durgunluğa giren Alman ekonomisinin, 2024’ün bundan sonrasında da durgunlukla boğuşmak durumunda kalacağını son olarak Almanya Merkez Bankası’ndan da duyduk. Bundesbank, geçen perşembe günü kamuoyuyla paylaştığı ve Alman ekonomisinin halihazırda resesyonda olabileceğini teyit eden raporunda, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) ikinci çeyrekte % 0,1'lik daralma gösterdiğini kaydetti ve ekonominin üçüncü çeyrekte de küçülebileceğini vurguladı. Bundesbank Başkanı Joachim Nagel, daha önce de ülkedeki endüstriyel faaliyetlerin zayıflamasından ötürü ekonomik güvenin zarar gördüğünü ve bahar aylarında yaşanan küçülmenin bir “alarm zili” olduğunu, hükümetin bir büyüme programı uygulaması gerektiğini söylemişti.

Bloomberg’e göre, son üç ayda da duraklama yaşayan Alman ekonomisi için tablo beklenenden daha derin bir düşüşe işaret ediyor. İktisatçılar, AB'nin bu en büyük ekonomik gücü için öngörülerini negatif yönde revize etmeye başladılar bile.

FrontierView analisti Martin Belchev’e göre, “piyasa 2025'te hafif bir toparlanma görse bile, bunun çoğu döngüsel olacak ve aşağı yönlü riskler akut bir görüntü vermeyi sürdürecek.” En büyük dört Alman otomotiv üreticisinin çift haneli düşüşler kaydettiğini hatırlatan Belchev, otomotiv sektöründeki duraklamanın büyüme üzerindeki aşağı yönlü baskıları daha da artıracağı uyarısını yapıyor.

Evet, Almanya ekonomisinin Alman sanayisinin belli başlı ihracat pazarlarında zayıflayan taleple, kalifiye işgücü eksikliğiyle ve Çin'in artan rekabet gücüyle zorlu bir mücadele verdiği bir gerçek. Ancak tabloyu bu denli kırılgan yapan ve Almanya’nın rekabet gücünü yitirmesindeki en önemli faktör, Ukrayna Savaşı ve yaptırımlar dolayısıyla yaşanan enerji krizinin ülke ekonomisi üzerindeki derin etkileri ve buna bağlı olarak yürütülen sıkı para politikası.

Avro bölgesinin en büyük ekonomisi için bu savaşın bir an önce sonlanması gerektiği açık. 31 milyar dolarlık silah ve mühimmat tedariği ile Ukrayna’nın ABD’den sonraki en büyük silah bağışçısı ülke konumunda olan Almanya’da son zamanlarda nispeten sağduyulu bir eğilimin varlığı seçiliyor. Başbakan Olaf Scholz’ı, Ukrayna'yı uzun menzilli füzelerle donatma ve Rusya içlerinin vurulmasına izin verme konusunda İngiltere ve Fransa'dan farklı bir tutum izlerken görüyoruz. Scholz geçenlerde bir açıklama yaparak, “diğer devletler [silahların kullanımı üzerindeki] bu tür kısıtlamaları kaldırsalar bile, Almanya uzun menzilli silahlarının Ukrayna tarafından Rusya içlerini vurmasına izin vermeyecek,” dedi. “İhtiyat bir erdemdir,” diye düşünen Scholz, “Berlin'in çatışmalara doğrudan katılımı anlamına geleceği için” mayıs ayında da Ukrayna'ya 500 km menzilli Taurus füzeleri vermeyi reddetmişti.

Almanya’nın önceki Şansölyesi sosyal demokrat Gerhard Schroeder savaşın sonlandırılması çabalarının yoğunlaştırılması gerektiği konusunda daha da net. Schroeder, Welt gazetesine geçen günlerde verdiği röportajda, Ukrayna'daki ihtilafın çözümü için Rusya ile müzakereler yapma çağrısında bulunuyor ve Moskova'ya karşı askeri bir zaferin mümkün olduğuna inananlara tarih okumalarını tavsiye ediyordu: “Buna (Rusya'ya karşı zafere) inanan herkese tarih kitaplarına bakmalarını tavsiye ediyorum. Napolyon'dan Hitler'e kadar herkes bu yüzden başarısız oldu.”

Rusya'nın meşru güvenlik çıkarlarının Batı tarafından görmezden gelindiğini ve Ukrayna'daki gerginliğin tırmanma potansiyelinin hafife aldığını vurgulayan Schroeder, “Bu savaş müzakereler yoluyla sona erdirilmek zorunda. Her halükârda, askeri yollarla çözülemez. Uzlaşmaya varmamız gerekecek,” diye düşünüyor.

Evet, hem iktisaden hem siyaseten Almanya’nın (da) barışa ihtiyacı var. Ancak bunu biraz Scholz, çokça da Schroeder istiyor, Almanya Merkez Bankası da bu şartlarda resesyondan çıkış görmüyor diye, hemen barış istikametine ilerleneceğini düşünmek saflık olur. Zira bunun için Berlin yönetiminin bir sonraki federal meclis seçimlerinin gerçekleşeceği 28 Eylül 2025 tarihine kadar barış yönünde çok çok güçlü bir irade ortaya koyması ve diplomatik inisiyatif göstermesi şart. Şu anki “ortadan oynamayı” tercih eden performansıyla da bunu yaparsa sanırım herkes için sürpriz olur.

Bir yıl sonra barışa doğru ilerleme fırsatı açısından işlerin daha da zor olacağını düşünüyorum. Scholz, ABD politikalarını temel referans noktası olarak alıp ateşli bir şekilde savunan biri değildi. Ama hayat onu bir şekilde vassallığa ve biata doğru itiverdi. Bir yıl sonraki genel seçimlerin sonucunda Başbakan seçileceğini tahmin ettiğim Hristiyan Demokratik Partisi Birliği (CDU) lideri Friedrich Merz ise Amerikalılar tarafından Almanya kamuoyunu lobicilik faaliyetleri ile yönlendirmek için kurulmuş Atlantik-Brücke (Atlantik köprüsü) derneğinin başkanlığını da yapmış, yani Atlantikçiliği tescilli bir Amerikancı. Şansölyeliği boyunca Dorothea'daki küçük dairesinde yaşamış eski CDU lideri Angela Merkel gibi tevazu sahibi biri bile değil, dev firmaların hukukçuluğunu yürütmüş, Ukrayna’yı yağma planıyla da bildiğimiz BlackRock’ın Almanya organizasyonunun denetim kurulu başkanlığını yapmış, mülti-milyoner bir “iş adamı.”

Dolayısıyla Beyaz Saray’da ister Kamala Harris ister Donald Trump olsun, Berlin’de 2025’ten itibaren büyük ihtimalle Amerikancılığı kuşku götürmez bir lider şansölye koltuğunda oturuyor olacak. Zira CDU içindeki muhtemel rakipleri liderlik iddialarından onun lehine çekildiklerinden beri Alman halkının önünde öyle fazla bir seçenek kalmış görünmüyor. Son seçim anketlerine göre, muhafazakâr CDU/CSU koalisyonu yüzde 32 civarında bir oya sahip görüntü verirken, “aşırı sağ” olarak değerlendirilen, popülist Almanya için Alternatif (AfD) yüzde 20 bandında seyrediyor. İktidardaki sosyal demokrat SPD yüzde 15 ile üçüncü parti konumuna gerilemişken, dördüncü sırayı yüzde 10’ar destek ile Yeşiller ve BSW partisi paylaşıyor. Bir diğer deyişle, hükümete olan güven kaybı sosyal demokratlarla Yeşiller’in toplam oyunu yüzde 25’e indirip AfD’yi güçlendirse de CDU/CSU sandıktan hükümeti kuracak parti olarak çıkacak gibi görünüyor.

Sol Parti’nin (Die Linke) eski yöneticileri tarafından kurulan “Sahra Wagenknecht İttifakı”nın (Akıl ve Sosyal Adalet -BSW) Partisi) yöneticilerinden, “NATO: A Reckoning with the Atlantic Alliance” kitabının da yazarı Alman parlamenter Sevim Dağdelen’in altını çizdiği gibi, Almanya bir ABD vassal devleti hüviyetine bürünmüş durumda. Maalesef, Mertz’in bundan rahatsız olup silkineceğini düşünen varsa da muhtemelen yanılıyor.

Velhasıl, “barış hemen şimdi!”

Yazarın Diğer Yazıları

Nükleer silahların konuşmasına ramak kalmışken

Nükleer caydırıcılığın “dengesinin” kaçtığını savunan Batılı bilim adamları, “biz zararlı çıkarırız, taktik nükleer silahlarla aleyhimize stratejik bir dengesizlik yaratılmasına sebep oluruz, gerilimi tırmandıracak adımlardan kaçınalım” diyor

21. yüzyıl lojistiği ve barış

Güney Asya’dan Kuzey Avrupa'ya giden ana yük geçiş yollarından birisi olarak, 20 küsur yıl önce Süveyş Kanalı güzergahına alternatif şekilde tasarlanan 7 bin 200 km’lik “Kuzey-Güney Uluslararası Taşımacılık Koridoru” projeleri gün sayıyor ama bakalım tünelin ucundaki ışığa barış içinde ulaşılabilecek mi?

Irak’ta gençlerin çekilişle intiharı

ABD işgaliyle birlikte dünyanın en yoksul ülkelerinden biri haline gelen ve gençlerin ümitsizliğin pençesinden çıkamadığı Irak’ta “el Kurban” ya da “Allahiye” adıyla bilinen, yasaklı bir dini grubun üyeleri kura çekimi ile ölüme yürümeyi seçiyor

"
"