19 Haziran 2016 11:43
İzmir'de gönüllü olarak gittiği köy okulunda 22 yıldır görev yapan okul müdürünün kız öğrencileri istismar ettiğini ortaya çıkaran Saadet Öğretmen, "Kimse bu çocukların davasını üstlenmek, gereken cezayı vermek için harekete geçmek istemedi! Herkes durumu idare etmenin peşindeydi. 'Alışın Saadet Hanım, erkek çocuklarına bile yapılıyor, kızlara yapılmış çok mu!' diyen bile oldu bana. Böyle bir ülke olduk" diye konuştu.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Saadet Öğretmen, "Eğer bu ülkede kanun, adalet varsa, hak ettiği cezayı almalı. Onun seri bir cinsi sapık olduğuna inanıyorum. O köyde eminim daha pek çok şey anlatacak kadın var, sadece bu 6 çocukla sınır değil, 22 yıl orada gücünü kötüye kullanmış birinden söz ediyoruz. Sadece bu minik çocuklar kahramanlık yaptı" dedi.
Ayşe Arman'ın Saadet Öğretmen'le yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:
Sizi tanıyalım...
-İsmim Saadet. Öğretmenim ben, eğitimciyim. Daha önce resmi bir kurumdaydım, sonra “Öğretmenliğe dönmek, mesleğimi yapmak istiyorum!” dedim.
Ne okudunuz?
-Okul öncesi eğitim öğretmenliği. Aynı zamanda halkla ilişkiler. Ama öğretmenlik hep daha ağır bastı. Hayalim de bir köy okulunda öğretmenlik yapmaktı...
Neden?
-Çünkü köy çocukların parlayan gözlerine ve o tertemiz enerjilerine bayılıyorum. Sadece biz onlara bir şeyler öğretmiyoruz, çok daha fazlasını onlara bize öğretiyor. “Köy öğretmeni olmak istiyorum” dediğimde, herkes bana, “Deli misin!” dedi, “Sen Çalıkuşu musun? Her sabah kilometrelerce yol gideceksin, üç kuruş para için değer mi?” Oysa ben özellikle daha az imkânı olan bir yere gitmek istedim. Başvurdum. Hiçbir öğretmenin tercih etmediği, yolu çok uzak olan bir köyden söz ettiler. Otobüsle bile ulaşım yok. İzmir gibi yerde böyle bir köyün olması tuhafıma gitti. “Gidip görmek istiyorum!” dedim.
Evinize kaç km. uzaklıktaydı?
-40. Barajın eteğinde bir köy. O gün çok heyecanlıydım, sanki üniversiteden yeni mezun olmuş gibi hissediyordum. Ben 38 yaşındayım, sanki o an 20’li yaşlarıma dönmüştüm.
Köyü gördüğünüz anda ne hissettiniz?
-Görür görmez sevdim! Yemyeşil, şahane bir yerdi. Ve işte o yeşilliğin ortasında, küçücük, kutu gibi bir okul gördüm. Yolunda kavak ağaçları... Tuvaleti dışarıdaydı. Yaşadığım yerlere benzemiyordu. Çocuklar etrafımı sarıp “Öğretmenim!” dediklerinde, gözlerindeki o ışıltı inanılmazdı. Vuruldum köyün ve öğrencilerin güzelliğine! O sırada köy öğretmenini gördüm. Müdür Bey. Geldi tanıttı kendini. Son derece babacan görünüyordu.
Kaç yıl oradaymış?
-“22 yıldan beri bu köydeyim!” dedi. O kadar etkileyici cümleler kullandı ki, ona inanılmaz gıpta ettim. Hayranlıkla baktım. “Ne kadar iyi bir insan, ne kadar idealist biri!” dedim. Ve göreve başladım. O köyün bir parçası da ben oldum. Benim de bir parçam oldu köy ve o güzelim minikler. Fakat zaman içinde okul müdürüyle ilgili tuhaflıklar fark etmeye başladım...
Ne gibi?
-Benim yanımda çocuklarla çok iyiydi ama dersteyken camdan dışarı baktığımda onlara çok sert davrandığını görüyordum. O melek adam gitmiş, sanki yerine başka biri gelmişti. Sonra bir gün çocuklara bağırırken denk geldim, “Ya hocam!” dedim, “Yapmayın! Bunlar çocuk. Biz, onlara güzel örnek olalım. Bizden güzel hisler alsınlar!” “Siz bilmezsiniz bu çocukları!” dedi. “Bunların anaları babaları da böyleydi! Bunlar, bu dilden anlar!” İçinde farklı bir adam yaşadığını düşünmeye başladım.
Sonra peki?
-Sonra birtakım başka şeylerden de şüphelendim. Çocukları müdür odasına kapattığını, kız çocuklarını lojmanına çağırdığını fark ettim. Bir keresinde sınıfta iki kız çocuğu yoktu. Büyükçe olanlardan. 4. sınıftan. Dediler ki, “Evine götürdü!” Ben de eve doğru yürümeye başladım. Bir baktım, çocuklar kafaları önde geliyorlar. “Çocuklar, n’apıyorsunuz, nereden geliyorsunuz?” dedim. Onlar daha cevap veremeden, koşarak arkalarından geldi müdür ve “Kapının önünü süpürttürüyordum!” dedi. Ama çocukların yüzü kıpkırmızıydı. Dedim ki, “Hocam, çocuklara kapının önünü falan süpürtemezsiniz, çağırın bir kadın, temizletin! Bunlar öğrenci, uygun bir şey değil yaptığınız!”
Herhangi bir şeyden şüphelendiniz mi?
-İtiraf ediyorum, hep tuhaflık hissettim. Çocukların yüzlerindeki ifadeler bana normal gelmedi. Eşime anlattım, “Senin hisleri kuvvetlidir ama bir kötülük olsaydı, 20 senede kokusu çıkardı bunun!” dedi. Bir arkadaşıma anlattım, “Yok ya, olamaz!” dedi. Herkes bana “Yanılıyorsun” deyince şefkat duygusuyla, diğer duyguyu karıştırmış olabilir miyim diye kendimle çelişkiye düştüm. Hatta bu tür şeyler düşünebildiğim için kendimden utandım. Birinci dönem bitti, ikincisi başladı... O müdür odasının kapısı hâlâ kilitleniyordu. Küçücük bir odaydı, ne zaman kapıyı çalsam, açılması zaman alıyordu. Açıldığında da çocuklar sağa sola bakıyorlardı. Bir terslik olduğunu hissediyordum ama ne olduğunu çözemiyordum. Çocukların bir şeylerden korktuğunu da gördüm. Hep yakınlaşmaya çalıştım, drama dersleri yaptık, sınıfın duvarlarını kumaşla kapladık, renkli minderler diktim, onlarla oyun oynadım.
Sonra?
-Sonra taktım ya kafaya, müdür odasının kilidini bozmaya karar verdim. “Burada ne oluyorsa ortaya çıksın!” dedim. Gerçekten de müdür dersteyken o topuzlu kapının kilidini bozdum. Müdürün çocukları odaya aldığı bir saatte, elimde bir tahta kalemi, “Kalemim bitmiş, sizde yedek var mı?” diye odaya daldım. Bunlar 7-8 ve 9 yaşında çocuklar. Girdiğimde çocukları göremedim ama müdürün yüzü ter içindeydi. Karşısında beni görünce telaşlandı, ne yapacağını şaşırdı. Sonra bir eğildim, masanın altında 4 çocuk. Ürkmüş gözlerini gördüm. “N’apıyorsunuz orada?” dedim. Müdür, “Oyun oynuyorlar!” dedi. “Bu nasıl bir oyun! Çıkın oradan!” dedim. “Çok edepsiz bunlar!” dedi. “Ne oyunu söyler misiniz?” dedim. Çocuklar da dedi ki, “Bu, gıdıklama oyunu, müdürümüzü gıdıklama oyunu!” Ben o zaman anladım ama anlamamazlığa vurdum, “Çocuklar hadi parka!” dedim. Müdüre de dedim ki, “Hocam, böyle oyun oynamayın çocuklarla!” ve çıktım gittim.
Adam kendini mi gıdıklatıyormuş...
-Oyun dediği o iğrençliğe böyle bir isim takmış! Parkta çocuklara dedim ki, “Bana bu gıdıklama oyununu n’olur öğretin, ben de merak ediyorum!” Anlatmaya başladılar, “Müdür, kasıklarını gıdıklatıyor, bacaklarını gıdıklatıyor, bizim göğüslerimizi ve bacaklarımızı da gıdıklıyor!” Çocuklara dedim ki, “Böyle bir oyun artık yok! Bu, doğru bir oyun değil!” “Peki oynamak istemediğimizde, o ‘ille de oynayacağım’ dediğinde ne diyeceğiz?” “Bana yollayacaksınız!” dedim. “Sen çok mu güçlüsün öğretmenim?” dediler. “Evet” dedim. “Evet doğru, sen araba kullanıyorsun!” dediler. O kadar saftılar. Artık iyice emindim çocukların cinsel istismara uğradığına ama nasıl kanıtlayacağımı bilemiyordum.
Ne boyutta bir cinsel istismardan söz ediyoruz?
-Bence boyutu bizim tahmin edebileceğimizden çok daha büyüktü! Bir gün bütün çocukları topladım: “Televizyonda birçok olay duyuyoruz. Bir iyi sevmek var, bir de kötü sevmek var. İyi sevmek, annemizin başımızı okşaması, babamızın bizi sevmesi, bize sarılması. Bu, bize güven verir. Bir de kötü sevmek var. Biri, bizim bikiniyle kapalı olan yerlerimize dokunuyorsa, ‘Bunu kimseye söyleme! Bu aramızda sır kalsın!’ diyorsa, tehdit ediyorsa, o, bizi kötü seviyor. Böyle bir şey varsa annelerimize, annelerimiz susuyorsa, öğretmenlerimize söylememiz lazım!” Ben böyle söyleyince bir sessizlik oldu. Çocuklar önce bir şey anlatmadı. Ama sonra biri yanıma geldi, o benim küçük kahramanım ve dedi ki, “Öğretmenim, beni kötü seven biri var! Sadece beni değil, sınıftan başkalarını da kötü seviyor! Biz çok fazlayız!” “Kim bunu yapan?” dedim. “Müdür” dedi. “Ne yapıyor çocuğum?” dedim. “Bizim çamaşırlarımızı indiriyor. Sonra sizin bize anlattığınız kötü şeyleri yapıyor!” Size burada anlatamayacağım kadar fena şeylerdi anlattıkları. Şok yaşadım! 7 yaşında bir çocuğun asla bilemeyeceği, bilmemesi gereken şeyler. Derken diğer kızları da çağırdık. Hepsi, birer birer anlatmaya başladı. Hepsinin anlattıkları başlı başına rezaletti. Taciz de var, tecavüz de var, bin bir türlü pislik. Dedim ki, “Bana anlattıklarınızı doktor ve polis teyzelere anlatın. N’olur doğruyu söyleyin. Hep sizin yanınızda olacağım.” “Bizi kurtaracaksın değil mi?” dediler, “Evet” dedim, “Eğer o odada olanları birilerine söylersek, çukur kazıp hepimizi oraya gömecekmiş!” dedi. Ben de onlara, “Hiç kimse size öyle bir şey yapamaz!” dedim.
Sonra ne yaptınız?
-Önce Kaymakam Bey’i aradım, izindeydi. Milli Eğitim’e haber vermeyi düşündüm ama sonra vazgeçtim. Kurum her şeyden önemli ya, olayın üstünü kapatmaya çalışırlar diye. Nitekim haklıymışım, öğrendiklerinde ört bas etmeye çalıştılar. El kadar çocuklar, yok böyle insanlık dışı bir şey! Bir tanesi diyordu ki “Beni kedi gibi eğiyor, arkamdan bir şeyler yapıyor, ben korkudan altıma işiyordum!” 7 buçuk yaşında. Olabilir mi böyle bir rezalet...
Söz konusu olan 6 çocuk mu?
-Şikâyetçi olan 6 çocuk. Annelerden birini çağırdım, anlattım. Dedim ki, “Bu adam seri bir cinsi sapık. Cezalandırılması gerekiyor. Baktım anne ağlıyor, “Burada biz kaderimizle baş başayız!” diyor. “Hayır!” dedim, “Ne kaderi! Bu yaptığı suç. O, bir sapık. Üstelik mesleğini kötüye kullanıyor!” O kadar çaresizdi ki anne, anladım ki, o da, bu adamın talebesi olmuş zamanında. Hep en aciz ailelerin çocuklarını seçmiş, hiçbiri de ses çıkaramamış. Çocuklara, o müdür odasında porno da izletiyormuş. Sonra da çocukların ifadelerinden öğrendik. Ve masaya eğip, filmde gördüklerini yapmalarını istiyormuş. Çocuklardan birisinin babası, “Ben çocuğumu kurtaramadım!” diye kahrından böcek ilacı içip, intihar etmeye kalktı. Neyse ki son anda kurtarıldı. Ben de kızdım, “Kızın için ayakta durmak zorundasın!” dedim. Fakat öyle bir yoksulluk ve garibanlık söz konusu ki, maydanoz toplayarak hayatlarını kazanan insanlar, 50 lirayı biriktiremiyorlar, onlar için büyük çok para, böyle bir yokluktan söz ediyoruz. Bu arada müdürün iğrençlikleri bitmiyordu...
Ne gibi?
-Köye kargoyla cinsel güç arttırıcı ilaç getirtiyormuş. Gerçekten ben de tanık oluyordum o kargolara. Ama içinden ne çıktığını bilmiyordum tabii. Çocuklar diyordu ki, “O mavi haplardan içiyordu!” Sonra bir şeyler sürüyormuş filan. Gerisini anlatmak istemiyorum, kusasım geliyor.
Aileleri savcılığa gitmeye nasıl ikna ettiniz?
-Ben onlara, müdürü savcılığa gidip şikâyet edeceğimi söyledim. Ettim de. Sonra sivil ekipler geldi, çocukların ifadeleri alındı. Her şeyi anlatmışlar. Benim bildiğimden çok daha fazlası ortaya çıktı. Müdürün odasında porno CD’ler çıktı. İki kız kardeş anlattı. Küçük olanı dedi ki, “İkimizi lojmana götürüyordu. Ablamı odaya alıyordu. Bana çizgi film açıyordu. Ablam bir saat sonra odadan ağlayarak çıkıyordu!”
Peki bu adam ceza almadı mı?
-Aldı ama sadece tacizden... Ve bu haksızlık! O küçücük çocuklara, onların yoksul ailelerine karşı büyük haksızlık. Böyle bir sistem var Türkiye’de, eğer nüfuzlu değilsen, arkan sağlam değilse, sana yapılan haksızlık gürültüye gidebiliyor. Şimdi dava yeniden açılıyor, o zaman görecekler ki, başka şeyler de var. Çocukların hepsi dinlenmemiş. Milli Eğitim hiç bir şekilde müdahil olmamış. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmadı. Kafalarını kuma gömdüler. O zamanki Milli Eğitim Müdürüne gittiğimde, ettiği laf, “Keşke olayı bize söyleseydin, hocayı emekli ederdik!” oldu. Kimse bu çocukların davasını üstlenmek, gereken cezayı vermek için harekete geçmek istemedi! Herkes durumu idare etmenin peşindeydi. “Alışın Saadet Hanım, erkek çocuklarına bile yapılıyor, kızlara yapılmış çok mu!” diyen bile oldu bana. Böyle bir ülke olduk! Resmen kafayı yedim. Ve bırakmadım davayı. Ailelerle birlikte koşuyordum. Tabii süreç çok yıpratıcıydı, çocukları ve ailelerin çaresizliği bana çok dokundu. Sonunda sinir uçları iltihabı oldum. Ama yine de çocuklara güç verdim, “Bu kâbus geçecek. Göreceksiniz cezasını alacak. Ben sizi hiç yalnız bırakmayacağım!” (Ağlamaya başlıyor) Fakat sonra daha fena bir şey oldu...
Ne oldu?
-Bir sabah arabamla mıcırlı bir yolda giderken kaza yaptım ve 4 takla attım. Ölümden döndüm. O arabadan nasıl sağ çıktım bilmiyor kimse. Omurgam kırıldı. Yoğun bakım filan derken, bir sene yatalak oldum. Hayatla bağlantım koptu. Dolayısıyla söz verdiğim gibi o 6 küçük kızımın davasıyla uğraşamadım. (Ağlıyor) İstemeden onları yalnız bırakmış oldum. Avukat tutamadılar. Onlara tayin edilmiş avukatlara ulaşamadılar. O arada 5 kere mahkeme heyetinin başkanı değişti. Oysa ilk başkan, “Bu dava, benim bugüne kadar bu ülkede tanık olduğum en büyük taciz davası!” demişti. Fakat sonra nedense sadece bir buçuk sene ceza aldı. Bir süre içeride yattı ve sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı...
Kazadan sonrasına dönelim... Bir sene sonra toparladınız mı kendinizi?
-Evet. Kızlarım beni ziyarete geldi, “Öğretmenim, sensiz sahipsiz kaldık!” dediler. Bu çok içime battı. Sanki onların bir suçu varmış gibi, hayatları kesintiye uğradı, perişan oldular. Oysa onların suçu yok. Bir ahlaksız adam var ortada, o cezalandırılmalı! Kötüler, arada bir de olsa cezalandırılsın, nedir bu ülkede yaşadığımız bu felaket! Sonra kendimi toparladım. Ve yeniden her yere başvurmaya başladım. Yazdım, çizdim, mail attım, olan biteni duyurmaya çalıştım. Ama bir türlü sesimi duyuramadım. Sonra Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye ulaştım. Size anlattığım gibi, ona da her şeyi anlattım. O beni İzmir Barosu’nun Kadın Hakları Komisyonu’ndan arayacaklarını söyledi, gerçekten de avukatlar aradılar. Alsancak’taki baroya gittim, onların Kadın Çocuk Komisyonu toplantısına katıldım ve bu durumu anlattım. Sonra hep birlikte köye, çocukların yanına gittik. Orada 10 tane avukatı bir arada görünce çocuklar nasıl mutlu oldular anlatamam. Yalnız olmadıklarını anladılar. Anneleri-babaları da mutluydu. Çocukların hepsi etrafımı sardı, elimi tuttu. Olduğu gibi her şeyi avukatlara da anlattılar...
Peki davanın bu aşamasında siz ne istiyorsunuz?
-Eğer bu ülkede kanun, adalet varsa, hak ettiği cezayı almalı. Onun seri bir cinsi sapık olduğuna inanıyorum. O köyde eminim daha pek çok şey anlatacak kadın var, sadece bu 6 çocukla sınır değil, 22 yıl orada gücünü kötüye kullanmış birinden söz ediyoruz. Sadece bu minik çocuklar kahramanlık yaptı. Onlar benim gözümde masal kahramanı gibiler, masaldaki kötü karakteri yakalattılar. Onların tek bir dileği var, bu adamın hak ettiği cezayı alması. O zaman huzur bulacaklar, normal bir hayat yaşayacaklar. Bir pedofil o. Gücünü, mesleğini sapıklığına alet eden biri. Şu ana kadar cezası tacizden verildi, hayır efendim gerisi var, vakada tecavüz de var...
Hürriyet'te yayımlanan söyleşinin tamamını okumak için tıklayın
© Tüm hakları saklıdır.