16 Şubat 2020

1949’da, müziğin ve aşkın bir gecesinde

Zemin tahta, masalar tahta, iskemleler tahta. Plastiğin mekan düzenlemelerini amansız bir hastalık gibi sarmadığı bir dönem bu. Duvarlar ahşap lambriyle kapalı. Ahşap lambri ile amerikan barın birbirini çağrıştıracağı dönemin başında dekore edilmiş olmalı kulüp

Önümde bir fotoğraf var. Karşımda. Kalemliğime ve masa lambama dayadım, bakıyorum. Hesabıma göre 1949 yılında çekilmiş. İstanbul, Cumhuriyet Caddesi'ndeki (Taksim'den Harbiye'ye uzanan ve Harbiye'de sola doğru Halâskârgazi Caddesi ile sağa doğru Valikonağı Caddesi'ne açılan yol) Kervansaray adlı gece kulübünde. Aynı noktada bugün de Kervansaray diye bir eğlence yeri var, fakat eskisiyle tarz olarak ilgisi yok. Jazz solistlerinin yerini göbek dansı almış durumda. Dekorasyon da tümden değişmiş. Eskisinden iz bırakmamacasına. Benim baktığım fotoğraf ise kulübün açıldığı yıldan. 71 yıl önceden.

Babam ve arkadaşları

Zemin tahta, masalar tahta, iskemleler tahta. Plastiğin mekan düzenlemelerini amansız bir hastalık gibi sarmadığı bir dönem bu. Duvarlar ahşap lambriyle kapalı. Ahşap lambri ile amerikan barın birbirini çağrıştıracağı dönemin başında dekore edilmiş olmalı kulüp. Masaların biçiminin ise 'kervansaray' kavramının çağrıştıracağı estetik formlarla ilgisi yok. Daha çok Alpler'de bir dağ evinin mobilyası. İkinci Dünya Savaşı'nın kıtlık yılları aşılmaya çalışılırken hem ucuz hem de estetik bir şeyler bulma aciliyetinin belirlediği bir tercih mi bu? İlle kulüpte bir kervansaray estetiğinden söz edilecekse, kemerli kapılar olabilir bu, fotoğrafın ortadaki derinliğinde bir örneği görünüyor. Ama yine ahşap lambriyle kaplı kolonlar devreye girince, evet, bir yandan da bir hanı çağrıştırıyor burası, ama Orta Asya'da 10'uncu yüzyılda Selçuklular tarafından inşa edilmeye başlanan hanların mimari tarzından çok Avrupa han mimarisi stili bu.

Dekorasyonun ayrıntılarını daha fazla uzatmaya gerek yok, çünkü mekan insanlarla dolu ve dolayısıyla ben bu fotoğrafta aşk görüyor, müzik duyuyor ve yeni bir yaşama sevinci hissediyorum. Bunlar bir araya gelip (bir) İstanbul yaşam tarzını yansıtıyor Kervansaray'a. Benim ömrümün de ucundan köşesinden denk geldiği bir yaşam tarzı, bir kent yaşama biçimi bu, ki hâlâ bir izini buldum mu bir yerde sevinirim.

Fotoğrafın ön planında, masanın etrafında belli ki az önce daire şeklinde oturmuş, ancak fotoğrafın çekildiği anda yay şeklinde açılmış bir grup var. Bakana göre en sağda babam oturuyor: Rıza Tulgar. Abim ve ben doğup da bütün parasını bize, bizim eğitimimize harcamaya başlamadan önceki hovardalık dönemi. Kazandığını yiyor, yediriyor. Oturuşunda (bacaklar) her zamanki abartılı özgüven var, yüz ifadesinde de. Hem kendine hem sevgilisine aşık (sevgili kim?). Elindeki tesbihin aksesuarlığını tutuş şekliyle vurguluyor.

Hemen yanında yakın dostu Orhan Boran oturuyor. Daha o dönemde ülkenin en ünlü sunucu ve şovmenlerinden. Belki de en ünlüsü. Bir kış günü, soğuk bir gece bu. Yandan ipek ya da saten şeritli bir smokin pantolon ve yakasında papyonla oturuyor olmasa da ayağındaki ipek naylon, yarı transparan çoraplar ve rugan ayakkabılardan Kervansaray'da (ya da belki başka bir yerde) sahneye çıkmış ya da çıkacak yine o gece Orhan Boran.

Onun yanında ise Eartha (Mae) Kitt. ABD'li ünlü jazz şarkıcısı, oyuncu, besteci Eartha Kitt, evet. Biri ölümünden iki yıl sonra kendisine verilmiş olan üç Emmy ödülü sahibi Eartha Kitt. Orson Welles'in “dünyadaki en heyecan verici kadın” dediği Eartha Kitt. Burada kariyerinin 7'nci yılında, 22 yaşında. 1950'lerin başında 'Uska Dara' adıyla ABD'de de meşhur ettiği 'Katibim ('Üsküdar'a giderken…')' şarkısını kendisine öğreten kişi olduğu söylenen Orhan Boran'a yaslandı yaslanacak burada.

2008'deki ölümüne kadar müzik, sinema ve televizyon çalışmalarını sürdüren Eartha Kitt'in bir savaş aleyhtarı aktivist olduğunu geçemem. Wikipedia'ya ya göre 1968'de Beyaz Saray'daki resmi bir öğle yemeğindeki Vietnam Savaşı karşıtı açıklamaları nedeniyle kariyerine ara vermek zorunda kaldı, bıraktırıldı ve ancak 10 yıl sonra tekrar 'Timbuktu!' müzikali ile Broadway'e döndü.

Eartha Kitt'in yanındaki güleç adamı ve arkasında ayakta duran yine smokinli müzisyeni tanımıyorum, kim olduklarını çıkaramadım.

Sola doğru giderken güleç adamın yanında oyuncu Nevzat Okçugil oturuyor. Yüzünün masum güzelliğiyle tanınıyor o dönemde. Annem, zaman zaman kıskandığını belli etse de (belki o gece yüzünden), o da vurguluyor bunu hep Nevzat Okçugil'den söz açıldığında. Annemin de o dönemde baş dansçı olduğu Ses Tiyatrosu'na geçip operetlerin komik kızı olmasından bir yıl sonra bu fotoğrafta yerini almış Nevzat Okçugil. Annem, bazen hâlâ onun 'Lüküs Hayat'taki rolünden pasajlar çıkarır.

Nevzat Okçugil'in yanında ise annem gibi yine dansçı-oyuncu olan Nimet Alp oturuyor. 'Gecekondu Yosması' filmiyle sinemada da şöhrete ulaşmasından yedi yıl önce anneminkiyle yarışacak gülüşü yüzünde bu fotoğraf çekildiğinde. Herkes bir şekilde ölür, Nimet Alp de huzurevinde yataktan düştü ve öldü.

En soldaki adamı tanımıyorum, yine çıkaramadım. Eğer dönemin erkek estetiğinin ve stilinin ortaklaştırıcılığı sebep olmuyorsa buna, Orhan Boran'a epey benziyor ama elbette değil. İkisini karıştırmıyorum yani. Yuki ise Orhan Boran'ın kendisiydi. Sadece radyo programında Yuki olarak konuştuğu yerlerde kaydın hızlandırılmasıyla edindiği akustik partneriydi o Orhan Boran'ın. Biz, 1960'ların çocukları içinse sevimli bir tavşan. En azından öyle sanan çocuk çoktu.

Peki, annem nerede bu fotoğrafta, neden babamla değil? Ki aşklarının ilk yılı oysa.

Gözüm annemi arıyor o gecenin fotoğrafında da.

Kavgalı olamazlar, öyle umuyorum, pek kavga etmezlerdi zaten.

Büyük olasılıkla annem o sırada bir operette ya da provada sahnede.

O fotoğrafta tanıdığım herkes gitti.

Annem hayatta ve hâlâ sarılabiliyorum ona.

İstanbul'u konuşuyoruz.

Aşklarını da. 

Yazarın Diğer Yazıları

Çiçek almak

Çiçek alanların çiçek alırken yüzlerine bir bakın. O çiçekleri kime aldıklarından ya da birine mi, kendilerine mi aldıklarından bağımsız olarak bir özgüven, bir kendinden, hayatından memnuniyet ifadesi olur bu çehrelerde

Kulübün yayıncı kuruluş boykotu

CHP'nin adalet dediği şey, bu haliyle devletin kurucu partisi olarak kendisinin dokunulmazlığının dost düşman herkes tarafından ve her durumda kalıcı olması kabulüdür

Fizikçi

Çok şakacıydı, çok sık kahkaha atardı. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldu ve hayatının sonuna kadar orada ders verdi. Başka dallarda okuyan öğrenciler de onun kürsüde olduğu salonu sık sık ziyaret ederdi

"
"