Gazetecilerin siyasetçilerle çektirdikleri, çekilmiş fotoğraflarına uzun uzun bakarım. Hep bir şeyler bulurum bu fotoğraflarda. ‘Sözüm meclisten dışarı’ demek gibi bir zorunluluğa kapılmadan daha baştan diyeceğim şu ki, sıkça gördüğümüz bu fotoğraflar, Türkiye gazeteciliğinin geleneksel pozisyon alış, kendini konumlandırış, bunu yaparken de toplumsal hiyerarşiyi kendi zaviyesinden yeniden üretiş temsilidir. Elbette bu fotoğraflarda arzı endam edenlerden tenzih edeceklerim, ettiklerim vardır; ben gösterge niteliğindeki tavır ve davranışları, genel ve geleneksel eğilimleri takip ediyorum. Siz de mimikleri ve jestleri takip ediniz o buluşmalarda, o toplantılarda, o sofralarda. Adabı muaşeretin esas duruşa yaklaştığı o anda, sofradaki (ya da bir başka fotoğrafta bir makam veya toplantı odasındaki) duruşlarda, oturuşlarda oluşan ergonomi kaybını. Özellikle gazetecinin o anki kendinden ve yerinden memnuniyetini.
Bu memnuniyeti en bariz olarak kameraya poz verirken takınılmış gülümsemelerde görüyoruz. Çehrelerdeki bu aydınlık, akşamın (ya da gündüzün) yıldızı olan siyasetçinin varsayılan ışığından yansıyor gazeteciye. Bu abartılı gülümsemeler optik bir yanılsamayı topluma empoze etmenin bir biçimi aynı zamanda. Fotoğraflara ya da hareketli görüntülere bakan toplum nezdinde önce siyasetçinin ışığı gözle görünür hale getirilecek, toplumsal hiyerarşideki üst konumu sağlama alınacaktır. Bu abartılı gülümsemeler, bu kırılıp dökülür jestler, nezaketten disiplin üreten, hatta kışla terbiyesi çıkaran oturuş, kalkış, duruşlar, hep toplumu gazetecinin çok önemli birinin yanında olduğuna ikna etmek için kurgulanmıştır. İncir çekirdeğini doldurmayacak ifadeler, kahvehane felsefesinden kırıntılar karşısında ağzı açık kalmıştır gazetecinin. Rol dağılımı bunu gerektirmiştir. Gazeteci, kendini bu ışık oyununda velinimetinin yararına feda mı etmektedir peki? Elbette, hayır.
Bu parlak şahsiyete bu denli yakınlaşmasını bir temsil olarak sahneleyen gazeteci, kendisini hemen onun altına, dolayısıyla da gazete okuru ve televizyon izleyicisi olarak halkın epey bir üstüne konumlandırır. Bu bir ayrıcalıklılık halidir ve gazeteciliği sivil bir meslek olmaktan çıkarıp resmi bir görev işlevine, kazancın esamesinin okunmadığı bir amme hizmetine dönüştürmenin yoludur. Bu hiyerarşi estetiğinde Türkiye gazeteciliğinin geleneksel zaviyesi de açığa çıkar. Halka inerken safari kıyafetlerini, muhabir yeleklerini risk aksesuarları olarak üstüne geçiren ama şimdi giydiği şık ve ütülü takım elbise ya da etek ceketle bürokrasi estetiğinden gıdım taviz vermemiş ayrıcalıklı gazeteci, her ne kadar iki tarafa da yanaşıyor gibi görünse de, o ışıklı gülüş, şu disiplin ergonomisi, bütün bu kendinden memnuniyet hali sadece siyasetçi, üst düzey bürokrat, büyük sermaye sahibi sanayici ve (özellikle eskilerde) askeri komuta taşıyıcısının yanında belirdiğine, tezahür ettiğine göre halk pek de öyle matah değildir, esas olan siyaset makamı, özenilecek yer iktidarın yanı başıdır.
Gazeteci ile siyasetçinin hiyerarşik yakınlaşmasının bir üst seviyesi yükseklerde, havada gerçekleşir. Yeni yayımlanmıyor bu siyasetçilerin yanına aldığı gazetecilerle çektirdikleri uçak içi fotoğrafları. Eskiden beri, eğer bir yayın organı bir gazetecisini siyasetçinin yanına uçağa refakatçi olarak vermiş, yani herhangi bir gazetecisi siyasetçi tarafından uçağa alınmaya ‘layık’ görülmüşse, bu durumun fotoğrafını birinci sayfasından yayımlamak ister. Uçak yolculuğu, yolculuklar içinde diğerlerinden farklı çağrışımlar üretir. Lüks ve konforun yanı sıra bir de felsefi denebilecek çağrışımı vardır uçak yolculuklarının. Yerden binlerce metre yüksekte, sevdiklerinizden, gündelik yaşam alanınızdan uzakta, havadasınızdır. Bu bir kader birliği duygusu oluşturarak özel bir yakınlık ilişkisi doğurur uçaktakiler arasında. Gazetecinin siyasetçi ile yakınlık seviyesi felsefi olarak da yükselmiştir havadayken. Yakınlık ortamının özgül koşullarından kaynaklanıyor olmalı ki, siyasetçiler de uçakta yanına aldığı gazetecilere aşağıdaki haber merkezlerine geçmek için mutlaka bir iki özel haber mesajı verir, bazen şaka yollu imalarda bulunur. Ama öyle ya da böyle eğer ki ve çoğunca bir vaatse söylenen, havada kalacaktır bu. Çoğunca yere inildiğinde unutulur bu özel haberin akıbeti.
Rock müzik meraklıları bilirler, ‘groupie’ diye İngilizce bir kavram vardır Batı popüler müziğinde. ‘Groupie’ler, rock müzisyeninin sadık hayranlarından, pahalı bir ‘stalker’lık (takipçilik) türü olan ‘traveling fans’den (seyahat eden hayranlar) oluşur. Rock grupları turneye çıktıklarında zaman zaman bu ‘groupie’leri iki turne istasyonu arası yolculuklarda yanlarına alır, beraberce yolculuk yaparlar. Süleyman Demirel dönemini özellikle hatırlıyorum. Adeta bir ‘groupie’ borsası vardı Demirel’in. Uçağa alınacaklar listesi sürekli değişir, bazı yeniler davetli listesine girerken, bazıları çıkarılırdı. Aslında sadece Demirel döneminde değil, az ya da çok her iktidar döneminde böylesi liste güncellemeleri olurdu, oluyor. Ama dediğim gibi her hâlükârda uçağa alınacak gazetecide aranan sadakat olurdu, oluyor.
Uçağa alınmadığı için karalar bağlayan çok gazeteci de gördüm, uçağa binebilmek için basın danışmanlarının kapısında bekleşen de.
Gazeteci davetli listesindeki konumunu kaybetmemek için zaten siyasetçiye işinin gereği bir soru soramayacaktır oysa. Hele bir yere kaçamayacağı uçakta yapacak bunu? Tabii ki mümkün değil. Bütün amaç, bu en üst seviye, en yüksek rakım yakınlık ilişkisinin, bu aerodinamik hiyerarşi gösterisinin bir parçası olmaktır.
Gazeteciliğin iktidar ve güçle bu seyirlik ilişkisi sadece hiyerarşinin üst katlarında değil, altta da devam eder. Elinden telsizi düşürmeyen, trafikte kendine yol vermeyen ‘halktan’ sürücülere telsiz sallayan polis muhabirleri, savcıların özel kalem müdürü gibi çalışan adliye muhabirleri az rastlanan gazeteci tiplemeleri değildir bu hiyerarşi temsilinde. Ekonomi servisleri çoğunca büyük şirketlerin ve patronların halkla ilişkiler departmanları gibi çalışır. Ekonomi muhabirleri bir çeşit alicenap hayırsever olarak lanse ettikleri kapitalistlerle fabrika turları atar. Burada da bir tenzih ibaresi düşeyim. Meslek etiğinden taviz vermeyen az muhabir de tanımadım yıllar içinde. Ben genel eğilimler, gelenekselleşmiş bazı tavırlardan bahsediyorum burada.
Bu gözler neler gördü… Genelkurmay operasyonlarına konuk seyirci olarak çağrıldıklarında sırtlarına kamuflaj kıyafetlerini kırk yıllık asker hoşnutluğuyla geçiren, ‘briefing’lerde köşe kapmaca oynayan erkek ve kadın köşe yazarları, TÜSİAD yönetim kurulu üyesi haber televizyonu genel yayın yönetmenleri, darbe şefi genelkurmay başkanının yalısına hücum botla ziyarete geldiği ya da yarım asır boyunca bir kez bile muhalefet etmeden başyazarlık konumu sürdürmekle övünen duayenler… Bu işler böyle. Mesafe hızla kapanabiliyor bazen.