Dünya

Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor; CHP sosyal demokrat mı, sorunları ve imkânları ne, gündeminde ne olmalı?

"CHP, özellikle Ortanın Solu kimliğini öne çıkarttıktan sonra eşitlikçilikten yana olma anlayışını değiştirmedi"

16 Ekim 2021 00:00

Prof. Dr. Sencer Ayata ile geçen bölümlerde Almanya seçimleri üzerinden dünyada yeni bir sosyal demokrat dalga olasılığını, benzer dalgaların geçmişini, sosyal demokrasinin geçmişte ve günümüzdeki politikalarını ele aldık. Söyleşinin üçüncü ve son parçasında ise sosyal demokrasinin günümüzdeki durumunu biraz daha inceledikten sonra Türkiye’ye yoğunlaştık.

TIKLAYIN | 1. bölüm: Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor: Almanya seçimleri yeni bir sol dalgayı mı haber veriyor?
TIKLAYIN | 2. bölüm:
Prof. Dr. Sencer Ayata: 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar Latin Amerika’da solu, Türkiye’de ise AKP’yi iktidara taşıdı!

Türkiye’de sosyal demokrasi denildiği zaman akla Cumhuriyet Halk Partisi geliyor. Sencer Ayata da 1970’lerden itibaren CHP’de yer almış, üç dönem parti için milletvekilliği yapmış bir isim. Partiyi, politikaları ve geçirdiği dönüşümleri çok iyi tanıyor.

Kamuoyunda “CHP gerçekten sosyal demokrat bir parti mi?” sorusu uzun süredir tartışılıyor. Prof. Ayata, bu soruya önce sorularla cevap verdi: “Avrupa’da zaman içinde ve ülkeden ülkeye değişmeyen bir sosyal demokrasi çizgisi ve politikaları olduğu söylenebilir mi? Türkiye’nin başta sınıfsal, ekonomik, kültürel, siyasi koşulları İngiltere, Almanya ya da İsveç’le aynı mı?”

CHP’nin siyasi çizgisini “ortanın solu” olarak belirlemesinin üzerinden yaklaşık 50 yıl geçtiğini hatırlatan Ayata, “Kuşkusuz gerek söylem gerekse uygulamalar itibarıyla önemli kırılmalar, tutarsızlıklar, sapmalar oldu. Ama CHP bir sosyal demokrat/demokratik sol parti olma iddiasını elli-altmış yıl boyunca sürdürdü” değerlendirmesinde bulundu.

CHP, İyi Parti, Demokrat Parti ve Saadet Partisi’nden oluşan Millet İttifakı’nda görüş ve ideoloji farklılıkları olduğunu söyleyen Ayata, bu partileri aynı ittifak altında sağ-sol kimliklerinin değil, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir araya getirdiğini ifade etti. Ayata, “başkanlık sisteminin adeta zorunlu kıldığı seçim ittifaklarında yer alması bir siyasi partinin kimliğini değiştirmesini gerektirmez” diye konuştu. 

Ayata, “Otoriter popülizme karşı demokrasi mücadelesi veren sosyal demokrat partilerin de aralarındaki görüş ve deneyim paylaşımını artırmaları gerekiyor” çağrısında bulunurken, farklı ülkelerin sosyal demokrat partilerinin bu başlıkta CHP’den öğrenecek çok şeyleri olduğunu ifade etti. 

"Popülist sağ sürekli komplo teorisi üretiyor; toplumu korkutmaya çalışıyor"

Ayata'nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Geçen bölümde sol popülizmi konuştuk. Biraz sağ popülizmden bahsedebilir misiniz?

Son elli yıla damgasını vuran önemli sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değişikliklerden en çok sağ popülistler yararlanıyor. Sağ popülistler alt ve orta-alt gelir grubunun uğradığı gelir statü kaybından “elitleri” sorumlu tutuyorlar. Sol ya da sağ olsun ana akım partilerin “gerçek millete” sırtlarını dönerek elitlerin, göçmenlerin, Müslümanların yanında yer aldıklarını iddia ediyorlar. Ulusal birliğin bu yüzden aşındığını ve egemenliğin ulus üstü güçlerin eline geçtiğini söylüyorlar. Başlıca  siyasi stratejileri “gerçek milletle” “yozlaşmış elitleri” karşı karşıya getirmek. 

Zor sorunlara basit çözümler önermeleriyle biliniyorlar. Örneğin göç sorunu. Kale gibi kapat sınırları... İşsizlik sorunu... Gönder göçmenleri ülkelerine... Ekonomiyi düzeltmek... Dış güçleri (Avrupa Birliği, Çin vb.) defet. Sürekli komplo teorileri üretiyorlar. Güvenlik sorunlarını abartarak toplumu korkutmaya çalışıyorlar. Yabancı düşmanlığını kışkırtıyorlar. Kendilerinin milletin sesi olduğunu ve ülkenin sorunlarını ancak “güçlü adamın”, kendilerinin çözebileceğini iddia ediyorlar. 

The Economist'te 4 Ocak 2014'te yayımlanan, Peter Schrank imzalı 'Sağa Dönüş' başlıklı bir karikatür

İklim değişikliği özellikle Batı’da gençlerin ana önceliklerinden biri. Bu trend giderek de yükselecek gibi...

Günümüzde iklim değişikliği ve çevre koruması özellikle gelişmiş ülkelerde ve genç kuşaklar arasında dünyanın karşı karşıya bulunduğu en önemli sorun olarak görülüyor. İklim değişikliğine bağlı olarak gelişen afetlerin üzerinde önemle duruluyor. Küresel bir sorun olan iklim değişikliği ile ulusal düzeyde baş etmenin mümkün olmadığı vurgulanıyor. 

"Neo-liberalizm yıprandı, zayıfladı. Ama yerine ne konacak?"

Önemli sorunları konuştuk. Sosyal demokrat partiler bu sorunlara yönelik ne tür yeni yaklaşımlar ve politikalar geliştiriyor? Örneğin öncelikle üzerinde durduğunuz neo-liberal politikalar konusu... 

Malum sosyal demokrat partiler program partileri olarak bilinir. O kadar ayrıntılı program hedefleri geliştiriyorlar ki... Bunları ana hatlarıyla bile ortaya koymak bile söyleşinin sınırlarını çok aşar. O nedenle sorunların çözümüne yönelik temel bakış açıları üzerinde duralım. 

Bu konunun özü piyasa toplum ilişkisi. Neo-liberalizm yıprandı, zayıfladı. Ama yerine ne konacak? Devlet piyasa ilişkileri nasıl, ne ölçüde ve hangi yönde değiştirilecek? Neo-liberal politikalar ekonomide piyasanın rolünü alabildiğine genişletti. Kamu kesimi ve çıkarları aleyhine. Ne var ki küresel eşitsizliklerin artması, büyümenin yavaşlaması ve siyasi istikrarsızlığın yaygınlaşması piyasayı egemen kılan neo-liberal toplumsal düzeni sarsmaya başladı. Piyasa köktenciliğini eleştiren görüşler ve alternatif politika arayışları pandemi süreciyle  birlikte yaygınlık ve yoğunluk kazandı. Kamu sağlığı, eğitim, teknolojik altyapı, dijitalleşme vesaire... Bunların kamu harcamalarının artırılmasının kaçınılmaz hale geldiği sıkça vurgulanıyor. En büyük iki girişim Biden’ın devasa sosyal güvenlik ağı paketi, İyileştirme Planı. Ayrıca ekonominin canlandırılması için kamu kesiminin piyasaya daha fazla müdahale etmesi her ülkenin gündeminde. 

Bu kapsamda sosyal demokrat partiler belli başlı üç politika hedefini öne çıkartıyorlar. Birincisi, devasa boyutlara ulaşan yoksulluk ve eşitsizliği azaltmak için gerekli olan sosyal harcamaların artırılması…  İkincisi, devletin düzenleyici, bölüşümcü ve girişimci işlevlerine yeniden ağırlık verilmesi… Üçüncüsü, neo-liberalizme karşı toplumsal yararı ön plana çıkartan alternatif politikalar üretilmesi…

Kültürel kimlikler; çeşitlilik ve birlik, işçiler ve göçmenler 

Kültürel kimlikler üzerine bir okuma yapmanız mümkün mü? Göç, Batı’nın en önemli gündemlerinden biri...

Köklü sınıfsal ve yapısal dönüşümleri konuştuk. Buradan kaynaklanan çok önemli siyasi ve stratejik sorunlar var. Birincisi  endüstriyel işçi sınıfı küçülürken beyaz yakalıların hızla büyümesi. İkincisi, yerli ve göçmen işçilerin etnik/dini eksende  bölünmesi. 

Özellikle Avrupa’da sosyal demokratlar mavi yakalıları, beyaz yakalıları, yerli işçileri ve göçmen işçileri aynı siyasi çatı altında toplamakta zorlanıyor. Neden? Ekonominin bilgi yoğun sektörlerinde çalışan eğitim düzeyi görece yüksek orta sınıflar ifade özgürlüğü, yaşam kalitesi, dünyaya açılma, hoşgörü ve çeşitlilik gibi değerlere büyük önem veriyor. Buna karşılık geleneksel işçi sınıfı içinde yaygın bir kesim küreselleşmenin, göçün ve etnik çeşitlenmenin neden olduğu hızlı değişimden ve kendi durumlarının bu nedenlerle bozulmasından rahatsızlık duyuyor. Bu yüzden yalnızca göçmen işçilere değil kendilerinden uzaklaşan görece yüksek gelirli ve eğitimli beyaz yakalılara da tepkililer. Bu kesim ve eğitimli genç kuşaklar aslında sol partilere yaklaşıyor. Ama sosyal demokrasinin temel dayanağı olan mavi yakalı işçiler uzaklaşıyor. Her iki kesime birden seslenmeye çalışan sosyal demokratlar tarafları memnun edecek yeni söylemler geliştirme konusunda yetersiz kalıyorlar. Benzer bir gerilim yerli ve göçmen emekçiler arasında yaşanıyor. Göçmenler önemli oranda sosyal demokrat partileri desteklerken geleneksel işçi sınıfı içinde bir kesim popülist partilere yöneliyor. 

Sosyal demokratların geliştirmeye çalıştığı yeni söylemlerde kültürel tanınma talepleri konusuna eskisine göre çok daha önem verdiği açıkça görülüyor. Yine son dönemde küreselleşmenin kaybedenleri olarak görülen yerli işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını korumaya dönük vaatler ve projeler öne çıkıyor.  Daha önemlisi kültürel tanınma ve ekonomik çıkar taleplerini birlikte ele alan politikalar geliştiriliyor. Bu bağlamda çağımıza uygun yeni bir emek kavramı geliştirme çalışmaları göze çarpıyor. Yeni emek kavramı maddi olduğu kadar manevi doyum sağlayan, çalışanın emeğinin karşılığını aldığı, güvenceli, çevreyle uyumlu, sürdürülebilir bir çalışma düzeni öngörüyor. Çalışma hayatında insanların kültürel kimliklerine saygı gösterilmesi üzerinde önemle duruluyor. Yani yoksullaşmaya, ötekileştirilmeye, ayrımcılığa birlikte ve aynı kararlılıkla karşı çıkma yaklaşımı benimseniyor.

"Yeşiller ile sosyal demokratlar arasında büyük bir yakınlaşma var"

Sosyal demokratların iklim değişikliğine bakışı nasıl?

Sosyal demokratlar için iklim değişikliği, çevre korunması ve yeşil teknolojilere geçiş artık eşitsizlik ve yoksullukla mücadele kadar öncelikli bir konu haline gelmiş durumda. Yeşil Sözleşme'nin temel politika hedeflerini hayata geçirmeyi vadeden yeni parti programları hazırlıyorlar. Tüm sorunların sosyo-ekolojik açıdan ele alınması ve sürdürülebilir kalkınma programlarının uygulanması gerektiğini vurguluyorlar. Ve bunların hayata geçirilmesi konusunda tüm ülkelerin ikna edilmesini… İklim değişikliği konusunda Yeşiller ile sosyal demokratlar arasında büyük bir yakınlaşma var. Ama uzlaşmazlık konusu da. Yeşillerin genel eğilimi tüketimin kısıtlanmasından yana. Ama sosyal demokratların tarihi başarısı modern toplumun nimetlerinden çalışan çoğunluğu da yararlandırmak. Yani kütle tüketimi ve hayat standardının yükselmesi. Almanya’da devam eden koalisyon oluşturma sürecinin püf noktalarından birisi de bu.


Peki ya uluslararası ilişkiler? Sosyal demokratlar daha çok ‘tek taraflılık’ yanlısı mı yoksa ‘çok taraflılık’ yanlısı mı?

Dünyanın her yerinde sağ, sol, liberal, ılımlı muhafazakar vb. çok da fark etmeksizin her cenahta, küreselleşmeye de ulusallaşmaya hem olumlu hem de olumsuz bakanlar var. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, örneğin Latin Amerika solunda küreselleşme ve neo-liberalizm emperyalist bir olgu olarak algılanıyor. Yalnız ülke içindekiler değil ülkeler arasında var olan eşitsizliklere karşı da mücadele edilmesi ve hangi amaçla olursa olsun dış müdahalelere son verilmesi isteniyor. Ama bu amaçlara ulaşmak için ne tür stratejiler ve politikalar izlenmesi gerektiği konusunda önemli farklılıklar var. Belli başlı iki yaklaşımın öne çıktığını görüyoruz. Birinci yaklaşımda tam bağımsızlığı sağlamak için tüm uluslararası ittifaklardan uzak durulması öngörülüyor. İkincisinde ise çok kutuplu hale gelen günümüz dünyasında bağımsızlığın ancak Batı karşıtı ittifaklar oluşturarak ya da mevcut ittifaklara katılarak sağlanabileceği vurgulanıyor. 

Bu konuya ilişkin olarak Avrupa sosyal demokrat partiler şöyle bir tutum içerisinde. 21. Yüzyılın tüm önemli sorunlarına yönelik çözümlerin başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi çok taraflı uluslararası örgütlere katılarak sağlanacağı düşünülüyor. Çözümlerin Paris Anlaşması gibi çok taraflı uluslararası platformlara katılarak bulunabileceği görüşü öne çıkıyor. Sosyal demokrat partiler AB’yi ırk, din, ekonomik ve stratejik çıkarlar değil öncelikle insan hakları ve demokrasi olmak üzere değerler üzerinden tanımlamaya çalışıyor. Ülkeler arasında çok taraflı ilişkiler kurmadan ağırlaşan küresel rekabet koşulları ile baş etmelerinin mümkün olmayacağı vurgulanıyor. 

Bölünmeleri aşan bir genel çerçeveden söz edilebilir mi? Ortak değerlerden, hedeflerden, programlardan...

Demokrasi ile yönetilen ülkelerin çoğunda sosyal demokratlar farklı siyasi partiler arasında bölünmüş durumda. Ama bölünmeler, önemli ölçüde de yöntem ve strateji içerikli konulardan kaynaklanıyor. Buna karşılık bu partilerin, yeşiller, sol popülistler, sosyal liberaller, demokratik sosyalistler olsun, paylaştığı ortak amaçlar ve hedefler var. Zaten sol siyasi partiyi bütünüyle tek bir ideolojinin altında düşünmek mümkün de değil. Hepsinde bu unsurlar az ya da çok oranda mevcut. 

Zenginliğin daha eşit paylaşıldığı bir toplumsal düzen kurmak… Bireye refah ve tam güvence sağlayacak güçlü bir sosyal devlet yapısı oluşturmak… Kültürel ayrımcılığa ve dışlanmaya son vermek için geniş bir hoşgörü ortamı yaratmak ve çoğulcu demokrasi anlayışını yerleştirmek…. Piyasa köktenciliğini öne çıkartan neo-liberal ekonomi politikalarına karşı insanın ve toplumun ihtiyaçlarını esas alan yeni bir sosyal ekonomi modeli geliştirmek… Eğitim, bilim ve teknolojiyi öne çıkartarak bilgi ekonomisine geçişi hızlandırmak… İçinde bulunduğumuz yüzyılda tüm insanlığın en büyük sorunu haline gelen çevre bozulması ve iklim değişikliğine karşı sürdürülebilir kalkınma anlayışı temelinde eko-sosyal içerikli politikaları hayata geçirmek… Çok taraflı ilişkiler çerçevesinde uluslararası dayanışmayı, iş birliğini ve barış ortamını tesis etmek… 

Kuşkusuz, bu hedeflerin biri veya birkaçı başka siyasi görüşler ve partiler tarafından da savunuluyor olabilir. Ama hepsi birden, yani bir bütün olarak ele alındığında bu hedefler sepeti demokrasiyi benimseyen tüm sol partileri diğerlerinden, rakiplerinden ayırıyor. Liberal, muhafazakar, popülist vesaire. Aslında sol/sosyal demokratlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar bu hedefler bütününü içinde bulundukları toplumlara anlatmaya çalışıyorlar. Bunlar doğanın bir parçası olarak insanın özgürlüğünü, onurunu, mutluluğunu sağlayacak en doğru, gerçekçi ve ileriye yönelik düşünceler ve görüşler olarak kabul ediliyor.

"CHP bir sosyal demokrat parti olma iddiasını elli altmış yıl boyunca sürdürdü"

Türkiye’yi ele alacak olursak aklımıza ilk olarak CHP geliyor. Bu konuda eskiden beri tartışmalar oluyor. CHP sosyal demokrat bir parti mi?

Özellikle parti dışı soldan yöneltilen bir soru bu. CHP programları, politikaları, söylemleri ve eylemleriyle gerçek anlamda bir sosyal demokrat parti olabilmiş midir? Burada gerçek anlamdan kasıt Avrupa sosyal demokrasisi ise şunu söylemek mümkün. Tamam üç temel ilke yani özgürlük, dayanışma ve eşitlik konusunda bir ihtilaf yok. Ama Avrupa’da zaman içinde ve ülkeden ülkeye değişmeyen bir sosyal demokrasi çizgisi ve politikaları olduğu söylenebilir mi? İkincisi, Türkiye’nin başta sınıfsal, ekonomik, kültürel, siyasi koşulları İngiltere, Almanya ya da İsveç’le aynı mı? 

CHP siyasi çizgisini Ortanın Solu olarak belirleyeli yaklaşık elli yıl oldu. O günden bu yana güçlü ve tutarlı bir sosyal demokrat çizgi izledi mi? Kuşkusuz gerek söylem gerekse uygulamalar itibarıyla önemli kırılmalar, tutarsızlıklar, sapmalar oldu. Ama CHP bir sosyal demokrat/demokratik sol parti olma iddiasını elli altmış yıl boyunca sürdürdü. 

CHP'yi Ortanın Solu'na konumlandıran iki genel başkan: İsmet İnönü ve Bülent Ecevit, Ara Güler'in kamerasından

AKP döneminde aksini iddia etmek moda oldu ama yakın tarihinin ciddi bir incelemesi CHP’nin çok partili yaşam boyunca özgürlükçü demokrasiyi daima savunan bir parti olduğunu gösterir diye düşünüyorum. Temel hakların ve hukuk devletinin CHP’nin 1950’li yıllardan beri hep öne çıkardığı değerler olduğunu da söyleyebiliriz. Son dönemde ise katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi en çok savunan partilerden birisi. 

İkincisi, CHP, özellikle Ortanın Solu kimliğini öne çıkarttıktan sonra eşitlikçilikten yana olma anlayışını değiştirmedi. İşçilere ve çalışanlara en geniş hakları tanıyan yasal düzenlemeler 1960’lı yılların başında CHP tarafından kurulan koalisyon hükümetleri zamanında yapıldı. İki defa, birincisinde koalisyon ortağı, ikincisinde çok kısa süreyle iktidar olduğu 1970’li yıllarda kent yoksulları ve sendikalarla ilişkilerini yoğunlaştırdı. İşçilerin toplu pazarlık haklarını savundu. Tarımda yüksek taban fiyatları politikaları uyguladı. 1980 darbesiyle yasaklanan CHP’nin yerine kurulan partinin ismi zaten Sosyal Demokrat Halkçı Parti. Günümüzde CHP demokrasi mücadelesinin yanı sıra toplumdaki yoksulluk, ayrıştırma ve ötekileştirme sorunlarını en çok dile getiren partiler arasında. CHP’li belediye sık sık sosyal belediyecilik anlayışını esas aldıklarını belirtiyor. 

Parti içinde ve çevresinde sol, sosyal demokrasi konusunda farklı anlayışlar elbet vardır. Ama partinin programına, seçim bildirgelerine, hazırladığı önemli metinlere bakıldığında CHP’nin iki tanımlayıcı kimliğinden birisinin Cumhuriyetçilik diğerinin sosyal demokrasi olduğu açıkça görülüyor. En önemlisi araştırmalar bu kimliğin parti örgütlerinde ve seçmen tabanının bir önemli bir kesiminde benimsendiğini ortaya koyuyor. 

"Millet İttifakı’nı bir araya getiren temel bağ sol/sağ kimlikler değil özgürlük ve demokrasi mücadelesi"

Değerlendirmenizden yola çıkarak soruyorum; bu durum ittifaklarla bağdaşıyor mu?

Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi partiler arasında belirgin görüş ve ideoloji farklılıkları var. Ama yeni partileri de içine alma potansiyeli taşıyan Millet İttifakı’nı bir araya getiren temel bağ sol/sağ kimlikler değil özgürlük ve demokrasi mücadelesi. Bu nedenle başkanlık sisteminin adeta zorunlu kıldığı seçim ittifaklarında yer alması bir siyasi partinin kimliğini değiştirmesini gerektirmez. Siyasi partilerin başarısı birçok nedenin yanı sıra onu diğerlerinden ayrı kılan siyasi ve ideolojik görüşlerine bağlı. Bunların güçlülüğüne, zenginliğine, inandırıcılığına bağlı. İttifak içinde sosyal adaleti, sosyal devleti, çoğulculuğu, çevreciliği güçlü biçimde savunan bir sosyal demokrat partinin bulunması ittifakı eksiltecek değil tamamlayacak bir unsurdur. Temsil kapasitesini azaltacak değil artıracak, zayıflatacak değil güçlendirecek bir mevcudiyettir. 

Sosyal demokrasinin ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini, zaman içerisinde önemli değişikliklere uğradığını vurguladınız.   Bu Türkiye ve CHP için ne anlama geliyor? 

Avrupa’dan, Latin Amerika’dan ya da başka ülkelerden alınıp uygulamaya konulacak ve Türkiye’nin sorunlarını çözüverecek bir sosyal demokrat model ve program kuşkusuz yok. Türkiye tarihi, kültürü ve siyasi/toplumsal/ekonomik yapısı itibarıyla farklı özelliklere sahip bir ülke. Aslında her ülkenin içinde bulunduğu ortam ve koşullar da farklı. Ayrıca biliyoruz ki özgürlük, eşitlik ve dayanışma gibi bazı temel değerler ve ilkeler dışında  sosyal demokrat partilerin yaklaşımları ve politikaları dönemden döneme ve ülkeden ülkeye önemli büyük farklılıklar gösteriyor. Nitekim Ortanın Solu hareketinin önderleri de temel ilkeleri benimsemiş ama siyasi söylemlerinde Türkiye’nin farklı özelliklerini göz önünde bulundurarak hareket etmişlerdi. Yalnızca bir örnek. Gelişmiş Avrupa toplumlarında nüfusun ezici çoğunluğu işçileşmişken Türkiye’de çoğunluk tarımla geçinen çiftçilerdi. Ecevit konuşmalarında işçilere ve çiftçilere eşit ağırlık verdi.

Günümüzde farklılıklar önemini yitirmiş değil. Bazıları ise tamamen yeni. Örneğin, gelişmiş Avrupa ülkeleri bilgi toplumu hatta bilgi toplumunun ileri aşamalarına geçerken Türkiye tarım toplumu yapılarını, geleneklerini, zihniyetini sürdüren bir ülke. Yani henüz tam anlamıyla bir sanayi toplumu olduğu dahi söylenemez. Kişi başına geliri; nüfusun eğitim, refah düzeyi; siyasi kültürü; sosyo-ekonomik yapısı; devletin örgütlenmesi vb. bakımından Latin Amerika ülkeleri ile önemli benzerlikler gösterse de aralarında farklılıklar da var. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ama özellikle Avrupa ile aramızda bulunan önemli bir farkı hatırlayalım. 

Türkiye’nin en temel sorunu kuşkusuz rejimin otoriterleşmesi. Demokrasiden ve hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşması. Seküler kazanımların aşındırılması. Günümüzde CHP’nin çabaları öncelikle ülkede yaşanan demokrasi ve hukuk erozyonunu durdurma ve demokratik hukuk düzeninin yeniden inşa etme yönünde. Tabii diğer partilerle de birlikte. Oysa Avrupa’da iki sağ popülist rejim (Macaristan ve Polonya) dışında demokrasiye yönelik temel bir tehditten söz etmek zor. Kaldı ki Türkiye başta kadın erkek eşitliği, akılcı düşünce, çağdaş eğitim, bilime verilen önem gibi birçok önemli konuda sınırlı da olsa ettiği kazanımları kaybetmekte. Oysa Avrupa’da popülist sağ partiler bu değerlerle sert bir hesaplaşma ve çatışma içinde değil. Bu nedenle CHP demokrasi mücadelesiyle birlikte bu ve benzer konularda da hassasiyet gösterme durumunda. 

CHP ve dünya 

CHP’nin ve dünyadaki diğer sosyal demokrat partilerin birbirlerini yakından izlemesi kuşkusuz çok önemli. İçinde bulunduğumuz yüzyılda bir siyasi parti başarılı olmak için kendine özgün, yeni ve fark yaratıcı fikirler, görüşler ve politikalar geliştirme zorunda. Bu kapsamda yurt içi olduğu kadar yurt dışı kaynaklardan da yararlanmak gerekiyor. CHP’nin özellikle başvurması gereken bir kaynak sosyal demokrat partiler dünyası içinde cereyan eden zengin fikir, görüş ve siyasi deneyim paylaşımları. Burada değindiğimiz bazı konular Türkiye’ye uzak gibi görünebilir. Ama aslında pek de öyle değil…

Bunların başında kuşkusuz ekonomi politikaları geliyor. Salgın, sürekli siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sistemin işleyişindeki çarpıklıklar Türkiye’de geçim sıkıntısını, işsizliği, yoksulluğu taşınamaz boyutlara getirdi. Bu bağlamda en önemli konu kuşkusuz toplumsal yarar ve piyasa arasında kurulacak, toplum yararına kurulacak yeni dengeler kurulması. Kanımca 21. Yüzyıl koşullarında bir büyük ekonomi düşünürünün ekonomiyi düze çıkartacak bir teori ortaya atmasını ya da kurtuluş reçetesi olacak yeni bir manifesto yazılmasını beklemek hiç de gerçekçi görünmüyor. Değindiğim ortak hedeflere ulaşmaya yönelik olarak sosyal demokrat partiler dünyanın farklı yerlerinde yeni görüşler, politikalar geliştirmeye çalışıyorlar. Deneyimler ediniyorlar. Burada çok önemli bilgiler, esin kaynakları ve öneriler mevcut. Neo-liberalizmin yol açtığı aşırı  eşitsizliklere ve sağ popülizme karşı elde edilen kazanımların adım adım ilerlemesi ve tüm dünyaya yayılması önemli olan. Özellikle bu nedenle CHP’nin kendisiyle en yakın görüşlere sahip olan diğer sosyal demokrat partilerle düşünce ve deneyimleri paylaşma konusunda daha çok ilgi ve çaba göstermesinde küçümsenmeyecek yarar olur diye düşünüyorum.

"Türkiye bir bakıma Avrupa’dan çok Latin Amerika ülkelerine benziyor..."

Üzerinde durduğunuz bir başka önemli konu da yeni sınıfsal oluşumlardı... 

Bu konuyu çok daha ayrıntılı ele almak gerekir ama kapsayıcılık iddiasında olmadan aklıma gelen birkaç noktayı özetlemeye çalışayım. Türkiye bir bakıma Avrupa’dan çok Latin Amerika ülkelerine benziyor. Çünkü orada da, Türkiye’de olduğu gibi çiftçilerin, esnaf ve zanaatkarların, kayıt dışı çalışan ücretlilerin, ev kadınlarının, genç kuşağın, düşük vasıflı işgücünün nüfus içindeki payları yüksek. Ama özellikle Pembe Dalga döneminde Latin Amerika’nın sol partileri bu emekçi kesimlerden CHP’ye kıyasla daha yüksek oranda oy almayı başarmıştı. 

Batı Avrupa ülkeleri ile de ilginç bir benzerlik var. Yüksek eğitimli beyaz yakalılar, kendi hesabına çalışan profesyoneller, teknisyenler, öğrenciler ve hatta yüksek vasıflı mavi yakalı işçiler diğer toplum kesimlerine göre CHP’ye daha yüksek oranda destek veriyor. Avrupa sosyal demokrat partilerinin de seçmen tabanlarının giderek bu kesimlere kaydığını görmüştük. Ama ne ilginçtir ki Türkiye’de bu önemli kazanım neredeyse CHP’nin kusuru gibi gösteriliyor. Oysa Avrupa sosyal demokrat partileri artık nüfusun çoğunluğunu oluşturan bu yeni, dinamik, yüksek eğitimli ve bilgi yoğun kesimleri kazanıyor olmaktan çok memnun. Onların sorunu geçmişte en önemli seçmen tabanını oluşturan işçilerin oylarını yeniden kazanmak. Aynı şekilde CHP’nin sorunu da düşük eğitimli, düşük gelirli ve özellikle kayıt dışı çalışan emekçilerden daha çok oy almak. Dolayısıyla değişen sosyal sınıf tabanı ile oy verme davranışı arasındaki bu çok yönlü ilişkileri de karşılaştırmalı olarak değerlendirmek lazım. 

CHP’nin gözünden kültürel kimlik politikalarına bakışı değerlendirebilir misiniz?

CHP çoğulcu demokrasiye verdiği önem kapsamında başta kadınlar, Aleviler, Kürtler, Romanların taleplerini ve sorunlarını seslendirmeye çalışıyor. Ama siyasi iktidar tıpkı dünyanın diğer yerlerindeki sağ popülistler gibi toplumdaki şoven, ataerkil, tutucu yaklaşımları çoğulcu demokrasi anlayışının karşısına çıkartıyor. 

“Birlik içinde çeşitlilik” ideali sosyal demokratlar arasında bir ilke olarak genel kabul görüyor. Ama bu ideali ete kemiğe büründürme düşünüldüğü kadar kolay olmuyor. Dünyanın her yerinde sosyal demokratlar “ne kadar çok kültürlülük ne kadar ortak değerler” sorusuna yanıt aramaya devam ediyor. Özellikle uluslararası göçmenler konusunda CHP’nin bu alanda yapılan tartışmaları ve gerçekleştirilen uygulamaları çok yakından izlemesinin yararları kuşkusuz çok ama çok önemli. 

Peki AKP’yi sağ popülizmin yükselişinin sembol örneklerinden biri sayabilir miyiz?

AKP iktidarı sağ popülist otoriterliğin dünyadaki önde gelen örneklerinden biri olarak gösteriliyor. AKP iktidarını diğer otoriter popülist iktidarlardan ayıran tarihi, siyasi, ideolojik, kültürel ve toplumsal özellikler elbet var. Ama bilhassa son on yıllık dönemde AKP ile diğer otoriter popülist iktidarlar arasındaki benzerlikler daha da çok konuşulur olmaya başlandı. 21. Yüzyılın otoriter rejimleri artık birbirlerinin görüş ve deneyimlerini paylaşmaya daha çok önem veriyorlar. Birbirlerinden daha çok öğreniyorlar. Bu nedenle otoriter popülizme karşı demokrasi mücadelesi veren sosyal demokrat partilerin de aralarındaki görüş ve deneyim paylaşımını artırmaları gerekiyor. Aslında otoriter sağ popülizmin özellikleri ve bu tür rejimlere karşı verilen demokratik mücadeleler konusunda CHP’nin diğer sosyal demokratlardan öğreneceklerinden çok onlara anlatacakları var. 

Kuşkusuz bunlara başta ülkenin değişen dünya ile ilişkileri, iklim değişikliği, teknoloji politikaları olmak üzere birçok önemli konuyu eklemek lazım. CHP’nin sosyal demokrasi ailesi içinde  tüm bu alanlara cereyan eden tartışmalar içerisinde aktif olarak yer alması Türkiye için yeni bir gelecek vizyonu oluşturma yönündeki arayışlarına kuşkusuz çok önemli katkılar sağlayacaktır.

Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan

Pandemi sonrası dünya | Prof. Sencer Ayata: Ufukta, gücünü bilimden alan uzman otoritesinin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir aydınlanma görünüyor

Yoksulluk ve Eşitsizlik | Prof. Sencer Ayata: Sokak hareketlerinin ortak noktası eşitsizlik; kaynama noktası ise yoksulluk, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirme

Gençlik 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: Z kuşağı türdeş mi, ‘medya tekeli’ nasıl kırılıyor, Y kuşağından sonra Z kuşağı da AKP’den uzaklaşıyor mu?

Gençlik 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Genç kesimde modernlik ve laiklik, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçti; muhafazakâr alanda İslamcılık gerilerken milliyetçilik öne çıkıyor

İttifaklar 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: ‘Yeni anayasa’ manevrası ne sonuçlar üretebilir; partilerin ittifaklar içindeki durumları ne, CHP otoriterleşmeye karşı neden kritik bir önem taşıyor?

İttifaklar 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Oy kaybı yaşayan MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden esnek davranabilir; CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında geleceği temsil eden ve hızlı büyüyen nüfus öne çıkıyor

Kutuplaşma 1. parça |Prof. Sencer Ayata: Muhafazakâr mahalle ile mahallenin çocukları arasında giderek belirginleşen bir fay hattı oluşuyor

Kutuplaşma 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Başkanlık anayasası iktidara dışlayıcı otoriterlik, muhalefete çoğulculuk, Türkiye'ye ise sertleşen kutuplaşma getirdi

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 1. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor: Almanya seçimleri yeni bir sol dalgayı mı haber veriyor?

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 2. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata: 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar Latin Amerika’da solu, Türkiye’de ise AKP’yi iktidara taşıdı!