Politika

Selahattin Demirtaş: Çocukken hayalim astsubay olmaktı

'Üniversitede 5 kişi 'Grup Perişan'ı kurduk. Hakikaten perişandık. Mesela gitar çalan arkadaşın gitarı yoktu. Bir zengin arkadaşımıza babası gitar almıştı gidip onu kamulaştırdık'

08 Şubat 2015 19:06

HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, "Çocukken hayalim astsubay olmaktı. Halepçe katliamı bana Kürt olmanın ne demek olduğunu gösterdi" dedi. “Üniversite yıllarında çevresi tarafından ‘herkes dağa giderken sen okumaktan başka ne yaparsın?’ baskısıyla karşılaştığını” ifade eden Demirtaş, “1995’te dayanamayıp yaz tatilinde dağa gitmeye karar verdiğini ancak  kendisini dağa götürecek kuryeler yakalandığı için gidemediğini” söyledi.

Demirtaş, hayatının dönüm noktalarını, siyasete girişini, geleceğe yönelik hedeflerini Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya anlattı. İşte Sarıkaya’nın aktarımıyla Selahattin Demirtaş:

Suriçi’nde geçim sıkıntısı çektikleri dönemde dünyaya gelir Sadiye ile Tahir Demirtaş’ın ilk çocuğu Nurettin... İlk çocuk tecrübesizliğine rastlar, zatürreeye yakalanmaktan kurtulamaz. İkincisiyse bir yıl sonra 10 Nisan 1973’te doğar... 

Komşuları güzelliğini konuşur, bölgedeki inanışa göre “Güzel doğan çocuğa Eser adının verilmesinin âdetten olduğunu” hatırlatır. Sadiye Demirtaş’ın babası Mehmet Ali Kaya ise “Selahattin” adında ısrarcıdır. Erkek tarafı itiraz etmez, nüfus kâğıdına dedesinin dediği yazdırılırken, aile içinde de Eser diye seslenilir...

Zaten “Güzel doğan çocuğa iki isim verilirse ömrü uzun olur...” inanışı da bunda etkin olur. Çünkü Azrail, Eser için geldiğinde Selahattin; Selahattin için geldiğinde de Eser karşılayacaktır. Selahattin Demirtaş’a bu durumu anımsattığımda gülümsedi, “Biliyor musun, aile fertlerim bana Eser diye seslenir” dedi. Kendinden sonra 5 kardeş daha aileye katılır; Nurcan, Aygül, Süleyman, Şadiye ve Bahar... Ebeveynleri aralarında Zazaca konuşur, ancak çocuklarına öğretmekten kaçınır. Dört kardeş aynı ilkokulda okur; başarıları ortaokul ve lisede örnek gösterilir. 

 

‘Astsubay olmak isterdim’ 

 

Selahattin Demirtaş o günleri anlatırken müstehzi gülümsemeyi yüzüne kondurup bir anısını şöyle paylaştı: “Ortaokuldayken bir komşumuz astsubaydı, onların çocuklarıyla oynarken imrenirdim; astsubay olmak isterdim...” Çocuklar büyür, baba Tahir de işçi olarak girdiği Köy Hizmetleri’nde su tesisatçılığını öğrenir ve dükkân açar. 

 

Kürt kimliğiyle tanışma
 

Mart 1988’de Ali Emiri Lisesi’nin ikinci sınıfında okurken dışarıdan gelen sloganlarla öğrenciler camlara koşar. Demirtaş o günü, “Kürt kimliğimi öğrendiğim gündü” diye niteliyor ve ekliyor: “Öğretmenimiz, Saddam Hüseyin’in Halepçe’de Kürtleri katlettiğini anlattı. O gün Kürtlüğün ne demek olduğunu, Kürt olmanın ağır sorumluluğunu öğrendim. Kimliğimle tanıştım.” 

Yine de anne tavsiyesine uyar, eylemlerden uzak durur. Lise mezuniyeti için düzenlenecek eğlenceye öğrencilerin kullanabildikleri enstrümanlarını da getirmeleri istenir. En yakın arkadaşı Ulaş’ın bağlama çaldığını da o gün öğrenir. 

“Bağlamayı almak için birlikte Ulaş’ın evine gittik” diye söze girdi, saz çalma hırsının nasıl oluştuğunu da kahkahalar içinde anlattı:

“Asansörden inerken baktım tıngırdatıyor. O kıskançlıkla ertesi gün gidip saz aldım, kısa sürede öğrendim ve çalmaya başladım. Annem ve babamdan gizli Kürtçe müzik dinlerdim.” 

1990’da liseden mezun olduğu yıl ilk tercihlerini hukuk fakültelerinden yana yapar; sekizinci tercihi İzmir 9 Eylül Üniversitesi Denizcilik İşletmesi Bölümü’nü kazanır. Ağabeyi Nurettin de Muğla’da İşletme Fakültesi’nde okumaktadır. Ancak okuduğu bölümden hiç hoşnut kalmaz. 

 

Siyaset eşiğini geçtiği gün
 

Temmuz 1991’de tatil için gittiği Diyarbakır sokaklarında HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın kaçırılıp öldürülmesinin protestosuyla karşılaşır. Demirtaş, siyaset eşiğinden geçtiği tarihi bugüne işaretleyip anlattı: “Vedat Aydın’ın cenazesi bulunana kadar geçen 3 gün içinde duygusal yönden çok etkilendim. Cenazenin kaldırılacağı gündü. Meydana doğru yürüyen bir grup gencin arasına katıldım, birlikte yürümeye başladım. Polisler ellerinde kalaslarla gençleri kovalamaya başladı. Ben de onlarla kaçtım. Mardinkapı önüne geldiğimizde bu kez kalabalığın üzerine ateş açıldı, bilinen acı olaylar yaşandı. Hayatımın rotası o gün değişti, siyasal kimliğimle o gün tanıştım; başka bir insan oldum.”

 

Cezaevi günleri 
 

Üniversite için İzmir’e döndüğü günlerdir. Devletin gücüyle ilk karşılaşmasını da orada yaşar. PKK’nın gençlik örgütü olarak bilinen Yekitiya Civaka Kürdistan üyesi olmaktan, ağabeyi Nurettin Muğla’da, kendi de İzmir’de gözaltına alınır. “Emniyette bir hafta gözaltında sorgulandım, sonra bıraktılar ama Nurettin’i tutukladılar; 24 yıl hapse mahkûm ettiler” diye söze girdi, anlatmaya başladı: 

“Bir ayda toplanan para ortaya konur, giderler ayrılır, kalan denkleştirilip her ay Nurettin’i görmeye o paranın yettiği sayıda kişi giderdi. 8 kişi nasıl gitsin; elde kalan para ne kadarsa o kadar kişi işte. Annemin hazırladığı yollukla Diyarbakır’dan Nurettin’in yattığı Buca Cezaevi’ne 24 saat içinde gider gelirdik.”

“Bugün görüş yok” denildiği için dönüp geldikleri günleri de anımsadı. “Anneniz yolluk olarak kızarttığı tavuğu lavaşa sararmış; siz çok severmişsiniz. Sırf tavuğu yemek için gitmekte ısrar edermişsiniz” dedim. Duygusallaştı, gözleri doldu. Ümit Turpçu’nun bu anını görüntülüyor olmasına aldırmadı; ağlamak ile dik durmak arasındaki iç savaşında ikincisini tercih etti. 

Derin nefes alıp gülümsedi, “Bunları kim anlattı? Evet öyleydi...” dedi, gerisini getirdi: “Buca Cezaevi’nin karşısında küçük bir büfe vardı, ancak orada çay içecek kadar paramız kalırdı. O gün görüş iptal edilmezse içeri girer, kirli, buğulu çift camın ardından Nurettin’i görür, çapraz teller arasından sohbet ederdik. Bir annenin oğlunun kokusunu duyamaması ne demek...”

 

Çift camlardan ses gelmiyor türküsü  

 

Yaşadıkları acı bir olayı da aktardı: “Annem bir bileziğini ‘Senin çocuğunu bıraktırırım’ diyen yargı mensubuna kaptırmıştı. Nurettin’e paramız olmadığı için uzun süre avukat tutamadık. Bu kadar mı kimsesiz ve sahipsiz olur bir insan...” 

Bazen odasına kapanıp diğer odada oturan babasının çok sevdiği “Çift camlardan ses gelmiyor” türküsünü seslendirmiş. “Babamın türküyü dinlerken ağladığını bilirdim” dedi, hukuk okumaya da bu ortamın azmettirdiğini söyledi... Dediğini de yapmış Ankara Hukuk’u kazanmış, iki yıl sonra da iki kuzeni ve kardeşi Aysel kendisini takip etmiş. İlker semtinde bir ev bulmuşlar, anne öğüdünü tutmaya da devam etmişler; olaylara karışmak yerine kitap okuyup entelektüel tartışmaların içinde kalmayı yeğlemiş. Bunları anlatırken hafif doğruldu, Meclis’teki Genel Başkan odasının penceresinden görünen Dikmen Caddesi’ni işaret edip konuşmasını sürdürdü: 
 

Grup perişan... 


“O kadar yıl şu caddeden fakülteye gidip geldim, bir gün olsun Meclis’e dönüp bakmadım. Aklımın ucundan dahi geçmedi.” Konu bağlamadan açılınca müzik grubu kurdukları yılları anımsadı... 

İzmir’de okuduğu İnciraltı Yurdu’nda kaldıkları yıllarda Ahmet Kaya, Ferhat Tunç, Grup Yorum türküleri söylerken akıllarına bir fikir gelmiş. 

Sonradan avukatı olan Faruk Duran’ın da arasında bulunduğu bir kız 4 erkek ile müzik grubu oluşturmuşlar. Adını “Komabelangaz” yani “Grup Perişan” koymuşlar... Bir yandan gülüp diğer yandan anlatmayı sürdürdü: “Hakikaten perişandık. Mesela gitar çalan arkadaşın gitarı yoktu. Bir zengin arkadaşımıza babası gitar almıştı gidip onu kamulaştırdık. Profesyonel değildik; eylemler olurdu, arkadaş grupları toplanırdı, oralarda çalardık. Sonra dağıldık.”
 

‘Kuryeler yakalandı, dağa gidemedim’  

 

Üniversite yıllarında arkadaş baskısıyla da karşılaşır. “Herkes dağa giderken sen okumaktan başka ne yaparsın?” diyenler çoğalır. 1995’te dayanamayıp yaz tatilinde dağa gitmeye karar verir. 

Ancak öngörmediği bir gelişmeyle karşılaşır: “Dağa gitme konusunda çok bocaladım. Gitmemem de tamamen tesadüf. Tam gidecektim ki bizi dağa götürecek kuryeler yakalandığı için gidemedim. Hangi dağa gideceğimi, kime emanet edileceğimi de bilmiyordum. Bir yerlere emaneten gidecektim. Bir gün babamın dükkânına bakarken iki polis geldi. Yakalanan kuryelerin üzerinden ismim çıkmış. Beni dağda zannettikleri için babama ne zaman gittiğimi sormaya gelmişler. 

‘Selahattin Demirtaş’ı arıyoruz’ dediler. ‘Buyurun benim...’ dedim. Hemen dışarı çıktılar; kısa süre sonra dükkânın önünde yüzlerce polis vardı. 15 gün nezarette kaldım. Bana Selahattin’i soruyorlar, “Benim” deyince de inanmayıp tekrar sorguya alıyorlardı. Benim, ben olduğumu 15 günde ispat edebildim. Kurgusunu, hesabını, kitabını yaptığım bir serüven değildi...” 

 

Siyasi hayat 
 

Hukuk Fakültesi bitip avukatlık belgesini aldığında yaşadığı olumsuzlukların acısını başkalarının da çekmemesi için bir kuruş almadan siyasi tutukluların avukatlığını üstlenir. Başında Osman Baydemir’in bulunduğu İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ile ilişkisi de o tarihte başlar.

İHD, Silopi HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ile Yardımcısı Ebubekir Deniz’in karakolda kaybolması olayına bakmasını ister. 

Bütün uğraşlarına karşın izlerini bulamaz. Demirtaş, duygulu bir ifadeyle boşluğa baktı, “O dönem en cesur davranan Savcı İlhan Cihaner’di” dedi. 

Baydemir’in Belediye Başkanı olması üzerine İHD Şube Başkanlığı’nı üstlenir. 

Öncesinde hukukta okuduğu yıllarda çıktığı Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni bitirip öğretmen olan Başak Demirtaş ile 2002’de evlenir. 

İlk kızının adını Kürtçe’de “Değerli” anlamına gelen Delal koyar. Askerden döndükten sonra da 2006’da aynı fakültede okuduğu kuzeni Sedat Demirtaş ve kardeşi Aysel ile birlikte avukatlık bürosu açar. 

Evin geçiminiyse öğretmen maaşıyla Başak Demirtaş karşılar.
 

Milletvekilliği  

 

Aynı yıl, 33 yaşında DTP’den milletvekili adaylığı teklifi alır. Partinin başında da 12.5 yıl hapis yattıktan sonra 2004’te çıkan ağabeyi Nurettin Demirtaş vardır. Ailesi ve eşi sıcak bakmaz ancak Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin de telkiniyle adaylığı kabul eder. 

İçlerinde ticari zekâsı en iyi olan, küçüklüğünden beri sakız, toka satıp evin geçimine katkı veren, tekstil mühendisi küçük kardeşi Süleyman Demirtaş’a iş düşer. Demirtaş’ın yüzünde bu anda sevgi halesi oluştu, anlatmaya başladı:

“Süleyman küçükken tezgâh üstü mal satardı; mahallenin çocukları sataşıp eşyalarını yağmalayınca, ‘Tayınızı çağıracağım’, yani denginizi çağıracağım diye beni çağırırdı. Ben de gider onları barıştırırdım.” 

Seçim gezisini borçla aldıkları otomobil ve Süleyman Demirtaş’ın şoförlüğünde tamamlarlar. Sandığa gitmeye bir gün kala hamile olan eşi Başak Demirtaş rahatsızlanır. 

Doktorlar Ankara’ya götürmesini önerir. Eşini kardeşi Süleyman’a teslim eder, seçimin bittiği gün Ankara’dan kaygısını gideren haber gelir: “Tebrik ederim kızın doğdu...” 

22 Temmuz 2007 günü Demirtaş ikinci kızıyla birlikte milletvekilliğine de kavuşur. Bundan dolayı kızına Kürtçe “Yürekten gelen” anlamındaki Dılda adını koyar.
 

Cesur söylem  

 

Uzlaştırmacı kişiliğiyle Grup Başkanvekili olur. Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatacağını anladıkları 2010’da Gültan Kışanak ile Barış ve Demokrasi Partisi’nin Eş Genel Başkanlığı’nı üstlenir. KCK operasyonlarına karşı tavır koyar, “KCK buysa ben de genel başkanıyım” diyerek cesur çıkışlarda bulunur. 2006’da dile getirdiği, “Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ın rolünün değerlendirilmesi gerekir” sözü o tarihte bir daha anımsanır. 2011’de bu kez Hakkâri’den milletvekili seçilir. 2014’te partinin adı bir daha değişirken Figen Yüksekdağ’la HDP’nin Genel Başkanı sıfatını alır. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki performansı da yaşamının getirdiği sonuçtur.

 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız… 

İlgili Haberler