Star Medya Grubu Başkanlığı'ndan alınan Mustafa Karaalioğlu, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği'nden alınan Yusuf Ziya Cömert ve Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği'nden alınan eski AKP Milletvekili Mehmet Ocaktan'ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a en yakın işadamlarından Ethem Sancak'a ait Star/Türkmedya grubundaki işlerinden atılmasına AKP'ye yakın gazetelerden Yeni Şafak'ta tepkiler sürüyor. Gazetenin Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi'nin "Patronaj tasarrufu hepimizi derinden yaraladı" dediği işten çıkarmaları gazetenin yazarı İsmail Kılıçarslan da "patronun niyeti ne olursa olsun bir operasyon" olarak niteledi.
Üç ismin "fişinin aynı anda çekildiğini" belirten Kılıçarslan, "Hatalarıyla sevaplarıyla, eksikleriyle fazlalarıyla bu üç isim de ‘mahallemizin’ abileridir. Ve mahallerimizin abilerine reva görülen bu ‘operasyon’, asla hak etmedikleri bir biçimde gerçekleştirilmiştir" dedi. Kılıçarslan, "Bazıları bu operasyonun arkasında Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından Yiğit Bulut’un olduğunu iddia ediyor. İhtimal vermem, veremem. Çünkü Yiğit Bulut’un gücü mahallemizin abilerine yetmeye başladıysa bizim dükkânı kapatıp gitmemiz iktiza eder" ifadesini kullandı.
"Biz bir yere gitmeyiz, ama mahallemize pislemeyi itiyat haline getirmiş birilerini mahallemizden dehleyecek gücü de her dem kendimizde buluruz evelallah" diyen Kılıçarslan'ın "Operasyon tamam mı abi" başlığıyla yayımlanan (26 Kasım 2014) başlıklı yazısı şöyle:
Nasıl yani?
Bir akşamüzeri biri medya grup başkanı, ikisi genel yayın yönetmeni üç ismin görevine son verilecek, biz de buna en azından ‘operasyon’ demeyeceğiz.
Bu da yetmeyecek. Aynı akşam birileri bize ihtiraslarını ‘bilgi’ diye yutturmaya çalışıp ‘sırada Yeni Şafak ve İbrahim Karagül operasyonu var’ diyecek. Biz de buna en azından ‘az serin gel be abi’ demeyeceğiz. Tel dolapta peynir olacaktı dünden kalma. Yer misiniz?
Hayır. Saf değilim. Gazeteleri patronların yönettiği bir düzenekte yaşadığımızı, gazetecilerin gazetelerindeki varlıklarının patronun iki dudağı arasında olduğunu, çünkü sadece ülkemizde değil tüm dünyada işlerin böyle yürüdüğünü biliyorum.
Fakat şunu da biliyorum: Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Ocaktan ve Yusuf Ziya Cömert isimlerinin işlerinden el çektiriliş biçimlerinin -onlara işlerinden el çektiren patronun niyeti ne olursa olsun- bir operasyon olarak göründüğü ve algılandığı aşikâr.
Niçin böyledir bu? Bunu biraz konuşalım.
Öncelikle, üç önemli ismin fişini aynı anda çekiyorsunuz. Bu aynı andalık, ‘burada işler yolunda gitmiyor, mutlaka bir hal çaresi bulmak gerek’ diye düşünen ve başka çaresi kalmamış bir patronun kararı olsa bile son tahlilde son derece kekre bir tat bırakır ağızda. Kiremit üreten bir fabrikada bile yapsanız bunu, böyledir. Hele ki medya gibi son derece netameli bir sektörde yapıyorsanız bunu, iyice artar ağızdaki burukluk. Hele ki yapıp ettikleriyle ‘inandığı davanın davacısı’ konumunda insanlara yapıyorsanız bunu, o tat buruktan acıya doğru ilerler. Mideniz ekşir, afiyetiniz kaçar.
Saniyen, şuna da hep beraber dikkat edelim lütfen. Son birkaç aydır ‘izi timi belirsiz’ bazı sosyal medya hesaplarını kullanarak nezdimizde itibarları yüksek insanları ‘itibarsızlaştırmaya’ çabalayan, bin türlü ipe sapa gelmez komplo teorisiyle insanların haysiyetleriyle oynamaya çalışan birilerini ibretle izliyoruz değil mi? Güya ‘derdimiz vallahi paralelle mücadele’ diyerek yola çıkan, bu kritik konudan takipçi devşiren bu nevi hesaplar son günlerde ellerindeki tüfekle rastgele sağa sola ateş açan acemi tetikçilere dönüştüler. Demezler mi adama: ‘Birader, tamam sıkıyorsun sıkmasına da, o ateş ettiğin adam senin yoldaşın.’
Eh, demiyorlarmış demek. Ya da zaten şöyle: O ateşi açan hödükler, zaten ateş ettikleri insanları hiç yoldaşları olarak görmemişler.
Adı sanı bilinmeyen, ‘sanallığın arsız iştihasıyla’ her türlü tezviratı yapan bu sosyal medya hesaplarına dün de güvenmiyordum, bugün de güvenmiyorum, bundan sonra da güvenmeye hiç mi hiç niyetim yok.
Bir başka ve çok önemli mesele daha var. O da şudur. Üçünü de tanıdığım, bildiğim kadarıyla Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan ve Mustafa Karaalioğlu ‘bugün ve burada elde ettikleri için’ oldukları yerde değillerdir. Üçü de, meselenin aslında ne olduğunu bilen, davacısı oldukları davayı ‘çekirdekten’ sahiplenmiş isimlerdir. Hatalarıyla sevaplarıyla, eksikleriyle fazlalarıyla bu üç isim de ‘mahallemizin’ abileridir. Ve mahallerimizin abilerine reva görülen bu ‘operasyon’, asla hak etmedikleri bir biçimde gerçekleştirilmiştir.
Dün tweetini attım. Bazıları bu operasyonun arkasında Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından Yiğit Bulut’un olduğunu iddia ediyor. İhtimal vermem, veremem. Çünkü Yiğit Bulut’un gücü mahallemizin abilerine yetmeye başladıysa bizim dükkânı kapatıp gitmemiz iktiza eder. Oysa bizim ne bir başka mahallemiz ne de açabilecek başka bir dükkânımız var. (Buradaki ‘dükkân açma’ kalıbının bir deyim olduğunu görmezden gelip ‘dükkân’ kelimesini başka yerlere çekmeye heveslenenler: Kalıpsızsınız ve hep öyle kalacaksınız.)
Gerçi benimki de laf. Belki de tüm bu olup bitenlerin altında tam da bu vardır: Birileri bizim bir yere gitmeyecek olmayışımıza fazla güveniyordur belki de. Doğru, biz bir yere gitmeyiz, ama mahallemize pislemeyi itiyat haline getirmiş birilerini mahallemizden dehleyecek gücü de her dem kendimizde buluruz evelallah...
Ne diyordu Friedrich Dürrenmatt: ‘Dayının, Yeni Şafak 20 yıldır senin geçmişte sövüp saydığın insanların hikâyesini muhafaza etmek için var. Dolayısıyla, bu hikâye sana acık zor gelir. Adres verirsen sana Kerime Nadir hikâyeleri göndertelim. Oradan başla işe.’