31 Temmuz 2024

Olimpiyat Oyunları'nın önüne geçen açılış töreni

Olimpiyatların ortaya çıkma koşulları ile günümüzdeki durumu arasındaki mesafenin her dört yılda bir biraz daha fazla açıldığını ve bu durumun önümüzdeki yıllarda daha da fazlalaşacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Olimpiyatların, sporun dışında anlamlarla yüklü bir hale dönüştürülmesi en çok zararı sporun kendisine verecektir. Söz konusu açılış üzerinden yaşanan tartışmalar ise önümüzdeki dönemin tüm dünya ölçeğinde çok ama çok tartışmalı bir sürece işaret etmekte olduğunu gözler önüne sermiştir

26 Temmuz Cuma gecesi Paris 2024 Olimpiyat oyunları açılış töreni ile resmen başladı. Fakat bu kez sporun kendisini değil de açılış töreni üzerinden hayatlarımıza dahil edilmek istenilenleri konuşmak durumunda kaldık. Bir başka ifadeyle Olimpiyat Oyunları tarihinde ilk kez sporu değil sporun dışındakilerin hem sporu hem de hayatlarımıza dair etkilerini iliklerimize dek hissetmiş olduk.

Açılış ve kapanış törenlerinin görkemli bir sunum üzerinden yansıtılması anlayışı her büyük organizasyonla birlikte daha fazla hissedilmeye başlanmıştı ancak Paris 2024 bu konuda bambaşka bir aşamaya geçişin simgesi olarak tarihteki yerini aldı diyebiliriz. Yaşananları kendi penceresinden görme alışkanlığını bir türlü terk edemeyen ülke insanımız açısından bu durumun ortaya koyduğu gerçekliği tek kelimeyle özetlemeye kalkarsak; "sapkınlık" lafı fazlasıyla durumu anlatır niteliktedir. Buna karşın sporun yerini sanatsal ifadelerin yanı sıra bolca mitolojik göndermelere bıraktığı açılış töreninde ortaya konulanların karşılığı sadece sapkınlık olarak nitelendirilemez. Karşımızda popüler kültürün en önemli alanlarından bir tanesi olan sporun diğer alanlarla birlikte yeniden dizayn edilmesine dönük girişimlerin söz konusu olduğunu ve bunun arka planında dünya üzerindeki ideolojik angajmanların da yer aldığı gerçeğini de bir yerlere not etmek durumundayız.

Başından yayını kesinceye kadar TRT ekranlarından takip ettiğim açılış töreni -ki yayın kesildikten sonra Eurosport üzerinden izlemeye devam ettim- son derece gösterişli ve bir o kadar da müthiş emek verilmiş bir şekilde ekranlara yansıdı. Bir kentin tarihini, kültürünü ve en önemli göstergelerinin nasıl kullanılabileceğine ilişkin bu açılıştan örnek alabileceğimiz pek çok nokta olduğunu söylemek durumundayım. Burada açılış esnasında ülkelerin tekneler ile geçiş anlarındaki üzerlerindeki kıyafetlerinin nasıl seçilmiş olduğu meselesinin bile özellikle kendi ülkemizin kıyafet seçimleri söz konusu olduğunda nasıl bir yere karşılık geldiği noktasını takdirlerinize bırakıyorum. Ancak özellikle Moğolistanlı sporcuların kıyafetlerindeki estetik dokunuşları gördüğümüzde bizim sporcularımızın kıyafetlerine yönelik pijama eleştirileri daha fazla yürek acıtıcı bir hale dönüşüyor.

On iki farklı bölüm üzerinden kurgulanan olimpiyat açılışı için binlerce dansçının kullanıldığını bir kez daha hatırlatmalıyım. Bu organizasyonunun tam anlamıyla bir görsel şova dönüştürüldüğünü ve bunun için büyük bir hazırlık yapıldığını da eklemeliyim. Her bir bölüm kendi içerisinde bir başlık taşımakta olup söz konusu bölümlerle ilişkili anlatı ve bu anlatılara eşlik eden sporcular ve müzisyenler, izleyenlerin doyurucu dakikalar yaşamasına katkıda bulunuyorlardı. Enchanté-Synchronicité-Liberté-Egalité-Fraternité-Sororité-Sportivité-Festivité-Obscurité -Solidarité-Solennité ve Éternité. Her bir bölümün kendi içerisinde son derece iyi hazırlandığını ve bir o kadar da müthiş bir emek ürünü olarak ortaya konulduğunu söylemeliyim. İşte tam bu noktada son kısma yani finale yaklaştığımız kısma geldiğimizde TRT yayını kesti ve tüm organizasyonun en heyecan verici olan Seine Nehrinde dört nala koşan metalik bir at üzerindeki binici- ki binicinin omuzlarında olimpiyat halkalarının bulunduğu bayrağı taşıyarak- Eyfel Kulesi'ne doğru yol alıyordu. Her geçtiği köprünün altında güvercin kanatlarını simgeleyen elektronik görseller yanıyor ve harikulade bir görsel şovun içerisine dahil olmanıza yardımcı oluyordu. Ne yazık ki TRT yönetiminin akıl almaz bir kararıyla açılışı izlemek isteyen milyonlarca insan bu güzellikleri göremedi! Tabii biz birazdan bahsedeceğimiz kırmızı halı üzerindeki son akşam yemeği tablosunun canlandırılması meselesine takılıp kaldığımız için diğer kısımlardaki olup biteni ve oradaki göndermeleri ne yazık ki yakalayamadık bile!

Ülkelerin geçişi ile başlayabiliriz mesela ve burada alfabetik sıralama içerisinde yer verilmeyerek en sonda adeta gövde gösterisi yapmaları sağlanan ev sahibi Fransa, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri'nin neden burada bu şekilde temsil edilmelerine izin verildiğini sorabiliriz.

Cezayir takımının geçişi sırasında Cezayirlilerin 17 Ekim 1961 tarihindeki katliamda ölenlerin hatırası için Seine Nehri'ne attıkları çiçekleri göstermemelerini konuşabiliriz mesela.

Bir diğer ilginç anekdot ise Güney Kore takımının geçişi sırasında Kuzey Kore Cumhuriyeti şeklinde yapılan anonsu da bu notlara ekleyebiliriz.

Gelelim asıl tartışma yaratan ve halen etkisi süren başı kesilmiş Mari Antoinette tablosu ile başlayan ve ardından devam eden tablolar içerisindeki göndermelere. Burada özellikle Fransa tarihindeki on kadın figürünün yüzlerinin nehrin içerisinden çıkartılması ve gösterilmesi son derece önemli bir vefayı yansıtma girişimi olarak tarihteki yerini almıştır diyebiliriz.

Ama asıl tartışılan ise sekizinci tablo olan Festivité gösterileri sırasında yaşandı. Debilly yaya köprüsünün kırmızı halısında Fransız modasının dünyadaki önemine göndermeler söz konusuydu, işin ilginçliğini arttıran ve de çokça tartışma yaratan kısmı da tam buradaki akşam yemeği tablosunun canlandırılması sırasında yaşandı.

Drag Queen (eğlence veya moda için genellikle abartılı feminen tavırlar ve toplumsal kadın rolleri benimseyerek kadın kıyafeti giyen kişi) gösterisinin yer aldığı kırmızı halı üzerindeki şov esnasında sakallı bir kadının yanı sıra etek giymiş topuklu ayakkabı ile dans eden erkekleri de görmüş olduk. Son akşam yemeği tablosu içerisinde mavi renkli Dionysos olarak boyanmış Phillippe Katerin de burada yer alıyordu ve cinsel yönelimlerin tamamının fotoğraf karesine girdiği bir gösteri tüm dünyanın gözünün içerisine bu şekilde sokulmuş oldu. Tabii burada bu gönderme sonrasında Hristiyan dünyadan da büyük eleştirilerin geldiğini ve koreografiyi hazırlayanların özür dilemek durumunda kaldığını da ekleyelim.

John Lennon'un İmagine şarkısı eşliğinde hayal etmemiz gerektiğini söyleyenlerin olimpiyat meşalesini 1998 Fransa Dünya kupasını kazanan takımın en önemli oyuncusu Zinedine Yazid Zidane'ın ellerinde yolculuğa başlatmaları da bir diğer önemli göndermedir. Burada başka milli takım sporcusu değil de Zidane'ın seçilmiş olması tesadüf değildir!

Zinedine Zidane

Meşalenin yolculuğu ise dünyanın efsanevi sporcularından dördü ile gerçekleştirildi. Bu isimler Rafael Nadal, Nadia Comaneci, Carl Lewis ve Serena Williams'tı. Onların meşaleyi teslimi sonrasında tam anlamıyla bir görsel şov devam etti ve Fransız spor tarihinin içerisinden önemli isimler birer birer meşale ile koşmaya başladılar ki aralarında paralimpik sporcular da yer alıyordu. Meşale son olarak 1948 Londra Yaz Olimpiyatları'nda altın madalya kazanan 100 yaşındaki Fransız bisikletçi Charles Coste'ye teslim edildi ve daha sonra Fransız judocu Teddy Riner ile eski atlet Marie-Jose Perec tarafından olimpiyat ateşi yakıldı. Tuilleries Bahçeleri'nde yakılan olimpiyat ateşinin fosil yakıt kullanmadan su buharı ve ışıktan elde edildiğini ve büyük bir balon ile göğe yükseltilerek müthiş bir görsel şovu da izleyenleri hayran bıraktığını da ekleyelim.

Gelelim asıl tartışma konusunda neler söyleyebileceğimize, sporun popüler kültünün en önemli alanlarından bir tanesi olduğu gerçeğini bu vesile ile bir kez daha iliklerimize dek hissetmiş bulunuyoruz. Fakat işin daha ilginç kısmı ise yine tam bu noktada görselliğin yarattığı müthiş tuhaflıkla birlikte başlıyor. Uzun bir zamandır tartışılan ve ahlak tartışmalarının beraberinde işlediği LGBTİ+ tartışması burada çok daha fazla bir biçimde gözümüzün içerisine her fırsatta sokuldu. Sporun ruhunun önüne cinselliğin geçirilmesi açıkçası hiç ama hiç de hoş bir durum yaratmadı. Öte yandan insanların kutsalları üzerinden özgürlük nidaları atmanın da hiçbir esprisi bulunmamaktadır çünkü bu şekliyle o fazlasıyla üzerine titrediğiniz yaşam alanlarınızın sadece sizin için geçerli olduğu gerçeği ile baş başa kalırsınız.

Fransa söz konusu özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sloganlarının içinin ne kadar da boş olduğunu başta İsrail'in burada yarışmasına yol açarak ve ardından yaptığı uygulamalar ile fazlasıyla açığa çıkarmış oldu. Başörtülü sporcunun baş örtüsü ile yarışamaması meselesi ile tüm bu tartışmaların üzerine tüy dikmiş oldu. Daha önce de belirtmiştim, dünyada evrensel değerleri yaratan batının içinden geçmekte olduğumuz dönemde ne yazık ki bu değerlerin erezyonu sonrasında sınıfta kaldığını ve tüm insanlığı kapsayacak yeni değerlere ihtiyacımız bulunduğunu bir kez daha hatırlamalıyız.

Olimpiyatların ortaya çıkma koşulları ile günümüzdeki durumu arasındaki mesafenin her dört yılda bir biraz daha fazla açıldığını ve bu durumun önümüzdeki yıllarda daha da fazlalaşacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Olimpiyatların, sporun dışında anlamlarla yüklü bir hale dönüştürülmesi en çok zararı sporun kendisine verecektir. Söz konusu açılış üzerinden yaşanan tartışmalar ise önümüzdeki dönemin tüm dünya ölçeğinde çok ama çok tartışmalı bir sürece işaret etmekte olduğunu gözler önüne sermiştir. Önümüzdeki süreçte çok daha fazla özgürlük, ahlak, eşitlik ve birinci sınıf dünya vatandaşlığı tartışmalarını işitmeye devam edeceğiz.

Dünden bugüne Olimpiyat tarihinde yaşanan olayların anlatıldığı '60 Saniyede Olimpiyatlar' serisini izlemek için tıklayın.


Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

Güven bunalımının izini sağlıkta sürmek

Türkiye giderek daha fazla kural ve kaidelerden uzaklaşan bir ülke görünümüne bürünmekte olup kuralsızlık halinin bir gerçeklik olarak hissedilmeye başlandığı bir yere dönüşmektedir. Bu gidişat hepimizi yakından ilgilendirmekte olup toplumsal yapımıza zarar vermektedir

"
"