09 Eylül 2020 08:12
Güncelleme: 09 Eylül 2020 19:16
Libya'da hayatını kaybeden MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için tutuklu bulunan Oda TV Genel Yayın yönetmeni Barış Pehlivan, OdaTV muhabiri Hülya Kılınç ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ile ilk duruşmada tahliye edilen OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Yeni Yaşam gazetesi yöneticileri Ferhat Çelik ve Aydın Keser bugün ikinci kez hâkim karşısına çıktı. Mahkeme heyeti, gazetecilerin 'Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yaralarına İlişkin Bilgileri Açıklamak' suçundan beraatlerine karar verdi. Buna karşın mahkeme, 'istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek' suçundan, gazeteciler Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç'ın 3 yıl 9 ay, Murat Ağırel, Ferhat Çelik ve Aydın Keser'in 4 yıl 8 ay 7 gün hapis cezasına karar verdi. Mahkeme, tutuklu kaldıkları süreyi göz önünde bulundurarak tutuklu tüm gazetecilerin tahliyesine hükmetti. Ayrıca Pehlivan, Kılınç ve Ağırel'in yurt dışına çıkışları yasaklandı.
Libya'da hayatını kaybeden MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için tutuklu bulunan Oda TV Genel Yayın yönetmeni Barış Pehlivan, OdaTV muhabiri Hülya Kılınç ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ile ilk duruşmada tahliye edilen OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Yeni Yaşam gazetesi yöneticileri Ferhat Çelik ve Aydın Keser bugün ikinci kez hâkim karşısına çıktı. Duruşma öncesi mütalaasını açıklayan savcı, sanıklar hakkında 19 yıla kadar hapis cezası istedi.
TIKLAYIN - Savcı, MİT davasında gazeteciler hakkında 19 yıla kadar hapis cezası istedi
Duruşma öncesi mütalaasını açıklayan savcı, tek bir haber nedeniyle gazetecilerin iki farklı suçtan cezalandırılmalarını istedi. Savcı, tüm sanıkların "Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama" suçundan 5'er yıldan 10'ar yıla ve "İstihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek" suçundan da 3'er yıldan 9'ar yıla kadar olmak üzere toplam 8'er yıldan 19'ar yıla kadar hapislerini talep etti. Tutuklu bulunan Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutukluluk hallerinin devam etmesini isteyen savcı, yurt dışında olan Erk Acarer'in de dosyasının ayrılmasını talep etti.
TIKLAYIN - Barış Terkoğlu'nun savunmasının tam metni
TIKLAYIN - Barış Pehlivan'ın savunmasının tam metni
TIKLAYIN - Murat Ağırel'in savunmasının tam metni
Duruşma öncesinde milletvekilleri, gazeteciler ve sanıkların yakınları Çağlayan Adliyesi'nin önünde basın açıklaması için bir araya geldi. Açıklamayı okuyan ilk duruşmada tahliye edilen gazeteci Barış Terkoğlu, "Biz bu adliyenin önünde kaçıncı kez toplandığımızı bilmiyoruz. Kaçıncı kez adalet çığlığı attığımızı hatırlamıyoruz. Kaçıncı kez yasalar aracı kılınarak rehin alınmış gazetecilerin fotoğrafını taşıdığımızı sayamıyoruz" ifadelerini kullandı.
"Şikâyet için söylemiyoruz. Gazetecileri sudan sebeplerle tutuklayan zihniyet ne kadar sıradan ise biz de o kadar kararlıyız. Bunu anlatıyoruz. Bu kez hapisteki üç gazeteci arkadaşımızın dışarıdaki sesi olmak için buradayız" diyen Terkoğlu açıklamaya şu şekilde devam etti:
"Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç 6 aydır Silivri Cezaevi'nde tutuklu. Elbette sebebi onların ellerini kollarını bağlamak için bahane edilmiş bir haber. Bu öyle bir haber ki Cumhurbaşkanı milyonlarca insana açıkladığı halde "devlet sırrı" oldu! Bu öyle bir haber ki bir köy muhtarından eski silah arkadaşlarına kadar binlerce kişi paylaştığı halde "ilk kez ifşa olmuş" oldu!
Bu öyle bir haber ki MİT Başkanı "Teşkilat Başkanı" diye çelenk gönderdiği halde "fark edilmez" oldu! Bu öyle bir haber ki yüzlerce insanın eliyle kaldırılan bir cenazeyi anlattığı halde "saklı" oldu! Bu öyle bir haber ki cenazeye katılan protokolün verdiği poza rağmen "gizli çekim" oldu! Bu öyle bir haber ki Millet Meclisi'nde bir milletvekili tarafından açıklandığı halde "görünmez" oldu!
Biliyoruz, gazetecileri tutuklamak için senaryo yazanlar, herkesin gözü önünde verdikleri röportajlara bile manalar yükleyerek suç üretenler, kendi iddianamelerine bile inanmıyor. Biliyoruz, cezaevine giren arkadaşımızı yumruklayanlar, salgın şartlarında onları hapiste tutanlar, 6 aydır tecrit işkencesiyle teslim almaya çalışanlar ülkemizde yolsuzluklar, hukuksuzluklar, istismarlar bir daha yazılmasın istiyor.
Birazdan duruşma salonuna gireceğiz. Bilekleri kelepçelenerek sanık sandalyesine oturtulan gazetecilerin yargılayanları yargılamalarını izleyeceğiz.
Karar ne olursa olsun, yıllardır başka başka ellerin sergilediği bu filmin sonunu görebiliyoruz. Emin olun, gazetecileri kurdukları kumpaslarla, tezgahlarla susturmaya çalışan bu zihniyetin sonu kendilerinden öncekiler gibi olacak. Ama adımız ne olursa olsun, biz onların ortaya çıkmasını istemediklerini yazmaya devam edeceğiz. Dün, bugün, yarın"
Duruşmayı CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, CHP Milletvekilleri Sera Kadıgil, Mahmut Tanal, Sibel Özdemir, Sezgin Tanrıkulu, Ünal Demirtaş, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun da aralarında bulunduğu çok sayıda siyasetçi, avukat ve milletvekili takip ediyor.
Duruşmanın başlamasıyla dün mütaalasını mahkemeye sunan savcı, tüm sanıkların cezalandırılmasını, Kılınç, Pehlivan ile Ağıerl'in tutukluluk halinin devamını ve Erk Acarer'in dosyasının ayrılmasını istedi.
Mütalaanın okunmasının ardından savunmasına başlayan Hülya Kılınç, "Mahkemeniz huzurunda vermiş olduğum savunmayı tekrar ediyorum. Benim yaptığım iş sadece gazeteciliktir. Şehidin Manisa'da resmi törensiz defnedilmesini haber yaptım. Haberde yayınlanan fotoğrafta MİT personelinin olduğunu bilmiyordum. Bilmem de mümkün değildir" ifadelerini kullandı. Kılınç savunmasına şu şekilde devam etti:
"Herhangi bir iz, emare de bulunmamaktadır haberde. Yaptığım gazetecilik faaliyeti gizli, gizemli gibi yansıtılmıştır. Bu fotoğraflar gizlice çekilmemiştir. Akhisar Belediyesi'nden temin edilmiştir. Bu fotoğrafları haber değeri taşıdığı için kullandım. Bu fotoğrafa bakarak karede MİT personeli olduğunu anlamam mümkün değildir. Ben cenazeyi taşıyan köylülerin fotoğrafı diye kullandım. Bu fotoğrafta MİT personeli var diye ifşa eden ben değilim, savcılıktır. Teşkilat Başkanı yazılı çelenk de benim haberimden önce sosyal medyada yer almıştır ve haber değeri vardır. 20 yıllık gazeteciyim, daha önce defalarca şehit cenazesi haberi yaptım. Haberde özenli ve dikkatli bir dil kullandım. Deşifre amacım olsaydı başka bir haber hazırlardım. Ben yalnızca gazetecilik yapmak için haberi hazırladım. Suç teşkil eden bir fiilim yoktur. Mahkemenizden tutukluluğumun kaldırılmasını ve beraatimi talep ediyorum."
Kılınç'ın ardından Barış Pehlivan savunmasına başladı. Pehlivan'ın savunması şu şekilde:
Sayın Başkan, değerli üyeler dün akşam televizyonda Hababam Sınıfı vardı. Ne acı. Hababam'ın ünlü yazarı Rıfat Ilgaz, Sınıf kitabının mimli yazarı olarak yan koğuşumdaydı. Sabah oldu. Koğuştan çıkınca bir ses duydum. "Benim bu memlekete ihanet etmeme imkân yoktur" diyordu. Sabahattin Ali belli ki savunmasına hazırlanıyordu. Uzaktan Nâzım Hikmet'i ve Orhan Kemal'i gördüm. Cezaevinin dokuma atölyesine gidiyorlardı. Kadınlar koğuşunun yanından geçtim. Sevgi Soysal sabah sayımı sonrası avluda şarkı söylüyordu. Cezaevi aracına bindim. Bir yayıncı içinde dövülüyordu. Adı İlhan Erdost'tu. Gördüm, arabasının içinde kurşunlandı Abdi İpekçi. Meşale elden eleydi ya…
O cinayeti işleyenlerin peşini bırakmayan bir "Sakıncalı Piyade" vardı. "Atatürkçüyüm, öyleyse vurun" derdi. Uğur Mumcu'ydu. Şehrin içinden geçti cezaevi aracı. Küçücük penceresinden izledim; bu ülkeye sevdalı bir gazeteci yerde yatıyordu. Hrant Dink'ti adı.
Girdik sonunda adliyenin eksi 7'nci katına. Aşağısı spor salonu gibiydi. Oracıkta boynunda fotoğraf makinesiyle bir genç adam vardı, Metin Göktepe idi o. Yukarı çıkmaya başladık. Davalar görülüyordu salonlarda. Savcıların kendilerinden emin seslerini duydum. Ne var ki, onların bugün söylediklerini, ben yıllar önce Necip Hablemitoğlu'ndan okumuştum. Sonra koridorda, askerlerin arasında İlhan Selçuk'la karşılaştım. İşkenceyi akrostişle yazmıştı ifadesinde.
Ve şimdi… Siz de duyuyorsunuzdur; yandaki duruşma salonunda Aziz Nesin darbecilere karşı Aydınlar Dilekçesi'ni savunuyor. Sayın Heyet hayal mi bu anlattıklarım? Adını andığım tüm isimlerin bugün mezarda olması, anlattıkları gerçeğin de gömülü olduğu anlamına mı gelir? Kuşkusuz hayır!
Birgün hepimiz olmayacağız ama onların uğrunda bedel ödedikleri harfler yaşayacak. O halde… Onları görerek geldiğim bu davada, hiç sevilmiyor diye de gerçeği aramaktan vaz mı geçeyim? Farkındayım, benden bunu isteyenler var. Ama, hayır!
Altında ezilmektense, gerçekleri sırtlamaya devam edeceğim. Bu yüzden başlıyorum.
Somut gerçeği 5 maddede özetlemeliyim:
1- Şehit cenazesi haberi yayınlayarak suç işlediğim söyleniyor. Biz, Libya'ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya'da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini/ fotoğraflarını/ memleketlerini/ mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini... Sırasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, Milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.
Özetle; şehit MİT mensubuna dair fotoğraflar ve bilgiler, Odatv'den çok önce açıklandı, yayınlandı ve yayıldı. Yani bizim yayınladığımız haberde şehit MİT mensubuna dair bize özel hiçbir yeni olgu yok.
2- Bu gerçeğe rağmen biz hem şehidin ailesini hem de MİT Kanunu'nu düşünerek ekstra bir hassasiyet gösterdik. Ve daha önce ifşa olmasına rağmen, şehidin soyismini, ailesinin isimleri ile soyisimlerini, cenazenin kaldırıldığı köyün adını yayınlamadık.
3- İddia makamı da bu yadsınamaz gerçeğin farkında olarak, bizi asıl şehit cenazesinden bir kareyle suçladı. Gizli çekilmediği ortaya çıkan, şehidin tabutunun taşınma karesinde MİT mensuplarının da olduğunu iddia ettiler. Ve biz, ilgili bir adet fotoğrafta MİT mensubu olduğu iddiasını ilk kez iddianameden öğrendik.
Yani ifşayı savcılar yaptı. Ki Odatv'nin haberinde o fotoğrafta kaymakam, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşların olduğu yazıyordu. Sözün özü, yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz.
4- Kaldı ki savcılar kaleme aldıkları iddianamede, MİT mensubu olduğunu bilmeden yapılan paylaşımları akladı. İddia makamının kendi oluşturduğu bu suçsuzluk karinesini ve kıstasını kullanıp net olarak söyleyebiliriz ki; Odatv'nin yayınladığı tabut taşıma karesinde de bir suç olmadığı tartışmasız bir gerçektir.
5- Nihayetinde basit denklem şu: Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı bu haber yapılmayacaktı. Diğer MİT mensubunun cenaze haberinin Odatv'de olmaması da bunun kanıtı. Bu ayrıca, savcıların iddia ettiğinin aksine bizim MİT mensubu ifşa etmek gibi bir planımız ve kastımız olmadığının da delilidir. Sadece gazetecilik saikiyle hareket ettik.
Pehlivan'ın ardından savunmasını yapan Murat Ağırel şunları söyledi:
"Sayın Başkan, Sayın Heyet; "İnsanları adalet cezalandırıyor" inancının, "insanlar insanları cezalandırıyor" inancına dönüştüğü, ismi yüz yıl önce hürriyet isteyen ve sonucunda kapıları "mim" harfi ile işaretlenen zabitler gibi, yani "mimlenen" bir gazeteci olarak; yaşadığım adaletsizliği, hukuksuzluğu adalet ve hukuk ile savunmak için yeniden huzurunuzda bulunuyorum. Elime aldım iddianameyi, pardon mütalaayı, arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım.
Bütün hakkımdaki suçlamanın sadece bir kelimeye indirgendiği bir yerde tekrardan mütalaanın içinde böyle bir şeyin yer almasını anlamıyorum. Sputnik'te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı. Savcılık mütalaasında da aynısı yer alıyor. Ben bunları yaşadım. Ergenekon davasında da yaşadım. Biz bunları adaletle aşacağız. Siyasi gücün mahkeme salonlarına girmeseni engelleyerek yapacağız bunu.
Modern hukuk siteminde ise herhangi birine suç isnat edildiğinde, suçu kanıtlamak yargının görevidir. Yargı, elindeki yasal olanaklarla, suçladığı kişiyle ilgili bütün kanıtları ortaya koymalıdır. Ceza yargılamasında suçu kanıtlama sorumluluğu doğrudan doğruya yargıya aittir. Yurttaşa " sen suçsuz olduğunu kanıtla" diyemezsiniz. Denirse, bu, temel hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi altına imza koyduğumuz uluslararası antlaşmalara da ters düşer. Yani müddei, iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Bu davada da hakkımdaki suçlamaların ispat yükümlülüğü iddia makamındadır. Savcılık makamının mahkemenize sunduğu iddianame de bu yükümlülüğün belgesidir.
İlk celsede yaptığım savunmamda; önemli, önemsiz hiçbir şeyi saklayıp gizlemeden, değiştirmeden gerçekleri tane tane anlattım, belgeleri de heyetinize sundum. Savunmamda mesleğimin gazetecilik olduğunu, mesleğimi toplumsal adalet için kullandığımı, birileri gibi gizli ajandalarla hareket etmediğimi, hatta bu mesleği toplumun sesi olmak için seçtiğimi size anlatmaya çalıştım. Benim arkamda herhangi bir güç yoktur. Söz konusu tweeti bana attıran veya attırabilecek kimse de yoktur. O tweeti bana attıran duygu, bu vatana olan sevgimdir.
Özellikle burada kendimi değil gazeteciliği savundum. Her koşulda da savunmaya devam edeceğim. Ben gazeteciyim! Ama bana bugün gazetecilik dışında hangi mesleği yapmak istersin diye sorsalar; herhalde "bu davanın savcısı" olmak isterim derdim. Bakın savcılık demiyorum. Bugün, burada huzurunuzda yargılandığım "davanın savcısı" olmak istiyorum derdim.
Ben bunun siyasi bir dava olduğunu düşünüyorum. Eğer hukuki bir dava olsaydı ilk duruşmada kovuşturmaya yer vermeden hepimizi gönderirdi. İlk celsede de anlattım benim amacım ifşa değildir, sadece şehidimiz yad ettim bütün amacım budur.
Geçtiğimiz aylarda AKP Medya İletişim Başkan Yardımcısı Emre Cemil Ayvalı, katıldığı bir programda bir itirafta bulundu. "Biz, Kemalistler ile Fethullahçıları birbiri ile çarpıştırdık" dedi. O çarpıştırma dediği kumpas davaları oluyor. O davalarda Türk Ordusunun şerefli subayları, gazeteciler, yazarlar yargılandı hapsedildi. Murat Özenalp, Cem Aziz Çakmak, Kuddusi Okkır, Ali Tatar, Kaşif Kozinoğlu, Emcet Olcaytu, Türkan Saylan, İlhan Selçuk o günlerde hayatlarını kaybettiler. O davalarda ben de yargılandım.
Soruyorum şimdi Sayın Başkan. Acaba şimdi kiminle kimler çarpıştırılıyor ki, biz yine böylesi bir davada yargılanıyoruz? Yine "düşmanımın düşmanı dostumdur" diyerek bir uzlaşma sonucu mu tutuklandık? Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve ben FETÖ ile mücadele eden, kumpas davalarında yargılanmış ve yeni 15 Temmuzlar olmasın diye çalışan, yazan ve anlatan kişileriz.
Şu anda yaşadığımız dava süreci ve yöntemler Kumpas davaları ile aynı demiştim. Biz yine neyin bedelini ödüyoruz? Bu soruların cevabını kim verecek?
Ağırel'in ardından ilk duruşmada tahliye edilen gazeteci Barış Terkoğlu savunmasına başladı. Terkoğlu şunları söyledi:
"Sayın Başkan, Sayın Üyeler, biliyorum, hakkımda karar vereceksiniz. Beni doğrudan ilgilendirse de affedin ama merak etmiyorum. Hatta sonucu yine beni ilgilendirse de önemsemiyorum. Çünkü seçilmiş sanıklar için yaratılmış böyle davaların bir özelliği var. Daha soruşturma bile açılmadan hakkınızda hüküm veriyorlar. Gözaltına bile alınmadan cezanız kesiliyor. Savcılar iddianame hazırlamak için gösterecekleri çabayı yandaşlarına evrak sızdırmaya harcadıkları için, duruşmaya çıkmadan iddia tüketiliyor. Haberlerin savcı bilgisayarında mı yoksa iddianamelerin bazı gazetelerde mi yazıldığını bilmediğimiz bu davada, özür dilerim ama hüküm anına bir şey bırakmadılar. Öte yandan insan kendisine verilmiş ömrü kendi eylemleriyle dolduruyorsa asıl olan kendi yazdığı hükümdür.
Sayın Hakimler 3 ay önce tahliye kararım okunduğunda bu salonu üzüntüyle terk ettim. Zira ardımda bıraktığım adaletsizlik, önümde açılan kapılara sevinmeme engel oluyordu. Çalışma arkadaşım Barış Pehlivan vedalaşırken, "Sen buraya geri dönmeyeceksin ben çıkacağım ona göre" diye beni uyardı. Tekrar içeri girmedim ama 3 ay içinde yargının kimi unsurlarıyla yine karşı karşıya geldik.
Mutlaka okumuşsunuzdur. Yıllardır devlet protokolünde gördüğümüz, önemli kişilerin önünde eğildiği, elini öptüğü bir tarikat şeyhi 12 yaşında bir çocuğu istismar etmişti. Günlerce olayın izini sürdük. Şeyh öyle güçlüydü ki insanlar yaşadıklarını anlatmaya çekiniyordu. İstismar edilen çocuğun aynı tarikatın müridi olan babası jandarmanın önünde kemikleri kırılıncaya kadar dövülmüştü. Trajedi yaşayan aile tehdit ediliyordu. Bir ses çıkarmak gerekiyordu. Haber yaptık, çığlık oldu. Bütün ülke duydu. Hakkımızda yine soruşturma açıldı ama biz "Doğru yaptık, iyi ki yaptık" dedik."
Sayın Hakimler, yıllardır halkımızın dini duygularını sömüren, insanları dini kullanarak peşinden sürükleyen bir şeyh büyük bir günah işliyor. Fakat Tanrı'dan korkmuyor. Yıllardır kamu görevlilerinin en yakınında olan bir şarlatan büyük bir suç işliyor. Fakat yargıdan korkmuyor. Buna karşın her türlü hakareti ettiği Odatv'den korkuyor.
Ben huzurluyum. "Çok şükür" diye iç geçiriyorum. "Gazetecilik budur" diyorum. Otoritelerle savaşmadan, yerleşik olanla kavga etmeden, güç sahiplerini karşınıza almadan çürümüş dallara baltayı vuramazsınız. Emin olun; sözün, harfin, kelimenin yayını her gerdiğinizde size "Uslu dur" diyen bir savcı karşınıza çıkıyor. Bugün yargılandığımız dava da bir uslandırma davasıdır. Benim için bu nedenle de hükümsüzdür.
Kendim için değil, ülkem için, adalet için tek dileğim; kararınız başından sonuna suç olan bu soruşturmanın, bu iddianamenin, bu davanın, bu mütalaanın devamı olmasın. Bırakın bu suç, bu kağıttan kuleyi kuranların üstüne devrilsin.
Terkoğlu'nun savunmasının ardından 10 dakika ara verildi. Duurşmanın tekrar başlamasıyla tutuksuz yargılanan gazeteci Ferhat Çelik savunmasını yaptı. Çelik'in savunması şu şekilde:
"İlk duruşmada savunmamı etraflıca verdiğim için iddia makamının mütalaasına cevaben bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim. Biz tam 7 aydır casus değil de gazeteci olduğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz.
Tutuklandığımız günleri biraz hatırlatmayı önemli buluyorum. İdlib'de müttefik denilen Rusya'nın havadan bombalaması sonucu 33 Türk askeri yaşamını yitirmişti. İnanılmaz militarist bir söylem tutturulmuş, bu koroya katılmayan veya eleştiren medya organları ise açık hedef haline getirilmişti. Tüm bu etkilerle birlikte masa başında acemice üretilen ve nereden tutarsanız tutun elinizde kalacak olan bir suçlamalar silsilesiyle itham edildik.
Defaatle vurguladığımız gibi ne bu haberden istihbari bir suç oluşturulabilir ne de Yeni Yaşam gazetesinden casusluk faaliyeti çıkar.
Önceki duruşmada da söylemiştim. Biz Yeni Yaşam gazetesi olarak bu haberi Yeni Çağ gazetesi ve yazarlarından alan T24 internet sitesinden derleyip kullandık. Yani iddia edildiği gibi bu haber ilk kez Yeni Yaşam gazetesinde çıkmadı. Haberin içinde zaten hangi kaynaklardan temin edildiği açıkça yazılıyor. Kaldı ki internet yoluyla ya da başka bir şekilde kamuoyuna açıklanan bir bilginin daha sonra yazılı basında yer alması özel bir suç oluşturamaz.
Yayıncılıkta oldukça sıradan kabul edebileceğimiz bir faaliyettir bu. Senin ulaşamadığın bilgilere başka gazeteciler ulaşabilir, sen de gündemden geri kalmamak adına kaynak göstererek bu haberlere sayfanda veya internet sitende yer verebilirsin.
Savcılık bizden önceki yayın organlarını es geçip doğrudan Yeni Yaşam gazetesinin ifşa suçunu işlediğini ileri sürüyor. Tabi ki bizim yaptığımız gibi diğer yayın organlarının yaptığı gazeteciliktir. Bu gözle olaya yaklaşılması daha doğru olur.
Her şeyi bir kenara bırakıp, bu haberin ilk kez bizde yayınlandığı savı üzerinden gidelim. Peki haberlerimizin neresinde yaşamını yitirenlerin MİT mensubu olduğu yazıyor? Adı geçen personellerin önlerine eklenen sıfatlar, açık biçimde bu kişilerin asker olduğu varsayımına dayanıyor.
MİT Kanunu'nda buna dair çok açık bir tanımlama var. Kanun diyor ki; Bir MİT personelinin kimlik bilgilerinin veya fotoğrafının bu niteliğini bilmeksizin veya eylemlerine yansıtmaksızın yayımlanması, yayılması veya açıklanması suç oluşturmayacaktır.
Bu madde tam da bizim gazetemizde yayınlanan haberin durumunu özetliyor. Evet Libya'da birileri yaşamını yitirdi. Ve ülkenin en tepesindeki isim olan Cumhurbaşkanı kendi ağzıyla ilk kez bunu duyurdu. Bununla birlikte bir çok kesimden açıklamalar geldi. Genel kanı yaşamını yitirenlerin ordu mensubu askerler olduğu yönündeydi. Biz de gazete olarak bu iddiaları haberleştirdik. Hiçbir biçimde MİT personelini ifşa etmek gibi bir kastımız yoktu.
Kaldı ki mütalaada da iddianamedekine benzer bir yorumda bulunulmuştur. Bu yorum da tıpkı MİT Kanunu'ndaki ifade gibi biz Yeni Yaşam gazetesindeki haberimizin lehinedir. Mütalaadaki ifade aynen şöyle: "… Sanık (Murat Ağırel) tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmiş ise de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır…"
Yine mütalaada bu haberin – ki kendileri buna eylem demekte – "MİT faaliyetlerinin ve mensuplarının bir plan dahilinde koordineli şekilde deşifre edilmesi, MİT'in görev ve faaliyetleri kapsamında devletin gizli kalması gereken bilgilerinin açıklanması, yayınlanması, yayılması ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa edilerek MİT mensuplarının hem kişisel hem de ailelerinin can güvenliklerinin tehlikeye atılması eylemidir" yorumu yapmaktadır.
Ancak böylesi önemli bir organizasyon iddiası ortaya atılırken bir delil bile sunulamamaktadır. Oysa biz Yeni Yaşam gazetesi olarak bu haberin yayınlandığı dönemde bırakın başka yayın organlarıyla irtibata geçip organize ve planlı bir faaliyetin içine girmeyi, kendi yayın toplantımızda dahi bu haber gündemimize girmemiştir.
Bu kadar "büyük bir suç" işleyeceğiz ve MİT, Emniyet iki hafta sonra farkına varıp hakkımızda suç duyurusunda bulunacak. Kokteyl bir dosya oluşturulup toptan cezalandırılmak isteniyor, vahim bir suç işleyen organize bir yapıymışız gibi lanse ediliyoruz
Ülke demokrasisinin zaten ayaklar altında olduğu, yandaş olmayanın ezilmek istendiği, bir avuç muhalif medyanın davalar, kapatma veya para cezaları gibi aygıtlarla susturulmak istendiği bir dönemi yaşıyoruz. En çok tutuklu gazeteci bizde. Yasaların kişilere göre değil, herkese adil ve eşit biçimde uygulanmasını istiyoruz.
Katliam çağrıları yapan, taciz tecavüzü meşrulaştıran, ötekileştirici bir dil kullanan, ırkçılık ve mezhepçilik yapan, açıkça küfür ve hakaret eden medya organlarına hoşgörü gösterilecek, ancak muhalif ve eleştirel yayıncılık yapanlar, bizim örneğimizde olduğu gibi eften püften gerekçelerle ezilmek istenecek.
Bu yöntemin bize vereceği zarar minimumdur. Ancak gelecek için oldukça karamsar olan tabloya yeni karalar çalmaktadır. Özgür basın, eleştirel yayıncılık bu ülkenin olmazsa olmazıdır. Bu damarlar kesildiği anda toplumun nefes alma kanalları da kesilmiş olur. Üstüne üstlük tüm toplum körü körüne uçuruma doğru sürüklenmiş olur.
Günlerce konuşsak da söyleyeceklerimiz hep birbirinin tekrarı olacak. İki satır haber üzerinden 19 yıla kadar hapsimiz isteniyor. Bu bile başlı başına içine düştüğümüz durumun vahametini özetlemeye yeter de artar. Bu yüzden savunmamı daha fazla uzatmak istemiyorum.
Beraatımı talep ediyorum. Şayet heyet olarak kararı başka bir celseye bırakacaksanız şehir dışına çıkma yasağı tedbirinin kaldırılmasını talep ediyorum. Mesleğim gereği birçok kente gitmem gerekiyor, ancak bu yasak seyahat etmeme engel olmaktadır."
Gazeteci Aydın Keser'in avukatı, Keser'in Covid-19 testinin pozitif çıkan biriyle temaslı olması nedeniyle karantinada olduğunu beyan etti.
CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi Eren Ekinci SEGBİS ile bağlandığı savunmasında şunları söyledi: "Hülya Kılınç dışında kimse tanımıyorum. Kasten suç işleme gibi bir düşüncem kesinlikle yoktur. Böyle bir düşüncem olsa fotoğrafları Whatsapp üzerinden değil, başka bir yolla gönderirdim.
O gün belediye başkanı ve milletvekilimiz ile cenazeye katıldık. Herkesin gözü önünde çektim, gizli çekim yapmadım. Görevim gereği fotoğraf video ister gazeteciler benden. Ben de gönderirim kullanmak isterlerse değerlendirirler.
Odatv ile hiçbir bağlantım yoktu. Tanık Muhtar Cemali Merter ile aynı konumdayım o tanık ama ben sanığım. Beraatimi talep ediliyorum"
Gazetecilerin savunmaları sonrası avukatların savunmalarına geçildi. Aydın Keser ve Ferhat Çelik'in avukatları beraat talep ettikten sonra mahkemeye 45 dakika ara verildi. Aranın ardından söz alan Barış Pehlivan'ın avukatı Hüseyin Ersöz şunları söyledi:
"Burada konuşan bütün sanıklar malumun ilanını söylediler. Ne suçun ne de suçun olmadığı bir davada verilebilecek kararın beraat olduğunu düşünmekteyiz. Tabi ki bu davanının kamuoyunda bir adlandırılışı var. Bu yüzden sizin vereceğiniz karar insanların haber alma hakları açısından bir kriter olacak. Müvekkilimin özgürlüğünün kendisine iadesini ve beraati talep ediyorum"
Barış Pehlivan'ın avukatı Emre Özmen: "Yamalı bohçaya dönmüş olan üç imzalı bir iddianameye ve iddinameden kopyalanmış bir mütalaa ile karşı karşıyayız. 3 Mart tarihinde Odatv'de yer alan haberde şehidin adı anası babasının adı soyadı zaten birçok internet sitesinde yer aldı. Kısa bir Google taramasıyla hızlıca bulabilir haldeydi. 3 Mart tarihli haberde cenazeye MİT mensubunun katıldığına dair bilgi bulunmuyor. İddianamede fotoğrafların gizlice çekildiği söylense de belediye görevlisi tarafından çekilen bir fotoğraftan bahsediyoruz. Hiçbir gizlilik protokolü cenazede uygulanmış değil. İddianame bizden tesadüfe dayalı ihanet gerçekleştirdiğimizi iddia ediyor. Tesadüfen ihanet olur mu sayın hâkim? Yargılama sonunda kendisinin beraatine karar verilmesini talep ediyoruz. Müvekkilim kendi elleriyle hazırladığı cezaevi çantasıyla bu haberin erişim sağlayıcısı benim diyerek ifade vermeye gelmiştir. Tek delil 3 mart tarihli Odatv haberidir. Ona da erişim engeli gelmiştir. Çarpıtılmış, manipüle edilmiş, kurgusal bir gerçeklik söz konusu. müvekkilimin 6 aydır tutuklanmasından bahsettim. İlk andan beri tutuklanması AİHM içtihatlarıyla bağdaşmıyor. Kendisinin beraatini, karar verilmesinin yanı sıra duruşma neticesinde tahliyesini talep ediyoruz."
Murat Ağırel'in avukatı Celal Ülgen: "Hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada müvekilimizin dezenformasyon yaptığı iddia edilerek sahte 11 sayfalık bir karar çıkardığından bahsediyor sayın iddia makamı. o Tutanak müvekkillerimize teslim edilen meslektaşımıza imzalatılırken 11 sayfa verilmiş ve içinde 3 ayrı karar bulunuyor.
"Birinci karar Murat Ağırel'in tutuklanmasına yönelik talebin reddine, iki karar serbest bırakılması, 3. kararda tutuklanmasına ilişkin ifadeler yer alıyor. Sizin takdirinize sunuyorum. İnsaf edin, bugüne kadar sustu cumhuriyet savcısı neden kimsenin bu zamana kadar ifadesini almadı. Cumhuriyet savcıları da yargı etiği kurallarına tabiidir. Yargı etiğine tabii olanların böyle esas hakkındaki mütalaaya yanlış bilgileri alması doğru değildir."
"İfşa öncesi sır görüşme diye iktidara yakın basın organlarında haber yapıldı. Bu bilgileri Takvim gazetesine, Sabah gazetesine A Haber'e kim servis etti. Sizden beklediğim şey şu sayın Başkan. Bu konuda suç duyurusu yapmanız.
"Murat Ağırel bir hukukçu gibi avukatların alışkın olduğu bir ispat yöntemini kullanarak bütün olaylar hakkında bilgilendirdi. MİT üyelerinin isimlerinin saklı olmasının bir gerekçesi var. Görev yaptıkları sırda kesinlikle isimlerini kullanmazlar. Biz bunu Ergenekon davasında da gördük. MİT mensubunun ismini ifşa etmek demek, 'Siz şurada görev yapan isimli kişisiniz' derseniz o zaman deşifre etmiş olursunuz. Onun dışında deşifre etmek söz konusu değil."
Hülya Kılınç'ın avukatı Fuat Selvi müvekkilinin beraatini talep etti.
Murat Ağırel'in avukatı Ruşen Gültekin: 24 Haziran'da 3 sanık serbest bırakıldı, 3 sanık tutuklu kaldı. Gerekçelere baktığımızda isabetsizliği gördük. Tanık beyanları, MİT'in şikayeti hepsi hakkında vardı. Normalde hepsinin aynı muameleye tabi tutulması lazımdı. Birileri korkuyor bu gazetecilerden. Kim korkuyor? Çalanlar, yalan söyleyenler korkuyor. Yarın bir gün CHP veya İyi Parti iktidara gelse bu gazeteciler yine sevilmeyen insanlar olacak. Bugün sizden tahliye ve beraat talep ediyorum"
Avukat Cihan Arık: "Bu dava birçok meslektaşım birçok konudan bahsetti. Hukukta cezaların şahsiliği ilkesi vardır, bu davada suçların şahsiliği ilkesi oldu. Sanıklar suç olmuş, suçların şahsiliği ilkesi sağlanmış Murat Ağırel yolsuzluklarla ilgili yazdığı yazılarla kamuoyunu bilgilendirdi. Vatandaş olarak 22 şubatta Erdoğan'ın Libya'da birkaç şehidimiz var sözlerinden sonra benim haber alma hakkım doğmuştur. Ben bu haberi nereden alacağım. Böyle ihtiyaçlarımız varken bu ihtiyacı haber yapan arkadaşlarımız, tweet atan müvekkilim yargılanıyor. Kumpas davası olduğu için ben hukuk konuşamıyorum. Konuşmak istemiyorum ama konuşamıyorum. Müvekillerimin tahliyesini ve beraatini talep ediyorum"
Savunmaların ardından mahkeme heyeti, Barış Terkoğlu ve Eren Ekinci "MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini ifşa etme" suçlamasından beraat etti. Ağırel, Keser, Çelik, Kılınç, Terkoğlu, Pehlivan ve Ekinci "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklama" suçlamasından da beraat etti.
Pehlivan ve Kılınç'a "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Keser, Çelik ve Ağırel'e "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek" suçundan 4 yıl 8 ay hapis cezası verildi. Ağırel, Çelik ve Keser'in adli kontrol uygulamaları kaldırıldı. Pehlivan, Kılınç ve Ağırel'in yurt dışına çıkışları yasaklandı.
© Tüm hakları saklıdır.