Güney ve Batı Anadolu işgal altındaydı, Fransız ve İtalyanlar güneyde, Yunan kuvvetleri İzmir üzerinden Ege'de, İngiliz süvarileri istiklal caddesinde dolaşıyordu, Osmanlı döneminin borcunu tahsil etmek için alacaklılar Düyun'u Umumi idaresini kurmuştu. Yağmur, ördek, burun ve benzeri "netameli" kelimeler sakıncalıydı, Padişah bu kelimelerden alınıyor, bunların başka düşünceleri tetiklemesinden kaygılanıyordu.
Neredeyse bugünkü gibi, değil mi?
O, Sultan II. Abdülhamit, bir Osmanlı olarak, tüm önceki padişahlar gibi iktidarı babadan devralmıştı. Bu kez Cumhuriyet Türkiye'sinde, çalışıp didinerek, son dönemde çeşitli, "hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu" gibi fevkalade mizah örnekleriyle dolu, ama aynı zamanda toplum için "pahalı" seçim ve halk oylamalarıyla kurgu çatıldı.
İtiraf edelim, henüz 19. yüzyılın sonlarındaki o hale gelmedik. Atatürk, tamamen çözülmüş, çürümüş bir yönetimi, müthiş bir maddi yokluk, onu yenecek kadar güçlü bir inanmışlık, irade ve azimle döndürdü. Temel yönetim ve eğitim kurumlarını yerleştirdi. Bugünkü Cumhuriyet'e kavuştuk.
Ama korkarım 2017'de girdiğimiz siyasal tüneli ve üç yıldır yaşamıza hükmeden ekonomi yönetimini tehlikeli bir şekilde "kanıksıyoruz". Ölçümüzü yitirdik. Ne bir metre, ne bir kilo değer bağlamında aynı şeyi ifade etmiyor artık. Turgut Özal Anayasa'yı delerken "alışacaksınız" demişti, çaresiz, alıştık. Bu kez adeta uyuşturucu almış gibiyiz, kanıksıyoruz.
Söylenenleri anlamaya çalışıyorum. Yargıtay "Batı hukuku (o neyse) bize uymuyor, "Türk tipi" milli hukuk yapalım demiş. Bir Mülkiyeli olarak, Roma hukuku, Anglosakson dünyada "case law", şeriat hukuku gibi çeşitli farklı uygulamalardan oluşan hukuk kavramlarını duymuştum. Ama Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduğunu öğrendiğim Yargıtay Başkanı bilgime Batı hukuku karşısında "milli hukuk" gibi bir kategori ekledi. Kastı olsa olsa aydınlanma dönemi hukukudur diyeceğim, çünkü mevcut yönetim aydınlanma dönemine karşıdır.
Dün ünlü bir sayfiye şehrimizde yaşayan bir arkadaşımızdan şu mesajı aldım, aynen kopyalıyorum:
"Şampanyalar, veuve clicguot hemide, su gibi aktı. Muhteşem yemekler, sokağa kadar beyaz güller her yerde. Aman ne güzel genç kızlar, ne şık kıyafetler, erkekler smokinler içinde. Davetlilere bir sürü hediyeler. İnsanlar eğleniyor, gülüyor, şarkı söylüyor, dans ediyor. İşte abiyciğim benim Türkiyem bu. Gerisini boş ver."
Düğün sahibi nereliydi dedim, Kuzey Anadolu kasabamız olduğunu söyledi. Oysa ben "oralıları" tutumlu olarak bilirdim. Demek para kazanmak onların da huyunu değiştirecek kadar kolaylaştı!
En büyük tehlike: Kanıksamak ve korkarım oradayız
Kulaklarımız bazı kelimeleri ayırt edemiyor. En kötüsü, algılama gücümüz hemen hemen kalmadı. Yaşadığımız yerde 1+1 daire kirası 90 bin, 3+1 150 bin. Tabii bu rakamlar, şimdilik, TL! Buralarda oturabilmek için bunun üç katı aylık gelir gerekli. Demek bu paralar kazanılıyor. Simitçi bir simit için 15 TL isteyince, 20 TL demediği için seviniyoruz. Lostra salonu ayakkabı boyası için 150 TL istiyo. Pahalı deyince, Londra'da 5 Pound, yani 225 TL diyor. Yani gündelik yaşamda Avrupalıyız, ama Avrupalı gibi katma değer üretmeden. Gemi "bir şekilde" yürüdüğüne göre dert etmemeliyiz, değil mi? Yoksa siz de benim gibi tasalanan ve kanıksamayanlardan mısınız?
Olaya bir başka açıdan bakalım.
İstanbul'daki veya Türkiye'deki "yaşam kalitesi" bunu haklı gösteriyor mu? Çünkü bu rakamlara itiraz -isyan edince (isyan başka şeyleri anımsatabilir, dikkatli kullanmalı), Avrupa'da da benzer fiyatlar var yanıtını alıyoruz. Pekala yaşam kaliteleri karşılaştırılabilir mi? [1]
Yaşanabilirlik düzeyi[2]
Economist Intelligence Unit küresel tanıma uygun şehirleri "yaşanabilirlik düzeyi" itibariyle derecelendiriyor. Ağustos ayında The Economist dergisinde yayınlanan harita şöyle:
Bu değerlendirmede şehirlerin kültürel yapısı, çevre, eğitim, altyapı, sağlık ve elbette su-güvenlik gibi kıstaslar esas alınıyor. Yıllardır Viyana, Kopenhag ve Zürih sıralamada altın, gümüş ve bronz madalya alıyor. Bunlar varlıklı, güzel, kültürlü, yeşil, yürünerek dolaşmaya elverişli şehirler. Buna paralel olarak burada yaşayanlar da, varlıklı, kültürlü ve mutlu insanlar.
Kimileri bu şehirleri sıkıcı buluyor. Siyasal çekişme yok, kadınlar, çocuklar veya köpekler öldürülmüyor, (ne hallere geldik), kimse ötekini düşman ilan etmiyor, bana yol vermedin diye dövmüyor, öldürmüyor. Herkes bir başka ülkenin kimliğini taşısa da insan olarak mutlu olmak "sorumluluğunun" bilincinde, karşısındakini dövmeye hazır şekilde bakmıyor. İnsanlar sokaktaki, lokantadaki, spor yerindeki negatif elektriğe bulaşmak yerine (benim gibi) çalışma odasında dört duvar arasında saklanmayı tercih etmiyor. Yaşamın tadını çıkartıyor.
Endekse bakalım; uç-radikal sağ gösterilerin ve siyasetin, gösterilerin yoğunlaştığı bazı Alman şehirleri, Dublin, Barselona endekste aşağı kaydılar. Geçen yıl aynı şey Stokholm'de yaşanmıştı. Buna karşılık Belgrad, Bükreş, Budapeşte ve Sofya, 74-75 gibi endekslere yükselmiş. Bu şehirler en yüksek endekse sahip Pittsburg, Seattle gibi Amerikan şehirleriyle yarışıyor.
Napolyon'un dünyanın yönetileceği şehir olarak nitelediği, Stalin ve daha önce çarlık döneminde kuzey komşumuzun imrenerek baktığı İstanbul'un durumu, tıpkı ülkenin tamamı gibi: Acıklı. Endekse göre Bakû yukarıda belirtilen kıstaslara göre İstanbul'dan 2.5 puan daha iyi durumda. Moskova, St. Petersburg 73.9 ve 70.7 ile uzanarak dahi ulaşabileceğimiz mesafede değil.
Bu kadar yol, tünel, köprü, beton, TOKİ abideleri olumsuz etkili. (Vaktiyle bir liderimiz bir başka abideye hakaret ederek kaldırtmıştı, TOKİ abideleri tapulandığı için doğal afetler dışında hep bizimle olacak, tıpkı Gökkafes, hatta Swiss Hotel binası gibi.) Kıstaslar arasında eğitim vardı. İnanması zor ama İstanbul'da 57 üniversite var, bunların 13 tanesi kamuya ait. Bu sayıda üniversitenin bulunduğu bir metropolde kültür yaşamının ne kadar canlı olacağını tahmin etmek kolay değil.
Nitekim Eskişehir hem hava kuvvetleri hem de Anadolu Üniversitesi ve hepsinin üstünde uzuın yıllar Belediye Başkanı olan Profesör Dr. Yılmaz Büyükerşen sayesinde, kültürüyle, operası, konserleri, müzeleri, Seine nehrine benzer hale gelen Porsuk nehri üzerinde gondollarıyla Türkiye'de yaşanabilirlik kalitesi en yüksek şehir olmuştur.
Londra'da 40, Paris'te 13, Viyana'da 23 üniversite var ve bu kurumlar şehirlerin tarihi kültürü ile birleşerek önemli dinamizm sağlıyor. Almanya Avrupa endüstrisinin ilk sırasında bunu şehir devletlerinde kurulu şirketlerin birbiriyle rekabeti sayesinde elde ediyor. Bu konuya daha önce "Gizli Şampiyonlar"dan söz ederek değinmiştik. Bu olgunun bir başka yansıması şehir nüfusunun Berlin'de 3.3, Hamburg ‘da 1.6 milyon, öteki şehirlerde bir milyonun altında olması. Tıpkı bir binanın yapılmasında tuğla üstüne tuğla konulması gibi, Almanya'da da federal yapı sorunsuz yönetilebilecek büyüklükte şehirlerden oluşuyor.
Ülkemizde sorun üniversitelerin zayıflığı değil, o zaten bilinen bir şey. Sorun bu kadar çok sayıda üniversite olmasının göstergenin hiçbir şey ifade etmediğini göstermesinde. Bir başka sorun tavuk yumurta bilmecesi gibi. İstanbul'un yaşanabilirlik ölçüsü, en önemli kıstaslardan altyapı, doğal güzellik, yeşillik ve en önemlisi demokratik olmaya uymuyor.
Bunu biz söylemiyoruz. Dünyada birçok ülkeyi ve şehri sürekli olarak gözleyen, insanların değerlendirmelerini alan Economist Intelligence Unit araştırması söylüyor. Herhalde burada da Türkiye'ye kötülük yapmak isteyen yabancı mahfillerin etkisi'nden söz edilemez.
[1] Satın alma gücü paritesi (PPP) Dünya Bankası'nda kullanılmaya başlanan bir ölçü. Ülkelerin parasının değerini, o paranın o ülkede ve diğer ülkelerde aynı malı kaç paraya satın aldığına bakarak belirliyor. Burada esas alınan standart ürün MacDonalds hamburger. Bir hamburger İstanbul'da ve Newyork'ta kaç para? Bu değere bakılarak TL/USD değeri belirleniyor. Bu elbette kolay, temsil gücü olan bir ölçü. Ama ülkenin milli gelirinin ölçülmesinde yanıltıcı. Yani adeta ülke milli gelirini MacDonalds Hamburger cinsinden, örneğin X milyar hamburger şeklinde ifade etmiş oluyoruz.
[2] İktisatçı Ricardo Haussman bireylerin tercihlerinde fiyat yanında kalite ve benzeri faktörlerin etkisini inceler.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?
Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.
T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.
1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.
1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.
Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.
1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.
2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.
2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu
A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.
|