IŞİD ile savaş çok büyük ölçüde nihayete erdirilmiş, örgüt geniş bir coğrafyada yenilgiye uğratılmış olsa da, pek de öyle valizini hazırlayıp Suriye’den dönme niyeti olmayan Washington’un “biz buradayız ve bir yere gitmiyoruz” şeklinde okunabilecek son açıklaması Moskova’yı Suriye Savaşı’nda izlediği stratejisini bir miktar revize etmeye itmiş görünüyor.
Afrin’deki savaş özelinde ses belki başka aktörlerden çıkıyor, gürültüyü başka aktörler yapıyor ama Kuzeybatı Suriye'de en azından şu safhada planı yürürlükte olan ülke, yukarıda stratejisini yenileme ihtiyacı duyduğunu söylediğimiz Rusya.
Deyrizor zaferi ile bir anlamda Şam’dan Tahran’a geniş bir nüfuz kuşağının yeniden tesis edilmesi sürecine büyük destek veren Rusya artık ülkenin kuzeybatısında yarım kalmış bir işi artık hızla tamamlamak istiyor. Ve Suriye coğrafyasındaki mevcudiyeti bir süre önce açık uçlu bir konuma düşmüş olan ABD kendisine (İran ve belki müttefiklerini karşısına alacağı) yeni savaş saha ve stratejileri belirlemeden cihatçıları İdlib’ten de atmak istiyor.
Dolayısıyla Suriye’nin İdlib ve Afrin bölgesinde geçtiğimiz hafta içinde olup bitenleri bu perspektiften okumak gerekiyor. Şimdi geçen haftaki gelişmeleri yarını anlayabilmek açısından da önem arz eden bu perspektif üzerinden değerlendirelim.
BİR) Aslında Rusya’nın geçen hafta sahadaki en temel hedefi, Suriye ordu birliklerinin Aralık 2017'nin son haftasında başlattığı İdlib operasyonunda zafer için ihtiyaç duydukları en kritik eşiği hızlıca aşabilmekti. Daha açık ifade edecek olursak, Ruslar bir an önce Ebu Zuhur hava üssünü ele geçirmek arzusundaydı. Zira, bu üs Suriye ordu birliklerinin İdlib’teki hedeflerine hızlı ve kesintisiz bir şekilde intikal ettirilebilmesi ve zafere daha hızlı ulaşılması için stratejik bir önem taşımaktaydı. Bu konuda en büyük engel ise, arkalarında Ankara’nın da desteği olan ve İdlib’in doğusu ile Ebu Zuhur hava üssünü uzunca bir süredir ellerinde tutan cihatçı güçler idi. Ancak geçen hafta beklenen oldu ve Rusya’nın desteğindeki Suriye ordu birliklerine karşı hava üssünü savunan cihatçıların bir kısmı geçen haftanın sonlarına doğru bu mevzileri tutmayı bırakıp, İdlib’in neredeyse yarısından da vazgeçme pahasına, TSK desteğinde Afrin’e girmeye hazırlanan ÖSO kuvvetlerinin yardımına, kuzeye koştular.
Biz benzer bir gelişmeyi 2016 yılı sonlarında Halep Muharebesi’nde de görmüştük. Hatırlanacağı gibi, 20 Aralık 2016, Ankara’nın desteğiyle Halep’te Suriye Arap Ordusu’na karşı savaşan grupların yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu gördüğü tarih olmuştu. Ankara bu kabul eşliğinde ÖSO çatısı altındaki çeşitli cihatçı grupların Halep’ten çekilmesini sağlayıcı (ve bu sayede Suriye ordu birliklerinin şehrin tamamında hakimiyet kurmasını hızlandırıcı) bir rol oynamayı kabul etmiş ve karşılığında El Bab vizesi alarak Fırat Kalkanı harekâtını başlatmıştı. Cihatçılar Türkiye ile Rusya’nın vardığı mutabakat uyarınca Halep’ten çekilmiş ve TSK inisiyatifindeki ÖSO güçlerine destek vermek üzere kuzeye, El Bab cephesine transfer edilmişlerdi.
Geçtiğimiz hafta İdlib’de benzer bir gelişme oldu. Ve ÖSO güçlerinin önemli bir kısmı Afrin cephesinin gündemde ağırlık teşkil ettiği bir konjonktürde bir anda kuzeye çıktılar. Suriye Ordusu da ele geçirdiği pek çok yerleşim birimin yanı sıra Ebu Zuhur hava üssünü de cihatçıların elinden almış oldu. Rusya’nın desteğindeki Suriye ordu birlikleri İdlib’in merkezine bu sayede çok daha yakın. Bir başka ifadeyle, Afrin operasyonuyla asıl hedefi Ruslar vurmuş gibi görünüyor.
İKİ) Geçtiğimiz hafta ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde aslen Kürtlerden müteşekkil bir sınır muhafızı oluşturacakları açıklamasının ardından bölgede yine Rusya’nın inisiyatifinde bir başka gelişme daha yaşandı. YPG’nin “Washington politikalarının kuyruğuna takılarak” Suriye’nin hükümranlığını iyiden iyiye tehdit ettiğini düşünen ama bunu yüksek sesle pek dillendirmeyen Moskova yönetimi, Kürtlere ABD yanlısı politikaları bırakıp Rusya ile daha yakın çalışmalarının kendi menfaatlerine olduğu yönünde verebileceği en güçlü mesajı, olabilecek en sert biçimde verme yolunu seçti. Nasıl? Anlatalım!
Moskova, Türk uçaklarına Suriye hava sahasını kullanabilmeleri yönünde yeşil ışık yaktı belki ama bir taraftan da bu ışığı olabildiğince geciktirerek, arada geçen zaman dilimi içinde Kürtlerin bölgenin belli bölümlerini TSK ve ÖSO işgal etmeden doğrudan Suriye Arap Ordusu’na teslim etmeleri ve bu sayede bir saldırıya maruz kalmaktan kurtulmaları seçeneğini de sundu. Afrin Savunma Komitesi Başkanı da olan YPG komutanı Behçet Abdo’nun bir TV kanalına verdiği demeç bu gelişmeyi teyit eder nitelikte oldu.
Ancak, YPG’nin bu teklife cevabı olumlu olmadı. YPG, Afrin bölgesinin idaresini, sadece mülki amirlik düzeyinde Suriye hükümetine devredebileceğini, ama güvenlik gücü anlamında teslim etmeyi düşünmediğini bildirdi. Ardından, Şam yönetiminin bu karşı teklifi yetersiz (belki de fazla cüretkâr) bularak reddettiğini öğrendik.
Bunun ardından bölgedeki Rus gözlemciler Afrin’in doğusunda bulundukları noktalardan -bölgedeki başka noktalara transfer olup oralarda konuşlanmak suretiyle- çekildiler. Ve bildiğiniz gibi, ardından da TSK ve ÖSO’nun “Zeytin Dalı Harekâtı” başladı.
Tabii, Moskova’nın TSK’ya operasyon için yeşil ışık yakmakla YPG’yi “gözden çıkardığını” düşünmek de tamamen yanlış olur. Zira ABD’nin “Afrin bizim operasyon alanımız değil,” dediği bir ortamda, Rusların aslında Kürtlere herhangi bir halel gelmesini istemiyormuş gibi bir görüntü eşliğinde Ankara’nın saldırılarını önleyebilecek bir konumda seçenekler sunması dün olduğu gibi yarın için de mümkün. Bu bakımdan Moskova’nın Kürtlerle ilişkilerini belirli bir düzeyde tutabilmeyi mümkün olduğunca isteyeceğini söyleyebiliriz.
Dolayısıyla benzer seçeneklerin operasyonun ilerleyen safhalarında yeniden konuşulması ya da değerlendirilmesi mümkün. Kürtler özellikle Minnag Hava üssü ve Tell Rıfat gibi bölgenin en stratejik noktalarını düşecek bir aşamaya geldiklerinde TSK/ÖSO’ya teslim etmektense Rusya üzerinden Suriye birliklerine bırakmayı yeğleyeceklerdir. Ayrıca bu iki noktanın Rusya nazarında “ÖSO’ya bırakılmayacak kadar önemli” görüldüğünü de varsayabiliriz. Ancak İdlip’ten yenilerek çekilecek cihatçıların yerleşmesi açısından da Suriye’nin kuzeyinde Ankara’nın inisiyatifiyle belirli bir tampon bölgenin oluşturulmasına Rusların şu aşamada herhangi bir itirazı olacağını pek sanmıyorum. Tabii Ankara Moskova’ya telaffuz ettiği askeri hedeflerini “kervan yolunda” büyütme yoluna gitmeye kalkmazsa.
Bakalım ilerleyen günler ne gösterecek.
ÜÇ) Bu arada, ABD Moskova’nın öncülüğünde Rusya’nın Soçi kentinde Ocak ayı sonunda yapılacak Suriye Ulusal Diyalog Kongresi girişimini daha gerçekleşmeden başarısız kılmak için yoğun bir lobi faaliyeti içindeydi son zamanlarda. Soçi’ye katılması muhtemel partilerin aklını bu yönde çelmek ve olabiliyorsa da kongreyi iptal ettirmek için hummalı çaba harcayan, bu yolda BM’yi ve Cenevre’yi yeniden gündemde tutmak isteyen ABD’nin bu girişimi sonuç vermiş gibi görünmedi geçen hafta.
Zira, Ankara, Tahran ve Moskova’nın Dışişleri Bakanlığı temsilcileri 19-20 Ocak günleri Soçi’de buluşarak ay sonunda gerçekleştirilmesi planlanan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi için hazırlık görüşmeleri yürüttüler ve delege listelerinin üzerinden geçtiler. Rusya Başkanı Vladimir Putin'in özel temsilcisi Aleksandr Lavrentiev’in ev sahipliğinde gerçekleşen toplantılara Türkiye adına Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sedat Önal’ın, İran adına ise Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Cabir Ensari’nin katıldığı öğrenildi.
Kongre’ye BM Suriye Özel temsilcisi Staffan de Mistura’nın da katılımını uman Lavrentiev, katılımcılara ilişkin taslak listenin ortaya çıktığını, isimlerin 1-2 gün içinde son şeklini alacağını, davetiyeleri de bu hafta içinde göndereceklerini vurguladı. Lavrentiev’e bakılırsa, ABD’nin de Kongre’ye “gözlemci” statüde katılması bekleniyor.
Bakalım Suriye’deki kırılgan müzakere sürecinin Soçi ayağı TSK ve ÖSO’nun Afrin harekatından olumsuz etkilenmeden sonuç üretebilecek mi?
DÖRT) Bütün bu gelişmelerin yanı sıra, geçtiğimiz hafta Moskova’da birileri NATO’nun iki büyük kuvvetini temsil eden ABD ile Türkiye’nin arasının Kürtler üzerinden biraz daha açılmasını muhtemelen büyük bir keyifle izledi. New York Times’ta 19 Ocak’ta “Syria Is Now Mr. Trump’s War” başlığıyla yer bulan ve ABD’nin Türkiye ile bölgede yarın doğrudan bir sıcak çatışmanın içine girme ihtimaline de dikkat çeken editöryal yorum yazısı bu keyfin muhtemelen en tatlı “tuzu biberi” oldu!
Peki Amerikalılar yakın bir tarihte Ruslardan bu keyfin rövanşını almak isterler mi? Ya da Ankara’ya Ruslara böyle bir keyfi yaşattığı için başka türlü bir ders vermeye, tuzak kurmaya kalkarlar mı?
Aslında, bütün bunların insanların hayatlarının üzerinden kurgulandığı bir ortamda ne Afrin’de asıl hedefi kimin vurduğunun çok önemi, kıymeti var, ne de son olup bitenlerden şu aşamada kimin keyiflendiğinin! Önemli olan, zor bela ayakta tutturulan, kimi dönemeçlerde beklenmedik şekilde kırılganlaşan müzakere ve barış sürecinin akıbeti! Yani bu 7 yıllık savaşta son gülenin kim olacağı!
Umalım ki, son gülen o veya bu aktör değil, bölge için daha çok kaos değil, sadece barış ve kardeşlik olur!
Twitter: @akdoganozkan