İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü'nde oyunu kullanırken
31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçimleri'nin en önemli sonuçlarından biri, bundan yaklaşık dört yıl sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi geri sayımını başlatması oldu. Yaklaşık 1 yıl önce siyasi kariyerinin bittiği ileri sürülen Ekrem İmamoğlu, iktidar adaylarını, sandıkta ikinci kez mağlup ederken, yani bir anlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a iki kez yenilgi yaşatan tek isim olarak belirerek, 7 Mayıs 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kampanya start noktasında da en güçlü aday olarak yerini almış oldu. İmamoğlu'nun önümüzdeki dört yıllık zaman zarfında atacağı doğru ya da yanlış adımlar, Beştepe'ye uzanıp uzanmayacağının da ölçüsü olacak.
1 Nisan 2024 tarihi itibarıyla başladığını düşündüğüm bu "geri sayım," aslında çok daha erken ilan edilip Mayıs 2023'te de sonlanabilirdi. Ancak -paradoksal gibi görünse de- dönemin CHP liderliği buna izin vermedi. İmamoğlu sabırlı bir siyasetçi, sokaklarda kullandığı ve karalayıcı, örseleyici olmayan dil ve üslubuyla gönüllerde taht kurmanın -erken havalanmadıkça- kıymetli olduğunun farkında. Millete ve onun beklentilerine dönük bir tutum içinde olmayı sürdürmesi halinde 7 Mayıs 2028'in de en güçlü adayıdır.
Ancak tabii önümüzdeki dört yıllık süreç, öncelikle onun muzaffer olup olmayacağını değil, 7 Mayıs 2028 seçimlerine Millet Adamı olarak mı Devlet Adamı (!) olarak mı gireceğini de gösterecek.
Devletin dizaynırlığı
Bununla ne demek istediğimi şu yaşadığımız son bir yılı da farklı bir süzgeçten özetleyerek aktarayım:
Türkiye'de siyaset sahnesi cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin dizayn alanı olan, riskli bir "siyaset meydanı." Devletin dizaynırlığında set edilen bu sahne/meydan son yıllarda çok yönlü ve karmaşık siyasi tasarım girişimleri ile sandık mühendisliği çalışmalarının laboratuvarı oldu. Ancak şunu da söylemek lazım, bu dizayn çabaları her zaman arzulandığı sonucu vermeyebiliyor. Tabii öyle olunca B planları, olmadı C planları devreye girebiliyor.
31 Mart 2019 yerel seçimleri sonrasında yaşadığımız sürece dönüp bakarsak bu planların nasıl şekillendiğini daha iyi kavrayabiliriz: Malum, o tarihteki seçim sonuçlarına göre CHP ve İyi Parti'den oluşan Millet İttifakı, iktidarı geriletip ülkenin en fazla nüfusa sahip 6 şehrinin 5'inde yönetimi ele alırken, AKP için sonun başladığını hissettiren bir dönemin kapısını aralamıştı. AKP'nin yavaş yavaş çözüleceğinin sanıldığı bir döneme giriyor gibiydik. Gelgelelim iktidar partisinin bünyesinden yenilikçi bir oluşumun serpileneceğini ve tazelenmiş bir yapıyla hareket edeceğini düşünenleri şaşırtan bir gelişme oldu ve 2019 sonlarıyla 2020 başlarında -bugün her ikisinin toplamı yüzde 5'i bile bulmayan- DEVA ve Gelecek Partisi gibi 2 "spin-off" parti birden doğdu.
İki karizmatik ismin liderliğindeki iki farklı oluşuma birden kolayca yol verilmişti. Neden bir araya gelip tek bir büyük yenilikçi oluşum şeklinde yapılanmadıklarını çok fazla kimse sorgulamamıştı.
Ancak yerel seçim sonuçlarından çıkartılan derslerle iktidar cenahında o aralar kritik görülen husus, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 2 değil 3 güçlü adayın yarışmasının sağlanması idi. Muhalefetin bu seçimleri kaybetmesinin tek yolu mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın karşısına bir yerine en az iki aday çıkmasından geçiyordu. Devletin tepesinden bakıldığında da, CHP'nin biraz daha seküler ve liberal görünüm veren Deva ile ittifak yapacağı, İyi Parti'nin de muhafazakâr bir profil çizen Gelecek Partisi ile ittifak gerçekleştireceği öngörülüyordu. Bu, muhalefetin seçime en az 2 adayla girmesinin sağlanması ve bu şekilde kaybetmesi demekti.
Ancak bu tasarım girişimlerini fark eden Kemal Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener A-planını boşa çıkarmak üzere "Altılı Masa" olarak anılan bir formüle yaslandılar. Erdoğan'ı yenmek için muhalefetin seçime tek bir blok olarak, üzerinde ittifak edilmiş tek bir adayla girmesinin esas olduğunu düşündüler. İşte o noktadan sonra daha karmaşık dizayn çabalarına tanıklık ettik. Biraz uzaktan detaylı olarak bakarsak olaylar şöyle gelişti:
Zafer Partisi'nden Yavaş'a davet
2021 yılının ikinci yarısında kurulan Zafer Partisi, seçimlerden bir yıl önce, Altılı Masa'nın en güçlü üyesi CHP'den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş Mansur Yavaş'ı cumhurbaşkanlığı için göreve davet etti. Denilenlere göre, anketler İmamoğlu ile Yavaş'ın Kılıçdaroğlu'nun da önünde yer alarak Erdoğan'ı ilk turda sandıkta yenebilecek iki aday olduğunu gösteriyordu. Muhalefetin misyonu dışardan müdahalelere takılmadan bu 3 isimden kazanabilecek olan tek bir aday üzerinde uzlaşmaktı. Ancak Zafer Partisi'nin Yavaş'a bu öneriyi niçin yaptığını bilmiyorduk. Tam da "devletin adayı" gibi görünmeyen ve arkasında başka güçlerin hizalanacağını düşündükleri İmamoğlu'nun önünü kesmek için mi, yoksa Yavaş aday olursa Kılıçdaroğlu da olacağından seçimlere 3 güçlü aday ile girilir, bunun için mi, yoksa yoksa başka bir sebeple mi, bilmiyorduk. Ancak o çabaların nasıl sonuç verdiğini 14 Mayıs 2023'te gördük.
Siyasi kariyerine Milliyetçi Çalışma Partisi'nin Beypazarı teşkilatında başlamış Mansur Yavaş, 2009 yerel seçimlerinde MHP'den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olmuşsa da, aldığı yüzde 27 oy ile rakipleri Melih Gökçek ve Murat Karayalçın'ın ardından seçimi üçüncü sırada tamamlamıştı. Yavaş, arzuladığı koltuğa CHP üyesi bir Millet İttifakı adayı olarak girdiği 2019 seçimlerinde ulaşacaktı. O nedenle CHP içindeki dengeleri özenle kollaması gerekiyordu. Parti içinde nabız yoklayarak Kemal Kılıçdaroğlu'nun aday olabileceğini mi öğrenmişti yoksa birileri kulağına başka bir şeyler de mi fısıldanmıştı bilinmez ama, Mansur Yavaş neticede Cumhurbaşkanlığı adaylığına sıcak bakmadığını dile getirecek, ilerleyen zamanda partisinin genel başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu'nu destekleyecekti. Yavaş'ın kenarda durmayı tercih ettiği bir ortamda short list'te geriye iki isim kalıyordu.
Akşener'in Saraçoğlu hamlesi
Bu arada Meral Akşener, Ekrem İmamoğlu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'a atıfla, "iki arkadaştan biri aday gösterilse hayır demeyeceğiz," yönünde ifadeler kullanarak, kimi işaret etmediğini ortaya koydu. Adaylık için Kılıçdaroğlu ismini telaffuz etmekten ısrarla kaçınan Akşener, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na verilen hapis cezasının ardından Saraçhane'de onunla birlikte miting alanına çıktığında aslında gönlündeki adayın kim olduğunu açıkça ortaya koyma fırsatını kullanmış oluyordu. Bu ikiliyle o gün aynı safta durmaktan imtina eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Bir parti başka bir partinin içişlerine karışmamalı" diyor, Akşener de ona cevap olarak, "CHP üyesi olarak seçilebilirler ama onların sorumluluğu hepimize ait," şeklinde yanıt veriyordu.
Akşener'in, kazanmasını riskli gördüğü ya da kazanamayacağını düşündüğü bir isim olduğuna inandığı Kılıçdaroğlu, 6 Mart 2023 günü Millet İttifakı adaylığını ilan edince kızılca kıyamet koptu. Akşener hafızalara kazınan o sert çıkışını yaptı ve Masa'dan kalktı. Altılı Masa gitti, geldi o günlerde. Kılıçdaroğlu ısrarlı duruşuyla Akşener'e masaya dönmekten başka seçenek bırakmamıştı.
Kılıçdaroğlu'nun "onay masası"
Kılıçdaroğlu'nun adaylığını ilanının üzerinden daha bir hafta geçmeden Millet İttifakı'nın sandıkta zaferini engelleyebilecek bir gelişmeye daha imza atıldı. Mansur Yavaş'tan arzuladığı karşılığı alamayan Zafer Partisi, kendisiyle birlikte hareket eden Adalet Partisi, Ülkem Partisi ve Türkiye İttifakı Partisi ile birlikte o tarihte ATA İttifakı adıyla anılan ve seçimler sonrasında dağıldığını gördüğümüz bir ittifak kurdu. ATA İttifakı, 2023 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi için eski Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili Sinan Oğan'ı aday gösteriyordu.
Gelişmeler bu yönde seyrederken, önemli bir kamuoyu araştırma şirketi yöneticisi adaylığını ilan etmiş Kılıçdaroğlu'nu ziyaret etti. Söylenenlere bakılırsa, bu kişi İmamoğlu ve Yavaş'ın kendisinin önünde olduğunu söylemiş ve "Kemal Bey yapmayın, bu işin sonu felaket gibi bir şey olur" demişti. Ona göre anketlerde Kılıçdaroğlu'nun oyu yüzde 45 bile görülmüyordu. Ancak Kılıçdaroğlu, "merak etmeyin, yüzde 60'la kazanacağız," diyordu. Hangi danışmanlarının katkısıyla nasıl gerçekleştiği bilinmeyen bir ikna sürecinin sonucunda Kılıçdaroğlu ciddi bir farkla sandıktan zaferle çıkacağına inanmıştı. Bu nedenle de CHP lideri Altılı Masa'yı kendi adaylığının onay makamı gibi görmüştü.
Oğan'ın son tercihi, Kılıçdaroğlu'na "şok"
Ancak Kılıçdaroğlu adaylığını açıkladıktan 5 gün sonra ATA İttifakı adayı olarak yarışa dahil olan Sinan Oğan, iktidara muhalif bir kimlikle hareket eder gibiydi. Önce İyi Parti'nin Yozgat ili Yerköy Belediye Başkanı adayına destek isteyen Oğan, "20 yıldır ülkeyi her gün geriye sürüklemiş bir iktidar" dediği Cumhur İttifakı için "Bunların tamamını 1 oy değiştirir" diyordu. İlk turda oyların yüzde 5'den fazlasını alarak seçimlerin ikinci tura kalmasını sağlayan, Türkiye Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM) Genel Başkanı Oğan ikinci turda tercihini, "Bize oy veren seçmenlerin Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklemelerini talep ediyorum" "diyerek Cumhur İttifakı saflarından yana açıklıyordu.
Neticede, gelişmeleri "şok, şok, şok!" şeklinde yaşayan Kılıçdaroğlu, birileri tarafından bir "devlet hükümeti" kurulmak üzere programlanmış bir senaryonun sanki gönüllü bir oyuncusuymuşçasına yaptığı hatalarla ve ortaya koyduğu/koymadığı tercihlerle 52'ye 48 gibi bir oranla seçimden mağlup çıkmıştı. Altılı Masa'nın CHP dışındaki bütün unsurları dip yapmışlardı. Aday belirleme süreci muhalefetteki sağcı partileri de dibe çekmişti. Ama Kılıçdaroğlu'nun "bonkörlüğüyle" Meclis'te ödüllendirilmişlerdi. Neticede Erdoğan bir kez daha bir seçimden muzaffer çıkarak Cumhurbaşkanı seçiliyor, "Bay Kemal" diye hitap ettiği Kılıçdaroğlu'yu da parti liderliğinden ayrılmaya mecbur bırakıyordu.
14 ve 28 Mayıs tarihlerinde yapılan seçimler sonucunda kurulan kabineye baktığımızda karşımızda tam bir "devlet hükümeti" olduğunu görecektik. (Bu yapının dinamiklerini yine bu köşede kaleme aldığım "Devlet Hükümeti" başlıklı yazımda ayrıntılı şekilde dile getirmiştim.)
Yüzünü Devlet'e dönmek
Aslında seçim öncesi Kılıçdaroğlu'nun bir yüzü millete bakıyor gibiyse de diğer ve asıl yüzü devlete, devletin içindeki kendi kanallarına dönüktü sanki. Devlet içi siyasi dinamikler ile son derece katmanlı bir şekilde yürüyen siyasi tasarım ve sandık mühendisliği operasyonlarını soğukkanlı şekilde okumasını muhtemelen kendi kanallarına dönüklüğün yol açtığı körlük engellemişti. Oradan kendisine taşınan haberlerle muhtemelen yanlış ya da manipüle edilmiş referanslara takılmış kalmış, gizli tuttuğu birtakım mutabakatların dahi içinde olmuş, neler olabileceğini öngörememişti.
Seçimlerde adayların yüzü neden önce devlete döner, onu 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde kaleme aldığım "Seçimleri Kim Kazanacak?" başlıklı yazımda- bölgemizde öne çıkan beka kaygıları nedeniyle Türk devletinin son yıllarda Hobbes'un mutlakçı devlet anlayışına daha yatkın bir dönüşüm yaşadığı gerçeği ile beraber- ayrıntılı şekilde dile getirmiştim. O tarafı çok uzatmadan burada sadece şunu hatırlatayım, AKP ülkemizde uygulanan ve toplumsal dokuda büyük yaralar açma potansiyeli taşıyan tahripkâr, neoliberal sermaye birikim modeline geniş kitlelerin -muhafazakâr değerler üzerinden- rıza göstermesini mümkün kılan politikalar izlemekle kalmadı onca yıl. Aynı zamanda iktidar bloğunun en önemli bileşeni olan yüksek güvenlik bürokrasinin zamanla belirginleşen ve acil nitelik kazanan ihtiyaçlarının 2015'ten başlayarak meşrulaştırılmasını ve giderilmesini de sağladı. Türkiye'de iktidarın büyük ölçüde 2015'ten itibaren, bir yandan "hukuk devletine" güvenliği hukukileştirmekle kalmayıp, özgürlükleri güvenlik nedeniyle askıya alabildiği ölçüde ihtiyaç duyduğuna daha fazla tanık olduk. Bir yandan da, hedefi topluma refah ya da özgürlük sağlamak değil, kendi üniter varlığını mutlak şekilde korumak ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlere karşı ön alıcı bir mukavemet içinde olmak şeklinde çizilmiş bir "güvenlik devletini" hızla tahkim etmeye başladığını gördük.
Devletin geçen zaman içindeki "kazanımlarının" berhava edilmesi riskini de taşıdığını düşündüğü ihtimallere kayıtsız kalacağını varsaymak, özellikle de dünyanın içinden geçmekte olduğu çok cepheli hibrit savaş riskleriyle dolu şu dönemde saflık olurdu.
"Millet Adamı" olmak
Kılıçdaroğlu'nun yaşadıkları umalım ki, İmamoğlu için çok kıymetli dersler alınacak tecrübeler olarak değerlendirilsin. İmamoğlu 2028'e yüzü hep halka dönük biri olarak, Millet Adamı olarak girsin. Unutmayalım ki, 22 Temmuz 2007'den başlayarak uzun bir süre Erdoğan da bu yolu izlemişti.
Umalım ki İmamoğlu, önünde uzanan 4 yıllık bu süreyi kendisini bir "Devlet Adamı"na dönüştürecek bağlar olgunlaştırmakla değil, daha fazla halk insanı, daha fazla "Millet Adamı" olarak anılacak icraatlarla geçirsin. Geçirsin ki, CHP deyince bugüne dek hantallığıyla ve müesses bağlarıyla ancak toplumda ümit yaratacak alternatiflerin önüne set çekmede mahir olabilmiş muhafazakâr cumhuriyetçi bir yapı görmüş, anlamış insanları da şaşırtıp güzel bir sürpriz yapsın! Yapsın ki "ülkeyi nefret ikliminden çıkarıp toplumsal barış atmosferine taşıyan lider" olarak anılma fırsatını yakalasın!