10 Temmuz 2024

Akıl - aydınlanma - siyaset

Dileyelim 2024 "annus horribilis" olmasın

Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet pazar yazısını "dünya hiç bu kerte istikrarsız dönemden geçmemişti" diyerek bitirmiş.

Ali Yaycıoğlu, Oksijen'de seçimlerini incelerken, Macron'un siyasette sivrilişini "adhoc" partileşme olarak tanımlıyor, yani organik bir oluşumdan çok, boşluğu değerlendiren ve bunda başarılı olan bir hamle. Bu hamle Chirac'tan sonra Sarkozy ve F. Hollande'ın ardından doğan siyaset ortamının doğal gelişme çizgisi olarak görülebilir mi?

Bunun yeterli olup olmadığı Pazar günü seçimde ortaya çıktı. E. Macron erken seçim derken ne bekliyordu, bunu bekliyor muydu? Şimdi "sol-sağ" ittifakı olarak ortaya çıkan "yeni ulusal cephe"nin içi nasıl dolacak? Bu ittifakın mimarı olan Jean-Luc Mélenchon'un siyaset ustalığı yeterli olacak mı? Bundan sonrası sürekli koalisyon pazarlıkları, oyun teorisi uygulamacıları için ilginç bir dönem.

Bekir Ağırdır yine Oksijen'de Türkiye'deki siyasal gelişmelere bakarken sağ-sol tercihlerinin nasıl evrildiğini ele alıyor, devlet olgusunu ve piyasa mekanizmasını öne çıkartıyor. B. Ağırdır'ın ısrarla önerdiği "hikâyenin yazılması", devlet, hükümet ve milletin karşılıklı konumlarının, sorumluluklarının tanımlanmasını, tartışılmasını gerektirir.

Sol - sağ

Bunlar ve diğer tüm benzer tahliller, tahminler, seçmenin karar süreçlerinde etkili olan parametreleri sol-sağ, liberal-muhafazakâr eksenlerinde değerlendiriyor. Bir süredir hemen dünyanın tamamında solun yerini yitirdiğini, aşırı sağın öne çıktığını görüyoruz. Bu eğilim Avrupa'da kendisini ağırlıkla gösteriyor. 

Kendisini özellikle Avrupa'da gösteren bu "dalga", nasıl bir sağ? Finansal piyasaların ekonomi üzerindeki etkisinin hemen hemen 20-30 yıldır reel ekonominin üstüne çıktığın, bu sektörden kazanılan getirilerin üretimin yarattığı temettüyü bastırdığı hepimizin gözlemi. Türkiye'de ekonominin içine girdiği darboğaza karşın tüketimin hızını azaltmadığını hayretle izliyoruz. Bu gelişme ışığında değerin nasıl yaratıldığı, nasıl paylaşıldığı, bozulan gelir dağılımı, servet vergisi, universal asgari vergi soruları, önerileri karşımıza çıkıyor.

Nihayet İşçi Partisi iktidar, bakalım ne kadar orada kalacak!

İngiltere'de, muhafazakâr partinin 20 yıla yakın iktidarından sonra İşçi Partisi yeni hükümeti kurdu. Bu konuda çeşitli yorumlar yapılıyor, ama sonuç ortada. İngiliz seçmen 2016'dan beri temel bazı tercihlerle karşı karşıya kaldı. Muhafazakâr Parti döneminde önüne Avrupa Birliği'nden çıkmak kararı getirildi. Oysa Birleşik Krallık AB'ne üye kabul edilmek için yıllarda uğraşmış, her defasında General de Gaulle Fransa'sının muhalefetiyle reddedilmişti. Sonuç olarak İngiliz seçmeni önemli gelir kaybına uğradı ve bu geri dönüşü olmayan bir karar.

Çıkış talebinin mimarı olan AB Parlamentosu üyesi Nigel Farrage böyle temel kararları ısıtan, ortamı geren bir kişilik. Daha önce AB Parlamentosu'nda da üyelere akla gelebilecek ağır hakaretleri yapıyordu. Nitekim İngiltere AB'de ayrıldıktan sonra, 2000 seçimlerinde ABD'de D. Trump kampanyasının hararetli destekçisi oldu. İşçi partisi J. Corbyn yönetiminde daha sağlıklı bir durumda değildi.

İlk iş mutfağı düzeltmek

Hukukçu olan Kier Starmer liderliği ele alınca önce mutfağı, yani partinin içini, işleyişini, felsefesini ele aldı. Ülkemizde CHP aynı ev temizliğini yapıyor, yapmak zorunda. AKP de herhalde aynı işe kalkışacak. 

İngiltere'de bir yandan ülkenin BREXIT sonrası bozulan ekonomi tablosu, öte yandan Muhafazakar Parti'nin art arda yaptığı yanlışlarla hükümetin sahipsiz kalması, seçmeni sağ-sol tercihini bir kenara bırakıp, kendisini doğruyu yapacağına ikna eden İşçi Partisi'ne oy vermeye yöneltti.

İngiltere'nin yüzyıllardır izlediği ekonomi modelinde bir değişiklik olmadı. K. Starmer'a seçim kazandıran, İşçi Partisi'nin kapitalizmin doğum yeri olan İngiltere'de seçmene güven vermesi oldu.[1] Seçmen 2016'da Muhafazakâr Parti ve N. Farrage tarafından fena halde yanıltılmıştı ve bu yanılgının bedelini ödemekteydi. 

Oysa B. Johnson ne hayaller vaat etmişti, İngiltere küresel ekonomide eski "emperyal gücüne" kavuşacak, Singapur gibi yüksek bir gelire, yaşama standardına kavuşacaktı. Tersine, üyelik devam ettiği takdirde İngiltere AB bütçesine katkı yapmayı sürdürecek ve üstelik Türkiye'den pek çok kişi iş aramak için ülkeye göç edecekti. Bugün İngiltere hem AB ülkeleriyle ekonomik ilişkilerindeki ayrıcalığını yitirdi, hem de birçok ülke gibi hem imalat, hem sağlık ve hizmet sektöründe işgücü sıkıntısı çekiyor.

Güven zaafı, adalet sisteminin çökmüş olması ülkemiz için de en fazla önceliği olan ve sık sık tekrarladığımız konu. Adalet sistemindeki soruların yerli yabancı, her türlü yatırımı caydırdığı artık ezberlenen tesbit.

Damaged Politics adlı çalışma İngiltere'de 2019-24 parlamentosunun siyasete nasıl ve ne ölçüde zarar verdiğini somut anketlerden yola çıkarak inceliyor. Ülkemizde de seçmen davranışını inceleyen önemli çalışmalar arasında Ali Çarkoğlu-Ersin Kalaycıoğlu'nun araştırmalarını saymak gerekir. [2]

Hikâyenin ilginç yanı muhafazakâr parti bu vaatlere kandı, referandumda AB'den ayrılma kararı verdi. Bununla da kalmadı, J. Corbyn yönetiminde daha korkulu bir gelecek olasılığı karşısında İşçi Partisi seçmeni de bu kervana katıldı. Bu tablo hepimize çok yakınlarda, kendi ülkemizde yaşadığımız olayları anımsatmıyor mu?

Fransa ve eskiye, "cohabitation"a dönüş

Paris, 7 Temmuz 2024

Sermayenin, piyasanın temsilcisi olan "sağ" karşısında, tarihte sendikal hareketten beslenen ve çalışan sınıfın çıkarlarını savunan "sol" alıştığımız siyaset tablosu. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından karşılaşılan ekonomik tablo Weimar Almanya'sından başlayarak, Marksizm karşıtı ve Yahudi düşmanlığı üzerine odaklanan bir "sağ" yarattı. 

Bireylerin düşünme hürriyetini ve kendi kararları, tercihleri doğrultusunda yaşamasını ifade eden "liberal" felsefe, klasik sağ tarafından çizilmiş kuralları çiğneyen bir akım olarak dışlanırken, "aşırı sağ" bunu yozlaşma olarak reddetti. O dönemde bunun etkileri sanatta, resimde, müzikte görüldü. Bugün aynı liberal akım, değişen içeriği ile, yine klasik sağ tarafından "wokism" olarak adlandırılıyor ve aykırı görülüyor.

Sağ siyasal oluşumların bir özelliğini Fransa'da görüyoruz. Bu sağın sermayenin, piyasanın savunucusu olduğunu söyledik.[3] 1789 Fransız İhtilali'ni de içine alan bu dönemde Avrupa'nın birçok ülkesinde siyaset, felsefe bilimindeki önemli gelişmeler bugünün Avrupa'sının temellerini attı. Fransız felsefeci Regis Debray 16-17 yüzyıl'da Osmanlı İmparatorluğu'nun, 20. yüzyılda ise Stalin'in Avrupa'nın bugünkü duruma gelmesini etkilediğini söyler.[4]

1789 ihtilali ile yeni bir siyaset felsefesini ortaya koyan ve bu yolda birçok aydının yaşamını yitirdiği Fransa, uzun yıllar bu akımları yönetebildi. Bunu yaparken önemli sermayesi, MS 5. yüzyılda başlayan tarihinin, aydınlanma-rönesans döneminin zenginleştirdiği kültürü idi. Ama bu yanıyla klasik sağ "ulusalcı-popülist" değildi. Klasik sağ, aşırı sağın "FN"in seçimi kazanması halinde Fransa için yaratacağı tehlikeyi gördü ve bugüne kadar böyle bir ihtimalin gerçekleşmesini engelleyebildi.

Son yıllarda hemen her ülkede gelişen "aşırı" sağ Fransa'da da 1972'de Jean-Marie le Pen tarafından, ulusalcı ve popülist "Ulusal Cephe - Front National" bayrağı altında partileşti. FN 50 yıldır iktidara gelmek için çabalıyor ve her seçimde daha güçleniyor.

İki turlu seçimlerin ilk turunda oylarını yükselten FN, ikinci turda karşısında sermaye, piyasa ve ulusalcı kavgalara karışmak istemeyen muhafazakâr + orta sınıf kitleyi buldu. Hatta Pazar günü yapılan seçimde bu kitle, düpedüz solu temsil eden, Jean-Luc Mélenchon liderliğinde organize olan "Yeni Ulusal Cephe" adıyla ortaya çıktı. [5].

General Charles de Gaulle'ün1958 yılında kurduğu 5. Cumhuriyet Fransa'ya başkanlık sistemini getirdi. Fransız anayasası, René Coty tarafından kaleme alınmıştır. General Charles De Gaulle, devlet yönetimi ve anayasa mevzuatı konusunda Milattan önce 560'da Kıbrıs'ta yaşamış olan Atinalı filozof, devlet adamı, kanun koyucu Solon'un "En iyi anayasa hangisidir?" sorusuna şu yanıtı verdiğini söylemiştir:

"Önce bana anayasanın hangi, nasıl bir toplum için hazırlanacağını ve nasıl bir dönemde uygulanacağını söyleyin."

Anayasadan yasadan, adaletten söz edince ülkemizdeki halimize bakmamak olmaz. Devletin kuruluş senedi olan anayasanın iktidar tarafından layık görüldüğü itibarsızlık ortada. Bu 12 Eylül 1980'de başlayan sürecin devamı. "Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz" yargısının nelere mâl olduğunu görüyoruz, bu gidişle daha da göreceğiz.

İngiltere'de yapılan "Damaged Politics" adlı çalışmaya değindik. Bu ülkede Kral John'un 1215'te imzaladığı "Magna Carta" ile kralın yetkileri sınırlanmış, vergi ödeyenler hesap sorma hakkını almışlardır. Birleşik Krallığın bundan sonra yazılı anayasası olmamış, ama devletin hesap verme sorumluluğu hiç sorgulanmamıştır.

Osman Bey bundan 109 yıl sonra, 1324'te beyliğini kurmuştur. 1876'da Osmanlı İmparatorluğu döneminde Meclis-i Mebusan ilk anayasayı kabul etmiştir. 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet'i kuran anayasayı kabul etmiş, 1924'te bu anayasanın bazı maddeleri değiştirilmiştir. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra kurulan kurucu meclis tarafından kabul edilen anayasa 1961'de yürürlüğe girmiş, 12 Eylül 1980 muhtırasının ardından 1982 anayasası uygulanmaya başlanmış, 2017 yılında MHP Başkanı'nın ifadesiyle "bu anayasa Cumhurbaşkanının istekleriyle uyumlu hale getirilmiştir".

Bugün Türkiye anayasasına göre devlet başkanının sorumluluğu yoktur. Büyük bir tezat ve ülkedeki düzelmenin nereden başlaması gerektiğini gösteriyor, değil mi?

Solon'un sorusuna dönersek, parlamenter demokrasiler muhalefetle birlikte yürüyen bir mekanizmaya sahip. Günümüzün Fransa Cumhuriyeti'ne özgü "başkanlık" sistemi, devlet başkanı ile parlamento çoğunluğunun sağ ve solun temsil edildiği farklı siyasal gruplardan oluşması durumunda ülkenin "birlikte yaşama-cohabitation" modeliyle yönetilmesini öngörüyor.

Bu modelde parlamenter faaliyet, yasa yapılması, farklı siyasal felsefeyi taşıyan cumhurbaşkanının iradesini içselleştirmek durumunda. Tıpkı farklı düşünceye sahip karı kocanın, aile için gerekli kararları alırken diğerinin düşüncelerini içselleştirmesi gibi.

Şimdi Fransa 1958-2002 yılları arasında üç farklı cumhurbaşkanının yönettiği ve her defasında sosyalistlerle, de Gaulle'cü sağın oluşturduğu "birlikte yönetim"i tekrar yaşayacak.

2024: Sürprizler yılı

Yılın son heyecanı ABD'deki başkanlık seçimi: 5 Kasım 2024.

Isaac Newton 1666'da 23 yaşında iken hareket, optik, kalkülüs, kitle çekimi konularında keşiflere imza atmış ve bu yılı "annus mirabilis" olarak adlandırmıştır. 2024'te bugüne kadar yaşadıklarımız belki bu yılında benzer şekilde nitelenmesini haklı gösterebilir. ABD kuşkusuz tüm ülkelerin kaderini etkileyen bir ülke. 1776'da kurucu "babaların" hazırladığı anayasa ile 248 yıldır yönetilen, siyaseti, ideolojisiyle, birçok ülke için önemli sorunlar getiren ABD, dört ay sonra ciddi bir sınavdan geçecek. 6 Ocak 2020 olayları konunun ciddiyetini gösteriyor.

Trump'ın tüm zaafları, kişisel gücü bir yana, taraftarlarının gözünde "farklı, özel bir kişi" olduğu kanısı yaygındır. O "Tanrı'nın insanlığa mesajıdır", "beyaz ırkın üstünlüğünün göstergesidir". 

Faşizm, Trump'ın hiç yadırgamadığı kimliktir. Güneş, o, parlamıyor diyorsa, parlamıyordur.

Antiliberalizmin sembolüdür ve ona göre liberalizm yıkıcıdır. Hedefi, ABD'yi bir Hristiyan ulusu haline getirmektir.

Bu kişisel özellikler yabancı gelmiyor, değil mi? Dileyelim 2024 "annus horribilis" olmasın.[6]


[1] John Curtice-Ian Montagu-Chujan Sviathasan, Damaged Politics, The Impact of the 2019-24 Parliament on Political Trust and Confidence, National Centre for Special Research, June 2024

[2] Ali Çarkoğlu-Ersin Kalaycıoğlu, Türkiye'de Seçim Dinamikleri, Kırılgan ama Dirençli bir Süreç, Koç Üniversitesi Yayınları, 2024

[3] Fransa iki dünya savaşı arasında Alman faşizmiyle mücadele ederken bir "Vichy faşizmi" dönemi de yaşamıştır ve General Ch.De Gaulle'ün siyaset sahnesine girmesi bu dönemin ürünüdür. 

[4] Regis Debray-Olivier Abel "Demokrasiye Karşı Cumhuriyet", Toplum ve Siyaset (35), MedyaScope

[6] Annus mirabilis, çok güzel şeylerin olduğu yıldır. Annus horribilis ise çok kötü şeylerin olduğu yıldır. İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth, Prens Charles (Kral III.Charles) ile Prenses Diana'ın ayrıldıkları 1992 yılını, çok kötü şeylerin olduğu yıl olarak tanımlamıştır.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD Seçimleri-demokrasi-yapay zekâ

Bu nice Hiroşima’dan, atom bombasından, trilyon kadar trilyon servetten daha güçlü bir silah olmaz mı? Bu silahın geliştirilmesi için savunma sanayi ekonomisini destekleyen ABD fonlarının, yapay zekânın sivil amaçlarla kullanılması araştırmalarına ayrılması gerekir

Devlet-devletçilik-millileştirme-mülkiyet

Soruna ideolojik açıdan bakanlar için önemli olan emekçinin artı değerinin yükseltilmesidir. Bu ise teknolojik düzey, mevcut üretim tekniklerine katkı yapabilmekle sağlanır. 101 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin konuları bu düzeyde ele alması gereklidir

İktisat

Matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir?

"
"