Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerin temsilcileri Genel Kurul birleşimlerinde 10 yıldır cevabına dair hemfikir olamadıkları önemli bir soruya muhatap oluyor. Soru, “Nazizm’in yüceltilmesi, neo-Nazizm ve günümüzdeki ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve bununla ilgili hoşgörüsüzlüğün diğer biçimlerine karşı mücadeleyi” temel alan bir BM karar tasarısıyla alakalı. BM Genel Kurulu oturumlarında ülke temsilcilerinin karşı karşıya kaldığı bu soruyu “Ne diyorsunuz, mücadele etmeli miyiz?” şeklinde basitleştirebiliriz belki. Soruya verilen cevapla alınan Genel Kurul kararlarının ülkeler nezdinde tavsiyenin ötesinde bir yaptırımı yok. Ama tabii sembolik önemi büyük. Medya kuruluşlarının önemli bir kısmının gözden kaçırdığı bu tartışma ve soruya 2021 yılı sonlarında bu köşede kaleme aldığım “Yeni düşman kamplar nasıl şekilleniyor?” başlıklı yazıda da ayrıntılı olarak yer vermiştim. Bu yazı özelinde ise niyetim, söz konusu soruya verilen cevapların özellikle son 3 yıl içinde değişen seyrine bakıp buradan hareketle birtakım sonuçlara dikkat çekmek, bu seyrin çok şey anlattığını gösterebilmek.
2012’den bu yana her yıl Genel Kurul gündemine gelen ve 2013’ten bu yana sık sık oylaması yapılan söz konusu karar tasarısının sembolik öneminin ön planda olduğunu düşünsem de sonuçta ülkelerden somut aksiyonlar alınmasını tavsiye ettiğini atlamamak lazım. Nihayetinde tasarı, 2. Dünya Savaşı’nın sonuçlarının gözden geçirilmesi ve bu savaş sırasında işlenen insanlığa karşı suçların ve savaş suçlarının reddini önlemek amacıyla ülkelere yasama, eğitim, uluslararası yükümlülüklerine uygun olarak insan hakları alanında somut önlemler almalarını tavsiye ediyor.
Şimdi diyebilirsiniz ki… “Naziler kötü adamlar değil miydi? Bize yıllarca öyle anlatılmadı mı? Amerikalılar bunun için sinema endüstrisini bile bu gerçeğin altını çizmekte kullanmadı mı? Bunun nesi değişiyor, nesi niye oylanıyor ki?”
Uzunca bir dönem bize öyle anlatılmış olabilir, ama görünen o ki, meseleye bakış, bazı gerçeklerin fayda ve kullanım değeri zamanla değişebiliyor.
Ne demek istiyorum? Söz konusu soruya verilen cevabın son 3 yıldaki değişim seyri ne anlatıyor? Bazı olguları ortaya koyarak ayrıntılı şekilde açıklamaya çalışayım şimdi.
16 Aralık 2020 oylaması
“Nazizmin yüceltilmesi, neo-Nazizm ve günümüzdeki ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve bununla ilgili hoşgörüsüzlüğün diğer biçimlerine karşı mücadele vermek lazım mı?” şeklinde özetlenebileceğini belirttiğim soruyu taşıyan karar tasarısı BM Genel Kurulu’nda 16 Aralık 2020 tarihinde de oylanmıştı. Tasarıya o tarihte BM Genel Kurulu'nda 130 ülke lehte oy kullanmıştı. Sadece 2 ülke (ABD ve Ukrayna) karşı çıkmıştı. 51 ülke de “çekimser” kalmıştı. (Küçük bir ilave yapayım: Ukrayna, bu konunun BM Genel Kurulunda oylandığı ilk tarih olan 18 Aralık 2013’te, ABD’den farklı olarak çekimser oy kullanmıştı. Ukrayna’nın bu oylamalarda ABD ile birlikte doğrudan aleyhte oy kullanmaya başladığı ilk tarih 17 Aralık 2015.)
16 Aralık 2021 oylaması
Aynı konulu oylama 16 Aralık 2021 tarihinde de gerçekleştirildi. 130 ülkenin yine “mücadele etmek lazım” diyerek “evet” oyu verdiği tasarıya dünya üzerinde yine sadece 2 üye “hayır” oyu verdi: ABD ve Ukrayna. Çekimser oy kullanan üye sayısı ise bu kez 49’da kaldı.
4 Kasım 2022 oylaması
Karar tasarısı BM’de son olarak 4 Kasım 2022’de bir kez daha oylandı. Aralık ayı içinde Genel Kurul’un oyuna sunulacak karar tasarısı o tarihte BM Genel Kurulu'nun Üçüncü Komitesi’nde oylandı. Bu kez çekimser kalan ülke sayısı 15’e inmişti. Karar tasarısı lehinde davranarak “evet” oyu veren ülke sayısı 105 olmuş, aleyhte oy kullanan ülkelerin sayısı ise 52’ye tırmanmıştı.
Üç yıllık sonuçlar bize ne anlatıyor?
BİR) Neo-Nazizm ve günümüzdeki ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve bununla ilgili hoşgörüsüzlüğün diğer biçimlerine karşı mücadeleye “varım” diyen ülke sayısı (2013’teki 135 değerinden) 2020’de 130’a ve geçen zaman içinde 105’e inmiş. Yani Neo-Nazizm mevzi kazanmış…
İKİ) 2020 ve 2021 yılında sadece 2 ülkenin, yani ABD ile Ukrayna’nın karşı çıktığı ve bir anlamda “biz Nazizm’in yüceltilmesini kınamayız” dedikleri karar tasarısına 2022 yılı Kasım ayında karşı çıkan ülke sayısı 52’ye yükselmiş. Yani 50 ülke ABD ve Ukrayna ile aynı safa geçmiş. Rusya Federasyonu’na bağlı birliklerin “Özel Askeri Operasyon” adı altında Ukrayna topraklarına ayak basması 24 Şubat 2022 tarihinde gerçekleşmişti. Demek ki, “düşman kampların” şekillenmesi sürecini de yansıtan söz konusu karar tasarısının 2015- 2021 arasındaki oylamaları, ABD’nin Ukrayna’yı proksi bir güç olarak kullanıp Rusya ile savaştıracağının sinyalini vermiş aslında.
ÜÇ) Başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri ile Britanya, Kanada, Avustralya, Japonya 2020 ve 2021’deki oylamalarda mevzuya tam “ayamamış” ve adeta “bilemedik tam olarak ne yapacağımızı şimdi” diyerek çekimser kalmışlar. Ancak bu çekimserlik, 2022 yılı Kasım ayında, yani silahların patlamasından 9 ay sonra yapılan oylamada yerini adeta “ben Nazizm’in yüceltilmesini kınamam artık” diyen bir tutuma bırakmış ve “hayır” cephesine geçmişler. Yani “Rusya – Ukrayna Savaşı” olarak yaşadığımız ekonomik, politik ve askeri mücadele, AB’yi bir anlamda “kararsız” konumdan kurtarmış (!) ve “Sam Amca ne diyorsa, o!” noktasına getirmiş. Tekerlemedeki gibi, “İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika, Felemenk, Hollanda” gibi eski çekimserci ülkeler de 2022 Kasım’ında hayırcılar saflarına katılmış. Almanya, Polonya, Britanya, Estonya, Letonya, Litvanya, Avusturya gibi ülkeler de genişleyerek sayıları 52’ye ulaşan aleyhte ülkeler safına dahil olmuş. ABD, Ukrayna üzerinden Avrupa’yı vassallaştırmış.
DÖRT) Düşman kamplar böyle şekillenirken 2020 ve 2021’deki oylamalarda çekimser tutum benimseyen ülkeler arasında yer alan Türkiye, 2022’deki oylamada bu tavrını sürdürmüş. Bir anlamda, Ankara “mücadele etmek lazım mı, bilemedim” demiş ama “Sam Amca ne diyorsa, o!” noktasına da vardırmamış. Kasım 2022 tarihli bu güncel tutum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk Devletleri Teşkilatı’nın 9. Zirvesi için gittiği Özbekistan ziyareti dönüşünde söylediği, Batı’nın Rusya’ya “sınırsız saldırdığı,” Rusya’nın ise “direnç ortaya koyduğu” şeklindeki söylemle de uyumsuz değil. Bu tavrın ilerleyen dönemde ve yıllarda nasıl bir karakter göstereceğini elbette bilmiyoruz. Ancak şu an görünen o ki, Ukrayna Savaşı, Erdoğan yönetimine İnönü’nün II. Dünya Savaşı'nda izlediği savaşan saflarda yer almaktan kaçınma siyasetinin kıymetini bir kez daha göstermiş.
BEŞ) Her ne kadar karar tasarısını 2022 yılında gündeme getiren çok sayıda ülke olsa da, “Hayır. Ben böyle bir mücadeleye yokum” diyen ülkelerin 2022 yılındaki temel argümanı, “tasarının yıllardır asıl mimarı olan Rusya’nın bu oylamayı Ukrayna işgalini meşrulaştırmak için kullandığı” şeklinde. Evet Nazizm ile mücadelede 27 milyon insanını kaybetmiş bir ülke belki de böyle yapıyordur, olabilir. Peki böyle bir iddianın sınanmasında turnusol kâğıdı ne olabilir? Nazizm’in en büyük kurbanları arasında yer alan bir topluluğu temsil ettiği için, II. Dünya Savaşı sırasındaki soykırıma dair hassasiyetini sürdüren İsrail’in tavrı olabilir mi? Olabilir, diyorsak, bakıyor ve görüyoruz ki, İsrail, böyle bir tasarıya üç oylamada da “Ben böyle bir mücadeleye varım” diyerek yüz küsur ülkeyle aynı safta oy vermiş. Almanya’nın değişen tavrını ve son oylamada Nazizm’i kınayan tasarının aleyhinde oy kullanan Ukrayna ile aynı safa gelişini yukarda aktardık. II. Dünya Savaşı’nda SS birliklerini çiçeklerle karşılayan, Nazilerin emrine derhal 80 bin asker tahsis edip 14. SS Waffen-Grenadier Tümeni’ni oluşturan, bugün bu faşist tümeninin kuruluşunu törenlerle kutlayan ve Nazi Almanya’sının finansal desteğiyle Yahudi katliamları gerçekleştirmiş birinden milli kahraman üreten Ukrayna ile Almanya’nın aynı safa gelişini ne kadar yadırgamalıyız, bilmiyorum.
Çok uzatmayayım, II. Dünya Savaşı sonuçlarının bariz şekilde geçersizleştirilmeye çalışıldığı bu oylamaların seyri gösteriyor ki, daha farklı sonuçların arzulandığı bir mücadeleye doğru hızlıca yol alıyoruz! Burada taraflardan birinin beyaz üstünlükçü ideoloji ve militer yapılara giderek artan bir vurguyla toz kondurmaması anlamını elbette sadece II. Dünya Savaşı ile ya da Rusya/Çin blokunun kazanımlarını geriletme mücadelesiyle sınırlı bir tartışmada değil, onun ötesinde (Güneyli göçmenlerin Kuzey’e büyük yürüyüşünü durdurmak gibi) Avrupa’nın ihtiyacını giderek daha can alıcı bir biçimde hissettiği güncel bir meselede de buluyor. Ve 2014 yılında Ukrayna ordusuna entegre edilen ve 2015 yılından bu yana da ABD tarafından silahlandırılıp eğitilen neo-Nazi gruplar, Avrupa’da faşizme bugünkü tarihsel konjonktür üzerinde yükseleceği bir zemin de sunuyor olabilir.
Nisan ayında kaleme aldığım bir yazıda da altını çizdiğim gibi, belli ki sorularımıza yanıtı tek başına Ukrayna/NATO – Rusya ihtilafındaki gelişmelerin aşırı sağ hareketlerin kıta genelindeki yükselişini ne ölçüde körükleyeceği vermeyecek. Gerek Ukrayna Savaşı ile birlikte kapitalizmin bir anda derinleşen yapısal ve kronik sorunları gerekse de büyük (mülteci) göç(leri) baskısının etkisiyle, Avrupa’daki aşırı sağ hareketlere ait söylemin merkeze ne ölçüde kayacağı ve bu eğilimin genele yayılarak yapısal bir fenomene dönüşüp dönüşmeyeceği temel belirleyici olacak gibi duruyor. Ancak her durumda, görünen o ki dünya giderek daha fazla güvensiz bir yer haline geliyor ve sinyaller iyi okunursa, yaklaşmakta olan tarihi çatışma noktası Türkiye için taraflarca vassallaştırılmadan, minimum hasarla atlatılabilir.