10 Kasım 2016

Eskisi de yenisi de farklı değil

Geçmişle barışamayan, şimdiyi bir türlü yaşayamayan ve geleceği öngöremeyen bir ülke olarak adına ne derseniz deyin sorunlar, sıkıntılar ve şikayetler devam edecektir

Son günlerde yaşadıklarımızı karşılaştırma yoluna gittiğimiz takdirde Türkiye’nin önüne konulan ‘yeni’ ifadesinin çok da bir farklılık yaratmadığını görürüz.

Yeni vurgusu yapılarak ‘yeni’ olunmadığını, bu sıfatın işaret ettiği değer yargılarını oluşturamadığınız sürece ‘eski’ olarak kötülediğinizden pek bir farkınızın olmadığınızı kabullenmek durumunda kalırsınız.

Ekonomik göstergeler açısından yaşanan dönüşümün ülke insanlarının refah düzeyine yansımasının yanı sıra özellikle ülkemizde çağdaşlığın sembolü olarak yorumlanan yollar, köprüler, hava limanlarının inşa edilmesi süreci hızlanmıştır.

Orta sınıf hülyası toplumsal hayatımız içerisinde gittikçe daha fazla inşaat ve otomotiv sektörü sayesinde depreştirilmiş olup sistemin devamını kendi hayatıyla bağlantılandıran kitleler oluşturulmuştur. Buna karşın başta eğitim alanında olmak üzere ‘eski’ yi aratacak düzenlemeler ve büyük hataların önü ardına kadar açılmıştır.

Bu alanda yapılan hataların etkileri önümüzdeki yirmi-yirmi beş yıl içerisinde çok daha fazla karşılık bulacak ve geleceği yönetmeye aday olacak olan bu kitlelerle işimiz çok daha fazla zorlaşacaktır. Bir diğer üzerinde durulması gereken alan ise hiç kuşkusuz ‘yeni’ Türkiye’nin Turgut Özal döneminden miras kalan teknoloji hamlesini sonuna kadar sürdürmesi olmuştur.

Ancak teknolojik alanda yaşanan dönüşüm ve bu dönüşümün yarattığı insan tipinin karşısında oldukça önemli bir sorun bize ‘eski’ günlerdeki uygulamaları hatırlatmayı sürdürmektedir: YASAK.

Belki de bu kavramı en iyi anlatan rahmetli Zeki Alasya ile Metin Akpınar’ın Deve kuşu kabare tiyatrosunun unutulmaz Yasaklar adlı oyunudur. Oyundaki ‘minik kelebek’ isimli skeci bulup izlemenizi ve oradan buraya aradan geçen otuz küsur yıl içerisinde hiçbir şeyin bu anlamda değişmediğini acı bir şekilde idrak edebilirsiniz.

‘Eski’si ile ‘yeni’si arasında değişmeyen ve değişmemekte direnen önemli kavramlarımız var: mesela çok seslilik pek işimize gelmiyor, muhalefet eğer bizim istediğimiz şekilde bir anlayış içerisinde ise mesele yok ama söyledikleri iktidarın işine gelmiyorsa gereken yapılmalıdır. Asıl mesele bu ülkenin en önemli konusu olan devletin pozisyonunun kim iktidara gelirse gelsin değişmemesi ve devletin vatandaşları karşısında korunmasının sürdürülmesidir.

Burada demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar içinden geçilen döneme ve bu dönemdeki konjonktüre göre değişiklik göstermeyi sürdürmektedir. Kişilerden ve olaylardan bağımsız olarak farklı etnik, dinsel kökene sahip olan ya da farklı ideolojik bakış açıları olan kişiler bu topraklarda her zaman soru işaretiyle karşılanmıştır. Gayrimüslim yurttaşlarımızın büyük bir kısmının aramızdan ayrılmasının ardından ibre önce Kürtlere ardından da Alevilere dönmüştür.

Kendi 'öteki’sini sürekli olarak yaratma yoluna giden ve bunu yaparken de sınır tanımayan bir anlayışımız var. 1990’lı yılların başında yaşadığımız ya da o tarihlerde tartıştığımız konuların başında Kürt realitesi meselesinin olması ve üzerinden yirmi beş yıl geçmesine rağmen tüm yakıcılığıyla bizi kavurmaya devam etmesi söylediklerimi onaylar niteliktedir. 

Dönemin HEP milletvekili Orhan Doğan’ın meclis bahçesinden alınma görüntülerinden yıllar sonra aynı görüntüyü vermek istemeyen HDP milletvekili İdris Baluken'in tepkisi bu açıdan yaşananlardan ders almadığımızı göstermektedir.

Bir taraftan siyaset yapmaya çalışan ama hem devlet hem de aracı olduklarını söyledikleri örgüt tarafından sürekli olarak yok farz edilen bir parti var ve bu partinin üyelerinin çok değil birkaç yıl önce bizzat devlet eliyle İmralı’ya gönderildiği günleri de hep birlikte yaşadık.

Devir değişti ve bir zamanlar ‘bebek katili olarak adlandırılmayan 'APO’ şimdi yine aynı şekilde adlandırılmaya başlandı. ‘Eski’ Türkiye sorunlarını güç kullanarak ve ‘misliyle karşılık vermek suretiyle’ çözmeyi hedefliyordu. ‘Yeni’ Türkiye’nin bu açıdan izlediği yol ve kullandığı kelimeler bile satırı satırına aynı minval üzerinde yürüdüğümüzü ortaya koyuyor: ‘En sert şekilde karşılık verilecek, döktükleri kanda boğulacaklar’. Kısacası her iki Türkiye’de de ‘Kürt’ meselesi sorun olarak görülüyor ve çözüm yolu olarak ortaya konulan yöntemler ise sorunu çözmek yerine daha fazla kangren haline getirmeyi sürdürüyor.

Benzer bir durum hapishanelere atılan gazeteciler, yazarlar, düşüncelerini beyan ettikleri için tutukluluk üzerinden cezalandırılanlar açısından da aynen sürmektedir. Ülkemizde sık sık çıkartılan kısmi aflardan muaf olanlar hep düşünen kesimlerimiz olmuştur. Bunun karşısında tecavüzcüsü, hırsızı, yolsuzu, kaçakçısının ‘eşit’liği daima gözetilmiştir.

Zaten iş ne zaman ki demokratik hak ve özgürlüklerin daha fazla seslendirilmesine ve taleplerin arttırılmasına geldiğinde söz konusu devlet aklı harekete geçmekte ve gereği yerine getirilmektedir. Bunun yanı sıra ülkemiz insanlarının araştırma, inceleme, okuma ile kurmuş oldukları bağlantı seviyeleri de maalesef çok büyük farklılıklar içermemektedir.

Nüfusumuz artarken ve teknolojik olanaklarımız çoğalırken, yaşanan gelişmelerden haberdar olmak suretiyle hareket eden insan sayımız aynı oranlarda artmamaktadır. Bu topraklarda demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramların insanlarımız nezdindeki karşılıklarında da herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bir diğer belirtilmesi gereken husus hem ‘eski’ hem de ‘yeni’ Türkiyemiz olan bitenler karşısında acaba Avrupa Birliği ne diyecek? Amerika Birleşik Devletleri nasıl bir tavır takınacak? Sorularına fazlasıyla takıntılıdır.

Bakmayın son dönemlerdekilerin bizim kimseden bir onay beklentimiz yok demelerine. İş dönüp dolaşıp yine ‘kendi gibi olma’ ve bunun üzerinden davranış kalıpları geliştirebilmeye dayanıyor. Bunu bir türlü gerçekleştiremediğimiz için de ülke insanımızın içinde farklı görüşlere sahip olanlar yaşadıklarımız karşısında bu ülkelerden verilen tepkiler karşısında ‘ikiyüzlüler’ tanımlamasını çok sık kullanmaktadırlar. Bizi bölmek ya da karıştırmak isteyenler açısından da işler aynı minvalde devam etmektedir.

Farklılıkların zenginliğimizi oluşturduğunu ve bir arada olabilmek için mutlak surette kendimizden ödün vermemiz gerekmediğini kavrayamadığımız her dakika adına ister ‘eski’ isterse ‘yeni’ deyin Türkiye’de işler yolunda gitmeyecektir.

Her birimizin bir diğeri üzerinde tahakküm yaratması ve yaşam tarzını dayatma yoluna gitmesinin yanı sıra bir dönemin mazlumlarının bir diğer dönem mağrur haline dönüşmesi ülke gerçeğimiz olarak önümüze konulmaya devam ediliyor. İnsanı insan olduğu ve tüm yönleriyle kabul edemediğimiz sürece hem bölünme paranoyamız hem de birbirimize yönelik öfkemiz katlanarak devam edecektir.

Geçmişle barışamayan, şimdiyi bir türlü yaşayamayan ve geleceği öngöremeyen bir ülke olarak adına ne derseniz deyin sorunlar, sıkıntılar ve şikayetler devam edecektir. İnsanını mutlu eden, yüzleri güldüren, içinde yaşadığı bölgenin ve dünyanın saygın ülkelerinden biri haline getiren siyaset anlayışına, ölümünün yetmiş sekizinci yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıkları ile hesaplaşarak ulaşmayı başaramayız. Son iki yüzyıldır modernleşmeye çalışan bir ülkenin önüne bir takım ilaveler yapmadan gerçekten bu kavramları hayata geçirmesi bir anlam ifade edecektir. Aksi ise bizim yaşadığımız ‘araf’ta olma durumudur.

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır