24 Temmuz 2024
Partileşmek, partili olmak, iktidar.
Bu üç kavramı matematiksel olarak ifade etmeye kalksak, hangisi hangisinin fonksiyonu, hangisi bağımlı, hangisi bağımsız değişken? Keşke böyle bir model kurulabilse ve denklem çözülebilse. Matematik iktisata girdi ve modelcileri tatmin eden çözümler üretildi, ama insan davranışıyla iç içe olan gerçek sorulara yanıt verilebildi mi?
Sam Rosenfeld ve Daniel Scholzman Amerikan üniversitelerinde siyaset bilimi profesörleri. Mayıs ayında partilerin boş kabuklar mı olduğunu sorgulayan, 18. yüzyıldan beri ABD siyasi partilerini, çeşitli başkanların icraatını değerlendirerek tartışan bir kitap yayımladılar. [1] Konu yalnız ABD veya D. Trump, Cumhuriyetçi PartI değil. Yüz yıl insan yaşamında uzun, ama ülkelerin tarihinde değil.
Kitabı değerlendiren Ezra Klein'ın ifadesiyle "Sorun Donald Trump da değil, Cumhuriyetçi Parti'de (CP), ve bu her zaman böyle olmuştur. Nasıl oldu da CP bu kadar zayıfladı ve D. Trump tarafından ele geçirildi? Sorun yalnız CP'nin değil, Demokrat Parti de yeni lider çıkartamıyor. Konu 2015 veya 2016'nın değil, on yıllar önce başlayan süreçlerin sonucu". Üstelik bu yalnız ABD'de değil, birçok ülkede ve Türkiye'de de böyle. CHP'de yaşanan gelişmeler "acaba engeller kalkıyor mu, hiziplerin yerine genç, sürekli olarak kendisini yenileyen süreçler görecek miyiz?" iyimser sorusunu sorduruyor.
Siyasetin amacı ülkeyi daha ileriye götürmek, yurttaşları ve daha geniş olarak tüm insanlığı daha güvenli, müreffeh yapmak için eylemlerin yarıştırılması süreci olmalıdır. Oysa bu faaliyet, iktidar olmak isteyenlerin çekişme alanına dönüştü. Ortak çıkar için öneri oluşturmak, değişik düşünceleri yarıştırmak yerine, siyasetçiler ve onların tercih ettiği partiler en önemli hedef olarak kutuplaşmak, karşısındakini, rakibini ötekileştirmek için çalışıyor.
Bu yeni bir uygulama değil, 1930'lu yıllarda Hitler yönetimi, daha önce 19. yüzyılın başında G. le Bon ve H. Bergson, "kitleler gerçeğin peşinden gitmez: Onlara hayal vaat edenler, efendileri olur. Hayallerini yıkmaya kalkışanlar ise kurbanları."[2] diyordu.
Böyle olunca siyasi parti gerçekten, seçilmenin ve belki iktidara ulaşmanın yolu olan ve aslında kendi felsefi, antropolojik, ekonomik içeriğini taşımayan "kabuğa", elbiseye gönüşüyor. Bazı ülkelerde koalisyon, birbirine rakip politikaların bir araya getirilebildiği platform olarak kullanılıyor. Almanya, İskandinav ülkeleri, Hollanda, Belçika ve nihayet Fransa bu modeli benimsedi.
Amerikan siyasi partileri, siyaset sahnesinde boş birer kabuk. Kitap eski başkanlardan Jackson'dan başlayıp, B. Obama ve D. Trump'a kadar süre gelen "kitle partisi" politikasının neler getirdiğini inceliyor. 18-19. yüzyılda başlayarak Martin Van Buren ve demokrat geleneğin sonuçları arasında, A. Lincoln ile diğer Cumhuriyetçilerin köle gücüne karşı çıkmalarını ve son yollarda B. Obama ile D. Trump uygulamalarını tartışıyor.[3] Bu tahlile göre 1968 Demokrat Parti Kongresinde modern Amerikan muhafazakarlığı, parti sisteminin içini boşalttı ve onu iktidara gelmenin yolu haline getirdi.
Bu konunun bizimle, Türkiye'de yaşadığımız sorunlarla ne ilgisi var?
Önceki hafta bazı Avrupa ülkelerindeki siyasal gelişmeleri incelerken, İngiltere'de Başbakan K. Stermar'ın işe "İşçi Partisi'nin içini- mutfağı- düzeltmekle başladığını" belirtmiştim. Fransa'da E. Macron önceki başkan F. Holande'ın ekonomi bakanı olarak yola çıktı. Yeni kurduğu, yani herhangi bir tarihi temeli, içeriği olmayan partinin başkanı olarak işe başladı ve hemen hiç kimsenin beklemediği şekilde parlamento seçimlerini kazandı.
Ancak galiba tam da Rosenfel-Scholzman'ın teşhisine uygun olarak "içi boş" olan, yani Fransız toplumunda karşığını bulunmayan parti kısa zamanda seçimi kaybetti. Hem de on yıllardır Fransız merkez sol ve sağ seçmenin ısrarla iktidara getirmediği Le Pen'e karşı kaybetti. Buna karşılık Fransız toplumunun İkinci Dünya Savaşı'ndan beri muhafaza ettiği "aşırı sağa karşı teyakkuz", kendisini bu zor koşullarda bir daha gösterdi ve aşırı sağ iktidar için bir dönem daha beklemek gereği doğdu.
Çin, herkesin tanımaya, siyasal rejimini tanımlamaya, anlamaya çalıştığı bir dev ülke. ABD Çin'deki gelişmenin farkında, hem de uzun yıllardır. Ben 1983'de OECD Kalkınma Merkezinde araştırma yaparken ABD'li bir arkadaşımızın görevi sürekli olarak Çin'in izlemekti. Yani Washington neyin gelmekte olduğunun farkındaydı.
Dünyanın birçok noktasında bu olurken Çin bir yandan ülkede öğretim kalitesini iyileştiriyor, öte yandan gençleri başta ABD olmak üzere en ileri teknoloji araştırma merkezlerine gönderiyordu. Eğitimini tamamlayıp, özellikle teknoloji konularında doktora derecesini alıp Çin'e geri dönenler, uzmanlık alanlarında yeni kurulan şirketlerde çalışıyorlar. [4]
Atatürk'ün 30'lu yıllarda gençleri "Sizleri kıvılıcım olarak gönderiyorum, meşale olarak geri döneceksiniz" dediği zihinlerimizde kayıtlı. O gençler döndüklerinde ülkenin örneğin Sümerbank tekstil-konfeksiyon-ayakkabı üretiminde, MKE'nin kuruluşunda ve çalışmalarında, Kayseri uçak, Eskişehir "vagon atelyelerinde", Nuri Demirağ'ın uçak girişiminde çalıştıklarını biliyoruz. Bu tesisler bilinçli veya bilinçsizce özelleştirildi, kapasiteler el değiştirdi; ama meşaleler yanmağa devam etti. Mühendisler, teknik insanlar ya kendi kurdukları veya diğer tesislerde katma değer yarattılar.
Çin'den siyasi partilerin boş kabuk mu, yoksa ülkenin yükselmesine katkı yapan kurumlar mı olduğuna geri dönelim. Yine Çin'le başlayalım. Mao'nun başlattığı komünist hamle, Deng Xiaoping'le dışa açılan ve bugün birçok alanda en yüksek rekabet gücüne ulaşan ekonomi modeliyle devam etti. Uzakdoğu'da Kore ve Japonya'yı da içine alan coğrafyada siyasetin, insan-toplum davranışının temelinde, yüzyıllar boyunca yerleşmiş ve sürekli olarak gelişmiş, ahlaklı davranışın, hesap vermenin asıl olduğu hayat tarzı vardır. Bu Konfiçyüs felsefesi olarak ifade edilebilir, ama önemli olan temelde ahlaklı davranışın bulunmasıdır.
Çin'de mülkiyet kavramının bulunup bulunmadığı tartışma konusudur. Özel mülkiyet vardır, ama Çin Komünist partisinin izin verdiği yere kadar. Jack Ma yaşama öğretmenlikle başlamış, ardından Ali Baba adlı internet ticaret sistemini ve diğer birçok girişimi kurmuştur. Jack Ma bir noktada partinin tanımladığı sınırların dışına çıkınca, kendisine farklı bir yaşam alanı yaratmak zorunda bırakılmıştır. Ali Baba özel bir şirket olarak faaliyetini devam ettirmektedir.
Chuanfu, BYD (Build Your Dream) adlı otomobil markasını yaratmış, bugün küresel elektrikli araç pazarının önemli bölümüne girmiştir. Ren Zhengfei, Huawei elektronik şirketini kurmuştur ve önemli sayıda ülkenin elektronik altyapısını kurmuştur. Bunlar binlerce örnek arasında en iyi bilinen birkaç isimdir.
Çin Komünist Partisi'nin de içi boş bir kabuk mu olduğuna gelince, içinin "pragmatizm" ilkesiyle yönetildiğini söylemek gerekir. Nitekim Çin araştırmacıları bu yöntemi "Çin tarzı komünizm" olarak tanımlamaktadır. Bu tarzın temelinde ünlü Konfiçyüs ilkesi: "Sabırlı ol, gücünü gösterme, kullan - hide your strength bide your time" bulunmaktadır. Pekin'de "yüksek bürokratların" bahçeleri, dostlarıyla, öğrencileriyle düşünerek yürüyüş yaptıkları yerler" olarak tanımlanmaktadır.
Xi Jinping'in 8 Temmuz'da Macaristan Başbakanı V. Orban'la görüşmelerinde şu noktada uzlaşmışlardır. Ukrayna savaşı konusunda "savaşın bir an önce sona ermesi yolunda siyasal uzlaşma, tüm tarafların çıkarınadır, ancak bu büyük devletlerin olumsuz değil, olumlu rol oynamalarını gerektirir."
Ülkemize gelince, siyasi partiler içi boş kabuklar mıdır, öyleyse, ne zamandan beri ve neden?
Cumhuriyet tarihini anımsarsak; başlangıçta ittihat ve terakki, terakiperver hürriyet fırkası gibi oluşumlar görmekteyiz. Ardından Cumhuriyet Halk Partisi, kimiliğini tanımlayan "6 ok"la karşımıza çıkıyor. Halkçılık, milliyetçilik, devletçilik, cumhuriyetçilik, laiklik ve inkilapçılık CHP'nin sahiplendiği ilkeler. Atatürk ülkenin siyasal gündemini zenginleştirmek için milletvekili Fethi Okyar'ı, liberalizmi temsil etmek üzere Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurmaya teşvik ediyor. Ancak kısa süre içinde ülkenin böyle bir liberalizmi içselleştirmeye hazır olmadığı düşüncesiyle bu parti lağvediliyor.
1946'ya geldiğimizde CHP'den ayrılan bazı milletvekillerinin Demokrat Parti'yi kurduğu görülüyor. Demokrat Parti 1950 seçimlerinde iktidara geliyor. Parti'nin seçim sloganı olan "yeter artık, söz milletin" ifadesi ve kurucuların kırsal kökeni, 6 ok'un karşısına farklı bir program çıkartıyor. Yıllar içinde Türkiye'nin NATO'ya üye olması, Demokrat Parti'nin "6 ok"a alternatif olarak "küçük Amerika" hedefini koyması, ülkede siyaset sahnesini zenginleştirirken, seçmenin önüne farklı tercih alternatiflerini koydu. Ancak henüz sanayileşmemiş, tarım kesiminin destekleme politikalarıyla ayakta kalabldiği, ekonomi politikalarını uygulayacak kamu mekanizmalarının olgunlaşmadığı dönemde denemeler olumlu sonuç vermedi.
Türkiye'nin siyasal tarihinde önemli bir başka isim olan Osman Bölükbaşı, 1948'de Millet Partisi'ni kurdu. Tıpkı S. Demirel gibi kendisi köylü olan Bölükbaşı, Türkiye'deki orta eğitimden sonra Fransa'da matematik konusunda yüksek eğitim gördü. Millet partisi daha sonra Cumhuriyetçi Millet Partisi'ne ve ardından Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne dönüştü. Bu partinin kabuğunun içinde ne vardı? CHP devletin kurucu partisi, Demokrat Parti "6 ok"un devletçilik okundan ayrılarak liberalizme yönelerek ülkede kapitalizmin yeşermesine öncelik veren, böylece kırsaldan çok metropole, sermaye sahiplerine önem veren partiydi. Bu açıdan karşılığı ABD'deki Cumhuriyetçi parti, İngiltere'deki Muhafazakâr - Tory Parti idi.
Bu yazının konusu, "siyasi partilerin fonksiyonu, siyaset yapmak, iktidar olmak isteyenler için birer platform, "kabuk"mu, yoksa onların hedeflerini gerçekleştirmek için bir aracı mı" olduklarını incelemek olarak önerildi. ABD, İngiltere ve Fransa'dan verdiğimiz örnekler bu tartışmayı desteklemeyi hedefliyordu.
Türkiye'de bu bağlamda esas değişikliğin, kabuğun içeriğinin değişmesinin 1970 yılında Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi'ni kurarak siyaset sahnesine girmesiyle başladığını söylemek mümkün. Erbakan, siyasi faaliyetini art arda kapatılıp yeniden açılan siyasi partilerde sürdürdü. Ancak 1970-2000 yılları arasında ülkede siyasal liberalleşmeden yararlanarak, CHP'nin "6 ok"undan biri olan ve Demokrat Parti'nin hiçbir zaman tartışmadığı laiklik ilkesinin zorlanmaya başlandığı ve bunun özellikle İslam'ın Sünni kanadı tarafından yapıldığı, Erbakan partilerinin bu talebe cevap verdiği unutulmamalıdır.
Bu bağlamda Erbakan, partileri de "kabuk" değildir, ama kabuğun içindeki ilke, hedef, inanış Cumhuriyetle bağdaşmamaktadır.
Ama 2001 yılında Erbakan liderliğindeki Fazilet Partisi'nin kapatılmasının ardından, oradan ayrılan siyasetçiler Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu. Bu partinin hedefini, bugünün Cumhurbaşkanı'nın ağzından "demokrasi bir tramvaydır istenilen durağa gelince ayrılınır" ifadesiyle ve onu destekleyen "sünni" çoğunluğun bazı beklentilerine uygun dil ve davranışın benimsenmesi olarak not etmek doğru olacaktır.
AKP geçen 22 yıl içinde Scholzman-Rosenfeld tanımıyla, bazı kişilerin, grupların iktidar olmak için değil, iktidarın nimetlerinden yararlanmak için üye oldukları, seçimlere girdikleri bir mekanizmaya dönüşmüştür. Bu modelin üstünlüğü, böyle kişilerin siyaset kisvesi altında yaptığı çalışmaların, yatırımların karşılığını hemen görebilmesini sağlamasıdır. Gerek merkezi hükümet, gerek yerel yönetimler bunun için gerekli fırsatı yaratmaktadır. Yani ABD'eki uygulamadan farklı olmayan bir tablo ile karşı karşıyayız.
Tramvay metaforuna ve sünni çoğunluğun bazı beklentierinin yarattığı ortama dönersek; AKP iktidarı gerçekten bu uyumu mu hedeflemektedir, yoksa esas hedefe ulaşmak için gerekli siyasi mekanizmanın işlemesi bu tavizlerin verilmesini gerektirdiği için mi böyle yapmaktadır? Yani Makyevelist bir süreç mi yaşıyoruz? Ülkede özellikle gençliğin anlama, algılama düzeyi, fen bilimlerindeki acıklı hâli iyimser olmamızı desteklemiyor.
Bu soruların yanıtını bilen var mıdır?
Muhalefet ve tarafsız gözlemciler, nihayet milyonlarca seçmen bu konuda aydınlanmadıkça yeni hikâye yazılması olanaklı gözükmüyor.
[1] Daniel Scholzman-Sam Rodenfeld, The Hollow Parties, The Many Pasts and Disordered Present
of American Party Politics (Princeton Studies in American Politics), Princeton University Press, May 2024
[2] De Gaulle, Julian Jackson, Harvard University Press, 2018, s.83
[3] Cumhuriyet-demokrasi konusunda, Regis Debray'in önceki hafta değinilen yazısını hatırlatırım
[4] Kishore Mahbubani, Has China Won? Hachette Book Group, 2020
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir? Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi. T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı. 1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı. 1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu. Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir. 1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi. 2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. |
Bu nice Hiroşima’dan, atom bombasından, trilyon kadar trilyon servetten daha güçlü bir silah olmaz mı? Bu silahın geliştirilmesi için savunma sanayi ekonomisini destekleyen ABD fonlarının, yapay zekânın sivil amaçlarla kullanılması araştırmalarına ayrılması gerekir
Soruna ideolojik açıdan bakanlar için önemli olan emekçinin artı değerinin yükseltilmesidir. Bu ise teknolojik düzey, mevcut üretim tekniklerine katkı yapabilmekle sağlanır. 101 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin konuları bu düzeyde ele alması gereklidir
Matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir?
© Tüm hakları saklıdır.