03 Temmuz 2019

Sporda Şiddet Yasası değişikliği teklifine dair notlar

Neresinden tutsanız elinizde kalan ve taraftarların söyleyecekleri her sözün bambaşka şekillere çekilebileceği bir durumun yaratılabileceğine ilişkin ibareler içeren yaklaşım karşısında şaşırmamak elde değil!

Sporda Şiddet Yasası’nda değişiklik yapılacağına ilişkin haberler uzun bir süreden bu yana kulaktan kulağa yayılıyordu. 24 Haziran itibarıyla Meclis’e taşındı ve buna ilişkin değerlendirmelerde bulunacağımız bir metin de ortaya çıktı. Her şeyden önce Türkiye’de başta futbol olmak üzere spor sahalarında yaşanan şiddetin düzeyi konusundaki hassasiyet ile söz konusu şiddetin oluşumuna neden olan faktörler ve unsurlar arasındaki ilişki açısından tuhaf bir durum olduğunu belirtmek durumundayım. Yasa çıkartmak konusunda son derece maharetliyiz buna karşın çıkartmış olduğumuz yasaları uygulamak ve bu yasaların takipçisi olma konusunda ise aynı şekilde davranmamak için elimizden geleni yapıyoruz.

14 Nisan 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 6222 sayılı sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanunun üzerinden sekiz yıl geçti. Bu süre içerisinde kanunun kabulünden hemen sonra dönemin federasyon başkanı görevi bıraktı ardından gelen yeni yönetim ise kucağında 3 Temmuz şike süreci bombasını buluverdi. Ülke futbolu şike sürecinin yarattığı etkiler üzerinde dururken kanunun içerisinde yer alan elektronik bilet uygulaması bir süre ertelendi. Arada yaşanan belirsizlikler sonrasında tam üç yıl sonra 19 Nisan 2014 tarihinde Passolig uygulaması devreye sokuldu. Bir başka ifadeyle elektronik bilet uygulaması da beş yıldır uygulanıyor.

Sekiz yıllık zaman dilimi içerisinde futbol sahalarında kamuoyunun dikkatini çeken bazı olaylar yaşandı. Bununla birlikte sporda şiddet yasası ilk ortaya çıktığı andan itibaren sadece taraftarları hedef alan bir düzenlemeydi ve stadyumlarda yaşanan şiddetin arka planındaki diğer saikleri ve aktörleri görmezden gelen bir anlayış ile oluşturulmuştu. Şu anda devreye sokulmaya çalışılan düzenlemede de benzer bir anlayışın göze çarptığını söylemeliyim. Yaşanan bütün olayları taraftarlara fatura etmeye çalışan ve şiddetin tek sorumlusu olarak taraftarları gören bir bakış açısı ile karşı karşıyayız.

Oysa yine bu sekiz yıllık zaman dilimi içerisinde karşılaşmanın hakemlerini soyunma odalarına kilitleten kulüp başkanları, tribünlere hareket çeken-seni evinden aldırırım diyen futbolcular, yaşanan olayları artistik olarak niteleyen teknik direktörler, yöneticileri hep birlikte gördük. Bunların yanı sıra televizyon ekranlarından evlerimize taşan cinsiyetçi yorumlara, erkek egemen ideolojik yaklaşımlara ve racon kesen futbol yorumcularına da şahit olduk. Fakat gelinen nokta itibarıyla tek sorumlu olarak görülenlerin taraftarlar olduğu ve onların cezalandırılması gerektiğine ilişkin bir bakış açısı var karşımızda.

Önce gerekçe ile başlayalım; son derece kötü kaleme alınmış ve ne söylemek istediği bile sıkıntılı olan bir metin sizi karşılıyor. “Spor, çok geniş kitlelere ulaşması ve bu kitleleri etkilemesi sebebiyle modern dünyada bir endüstri haline gelmiştir. Bu endüstrinin sergilendiği mekanlar ise on binlerce taraftarı bir araya getirerek kitle psikolojisini harekete geçiren platformlara dönüşmüştür. Bu büyüme ve gelişme faydalı olmakla birlikte birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmiştir. Gelinen noktada, sporda şiddet ve düzensizlik fiillerinde nicelik ve nitelik olarak gerçekleşen çeşitliliklere karşı, 31/3/2011 tarihli ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun güncellenmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu bağlamda, spor müsabakaları öncesi, sırası ve sonrasında ortaya çıkan şiddet olaylarının ve düzensizliğin önlenebilmesi ve bireylerin daha güvenli bir ortamda spor müsabakalarına katılabilmelerini sağlamak amacıyla Kanunun bazı hükümlerinde değişiklikler yapılması gerekmektedir”. Gerçekten de son derece belirsiz olan ve anlam karmaşası yaratan ifadeleri içerisinde barındıran bir takım gerekçelerle kanunda bazı değişiklikler yapılması icap etmektedir yorumu ile son bulan bir paragrafla boğuşmak zorunda kalıyorsunuz. Öte yandan spor sahaları hem kitle psikolojisinin harekete geçirildiği yerler oluyor hem endüstrileşmeye katkıda bulunuyor deniyor. Buna karşın bütün gelişmeler aynı zamanda olumsuzluğu da beraberinde getiriyor ifadesi ile şiddet yasası zorunlu hale dönüşmüş hale getiriliyor.

Bu paragrafı takip eden diğer satırlarda ise işler daha da garip bir hal aldığı için spor müsabakalarının alan tanımı da bakın şu şekilde değişikliğe uğratılıyor:

Spor müsabakalarında şiddet ve düzensizlikler, sadece müsabaka alanı içerisinde gerçekleşmemekte, müsabaka alanı dışında taraftarların cadde ve meydanlarda toplu halde bulundukları yerler ile müsabakalara gidiş ve geliş güzergahlarında da gerçekleşmektedir. Bu nedenle müsabaka öncesinde, esnasında veya sonrasında taraftarların sürekli veya geçici olarak gruplar halinde toplandıkları yerler, müsabakanın yapılacağı yere gidiş ve geliş güzergahları, takım veya taraftarların toplu olarak seyahat ettikleri araçlar ya da takımların kamp yaptığı yerler spor alanı kavramına dahil edilmek suretiyle Kanunun uygulama alanı genişletilmektedir”.

Spor sahalarında yaşanan şiddet olaylarının önlenebilmesi için bir takım tedbirlerin alınması konusunda hiç kimsenin ‘hayır, alınmasın’ diyeceği kanaatinde değilim. Buna karşın bu tedbirler alınırken taraftarların potansiyel birer suçlu olarak nitelendirilmesi ve kişisel yaşam alanlarının birer suç mahali olarak gösterilmesi düşüncesi ise kabul edilir bir durum değildir. Başka hangi adli olay karşısında böylesi toptancı bir bakış açısı devreye sokulmaktadır? Örneğin bir taraftar grubunun kendi stadyumuna gidebilmek için buluşması, belirli mekanlarda toplanmaları ve ardından meşalelerle tezahüratlar eşliğinde yürümeleri sorun teşkil edebilecektir.

Bir diğer ilginç yaklaşım ise şu şekilde gerekçede yer almaktadır:

Uygulamada başkaları adına düzenlenmiş elektronik kartlarla müsabakaya girenlerin engellenmesi amacıyla, biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama sistemlerinin kullanılabilmesine imkan sağlanmaktadır”. Yasal düzenleme yürürlüğe girdiğinden bu yana taraftarların en çok eleştirdiği hususların başında hiç kuşkusuz kameraların gözetiminde olay çıkartanların tespit edilmesi yerine toplu olarak tribünlerin cezalandırılması anlayışının sürdürülmesi geliyordu. Şimdi ise elektronik ortamda kişinin kim olduğu belli olmasına karşın biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama uygulamasının devreye alınması gibi bir üst aşamaya geçiş yapılması devreye sokuluyor.

Gerekçe kısmı ile ilgili olarak üzerinde durmayı fazlasıyla hak eden son bir kısım daha var.  “Caydırıcılığın sağlanması amacıyla, grup halinde veya münferiden belirli bir kişiyi hedef veya muhatap alıp almadığına bakılmaksızın duyan veya gören kişiler tarafından tehdit olarak algılanacak tarzda aleni olarak söz ve davranışlarda bulunma fiili ile madde kapsamına giren hakaret ve tehdit fiillerinin yazılı, görsel, işitsel veya elektronik kitle iletişim araçlarıyla işlenmesi halleri de suç kapsamına alınmaktadır”. Neresinden tutsanız elinizde kalan ve taraftarların söyleyecekleri her sözün bambaşka şekillere çekilebileceği bir durumun yaratılabileceğine ilişkin ibareler içeren yaklaşım karşısında şaşırmamak elde değil! Hatta bu şaşkınlık sadece söz düzeyinde değil diğer alanları da kapsayacak şekilde genişletiliyor.

Bir sonraki yazıda söz konusu yasal düzenleme talebinin spor sahalarında yaşanan şiddet olgusuna ilişkin asıl üzerinde odaklanılması gereken hususlarla hiçbir şekilde ilgilenmediği ve taraftarlara yönelik yaklaşımlarla durumu daha da garip bir şekle büründürmekte olduğunu göstermeye çalışacağım.

Yazarın Diğer Yazıları

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

Güven bunalımının izini sağlıkta sürmek

Türkiye giderek daha fazla kural ve kaidelerden uzaklaşan bir ülke görünümüne bürünmekte olup kuralsızlık halinin bir gerçeklik olarak hissedilmeye başlandığı bir yere dönüşmektedir. Bu gidişat hepimizi yakından ilgilendirmekte olup toplumsal yapımıza zarar vermektedir

Güven duygusunu yitiren toplum

Güven duygusunun kaybolduğu ülkelerde, yasal düzenlemelerin yaşananlar karşısındaki etkinliği ve gücü de zayıflamaya başlar ve belli bir süre sonra yasalar tamamen rafa kaldırılır, yerlerine gücün/paranın yarattığı yeni yapılar egemen olur

"
"