İlk bakışta birbirinden ayrı gibi görülen buna karşın birbiriyle çok yakından ilintili olan bir konu var karşımızda: bu ülkenin insanlarına spor yaptırma anlayışı ve yetenekli sporcularımızı daha küçük yaşlardan itibaren tespit ederek, geleceğe hazırlama projesi. Bu noktada birden fazla sıkıntılı olduğumuz durumun söz konusu olduğunu belirterek başlamak zorundayım. İlk olarak her fırsatta seksen milyonluk bir ülke olmakla övünüyor olmamıza karşın bu ülkenin gerçek anlamda bir spor politikasının olmadığını belirtmek durumundayız.
Bu büyük eksikliği daha da arttıran ve yaşadıklarımızı karmaşık bir hale getiren ise sokaktaki insanlar kadar meclistekilerin de farklı bir anlayışa sahip bulunmuyor olmalarıdır. Yani en genel anlamda bizi yönetmeye ve daha iyi bir geleceğe hazırlamaya talip olanların, spor konusu gündeme geldiğinde söyledikleri sadece ve sadece bilindik klişelerden ibarettir. Son dönemin oy toplama klişesinin passoligi kaldırmak üzerinden dolaşıma sokulması ve karşı cenahta yer alan siyasetçilerin değil futbol yorumcularının tepkisi bile yaşadıklarımızın ne kadar tuhaf olduğunu ortaya fazlasıyla koymaktadır. Spor bakanlığını ortadan kaldırma düşüncesi hakkında bile söz söylenmiyor olması da işin bir başka trajikomik yönünü oluşturmaktadır. Bu husustaki görüşlerimi partilerin bakış açılarını karşılaştıran yazımda ayrıntılı olarak sunacağım ancak görülen tabloda partilerimiz ağız birliği etmiş gibi ‘yapacağız, edeceğiz, yetiştireceğiz’ ifadelerinin ötesine geçebilmiş değiller.
Üzerinde durmamız gereken bir diğer husus ise bu ülkenin spor bilimcilerini yetiştiren kurumlarının büyük bir oranda ‘mış gibi yapmanın’ ötesinde davranış kalıbı geliştirememiş olmalarıdır. Ülkemizin neredeyse her kentine yayılan ve gerek birinci öğretim gerekse de ikinci öğretim süreçleri içerisinde yer alan spor bilimleri fakülteleri ile beden eğitimi spor yüksekokullarının başta bu ülke insanlarına spor yaptırmak üzerinde olmak üzere, şiddet, doping, boğulmaların önüne geçilmesi vb. konularda daha fazla öne çıkmaları gerekmektedir. İşte bu noktalardan bir tanesi de sportif yeteneklerin tespit edilmesi ve spora kazandırılmasıdır. Şu anda yapılmaya çalışılanın iyi niyetli bir girişim olmakla birlikte kat etmemiz gereken mesafenin çok fazla olduğunu hatırlatmak durumundayım. Tabii bir de işin özgünlüğü meselesi var ki işte orada her fırsatta yerli ve milli olmaktan bahseden bir ülkenin, kendi çocuklarının geleceğini şekillendirmede bire bir aynen aldıklarının yerli ve milli olmaması durumunu da not etmeliyiz.
Spor yayıncılığına katkılarını inatla sürdüren sevgili dostum Tanju Bağırgan’ın facebook sayfasında yazdıkları bu açıdan dikkat çekici. Şöyle diyor; …Türk spor tarihinin en büyük alt yapı projesi olarak ilan edilen proje gerçekte yapar ‘mış’ gibi davranılan bir uygulama. Farklı bir söylemle de ‘çakma’ (uyduruk, kötü taklit, özenti, imitasyon) sadece spor yöneticilerinin değil uygulamasını yönlendiren spor bilimcilerinin de yapar ‘mış’ gibi davrandıkları bir uygulama! 100’e yakın Profesör, 200 Doçent ve 3000 kişiye yaklaşan akademik kadrosu ile diğer spor bilimcileri de ‘mış’ gibi davranıyor! Türkiye’nin bu önemli projesi için spor bilimcilerinin hiçbir yerde görüşü yok! Eleştirisi yok! Her yıl kongre düzenlemekle uğraşan ve bu yapısı ile kongre turizmci görünümünde olan üst yapı kurumu olan spor bilimleri derneğinin bir görüşü yok! Sistem açısından bu projenin finansı ve yönetim sorunları ile ilgili bir yazı yok! Ya da sosyolojik etkisi üzerinde yazan yok! Yazısının sonunda ise ‘bu yazıyı yazmak bana mı kalmalıydı?’ ifadesini de ekliyor.
Söz konusu olan projenin bütçesinin ne kadar olduğundan başlayarak, ekibin nasıl belirlendiğine ve ne kadar süre boyunca devam edeceğine kadar bir dizi soru yanıtlanmayı beklemektedir. Ayrıca proje ekibinin neden bu testleri seçtiği meselesi de önemli bir soru olarak ortada durmaktadır. Bu proje ile hedeflenenlerin neler olduğu başta olmak üzere, yetenek testi üzerinden sporcuların tespitine kadar uzanan çizgide ülke çapında atılacak olan adımlar konusunda da kamuoyunun bilgilendirilmesi önem arz etmektedir. Spor adına atılan her adım önemlidir buna karşın tüm ülkeyi kapsayacak etkinlikler hususundaki sessizliğin sürmesi ise ürkütücüdür.
Spor somut/reel yaşamdan kopuk ‘ayrıcalıklı bir alan’ değil aksine sistematik ve kaçınılmaz bir biçimde toplumla bağlantılı bir alandır. Spor aracılığıyla toplumsal köprüler inşa edebilir, farklı kimlikleri bir araya getirebilecek organizasyonları ve farklı değer, ideoloji, yaklaşımları kaynaştırabilmenin yollarını oluşturabiliriz. Sporcuların spordaki ahlaktan bütün yaşamları boyunca vazgeçmemeleri esastır. Bu açıdan çocuklarımızı ne kadar çok sporun içerisine sokabilir ve onları ne kadar çok fair play kültürü ile donatabilirsek, hayatlarının her alanında kendisi gibi olmayan insanlara saygılı, insanca yaşama onuruna sahip bireyler haline getirebiliriz. İşte bu yüzden bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, kadınlarına, yaşlılarına velhasıl kelam bütün insanlarına spor yaptırabilecek olanakları yaratmak durumundayız.
Türkiye’deki spor bilimlerinin, ülkenin içinde bulunduğu şartlar göz önüne alındığında güncelin etkisinde kalmakta ve uluslararası alanların belirleyiciliği altında sıkışmak sureti ile devletle olan bağını sıkı tutmakta ve devletin spora yönelik yaklaşımlarını eleştirebilecek konumdan uzaklaşmaktadır. Türkiye’de spor bilimi ve bu alanla uğraşan spor bilimcileri; toplumsal yapımız içerisinde sporun nerede durduğu ve bu duruşun hangi yaklaşımların etkisi altında olduğunu sorgulamak durumundadırlar. Ayrıca spor bilimi ile devlet arasındaki ilişkiden, sporun içinde yer alan yasa dışı örgütlenmelere, teşvik priminden, sporun(futbolun) iktidarlar tarafından kullanılmasına kadar pek çok konuda öncü rol üstlenmeleri gerekmektedir.
Yeni soruları ve cevapları olabilmeli, tüm bunların ötesinde toplumsal yaşantımızda sporun yerini sürekli olarak gündemde tutabilmelidirler. Türkiye’nin spor bilimcilerinin başta spor kültürünün oluşturulması olmak üzere, spor yapma oranlarının yukarı çekilmesinden, boğulma oranlarının düşürülmesine kadar pek çok alanda söylemeleri gereken çok sayıda sözleri olmalıdır. Mış gibi yapan projeler ve uygulamalar yerine alışkanlıkları sarsmanın yanı sıra takip eden değil yol gösteren olmayı görev bilmeleri icap etmektedir.
Sporun içinde yapıldığı toplumun minik bir minyatürü olduğunu rahmetli gazeteci ağabeyim Cem Can’dan öğrendim. Bugün onun aramızdan ayrılışının yedinci yılı ve yazdıklarını okudukça ne kadar önemli bir spor insanını kaybettiğimizi bir kez daha anlıyor ve nurlar içinde uyumasını niyaz ediyorum. Yaşadıklarımızı şu cümleler ile yıllar önce ne de güzel anlatmış: “Sporu önce yapanlar ve yaptıranlar sever, sonra da izleyenler…Sporcular ve onların çevresindeki desteği sağlayan ‘içeriden’ insanlar, teknik ve yönetim ekipleri her zaman şöyle yada böyle varolacaklardır. Ancak sporun ne kadar büyüyeceğini sporu izleyen sporsever kitlenin büyüklüğü belirleyecektir...
“Spor sıcaklık ister; spor herkesi kucaklayan ve kendini aşmaya çağıran alçakgönüllü bir insanlık mirasıdır…
“Spora ilahların değil, tanıdık insanların arasından varılır…
“Spor sevgisi az sayıdaki başarıyı değil, sıradan insandan görünümde farkı olmayan çocuk ve gençlerin spor ile bambaşka insanlara nasıl dönüştüklerinin anlaşılması ile ortaya çıkar…
“Sporda kullanılan fiziksel beceriler bir gün yok olup gider ancak karakter yapıları, varlıklarını ömür boyu sürdürürler”1.
Onun bıraktığı yerden devam edeyim, bizi insan yapan şey sadece bedenlerimiz ve aklımızı kullanabilme becerimiz değildir. Bizde bunların dışında başka şeylerin de var olduğunu ve sporun bunları ortaya çıkarmakta bir vasıta olabildiği gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız. Sporun krizini katılım biçimi olarak spora dönerek aşabilme olanağına halen sahibiz. Spor ne politikacılara ne de sadece spor bilimcilere bırakılabilecek bir sosyal olgudur. Spora sahip çıkmak hem hayata hem de geleceğimize sahip çıkmak demektir.
1Cem Can, Fair Play Yemin İstemez-Fan Etik Yazıları 1, İlkelerimizi Kim Yazacak-Fan Etik Yazıları 2; Yay. Haz. Ahmet Talimciler-Hakan Can, Moss Spor, 2012-İstanbul