Medya

Mehmet Altan, tek parti döneminde muhalif yayınlarıyla tiraj rekoru kıran Yarın gazetesinin hikâyesini yazdı

"9 ekimlerde Arif Oruç’un da mezarına bir gül bıraksak, bu ülke ve basın özgürlüğü için harcanan emeklere minik bir vefa göstersek iyi olmaz mı?"

27 Mart 2019 18:05

Mehmet Altan*

Önce, 6 Mart tarihinde yayınlanan “Gazete tirajları ne zaman düşer ?” başlıklı yazıda yaptığım bir  hatayı düzeltmekle başlayayım, yazıda sonra spot olan şöyle bir cümle vardı: 

“Tarihsel örneklerden biri Yurt gazetesidir, 1930’larda Halk Partisi’ne karşı kurulan Serbest Fırka’ yı destekleyen Yurt gazetesi o zamana kadar görülmemiş bir şekilde tirajını 80 bine çıkarabilmişti.”

Söz konusu gazetenin doğru adı Yarın. Basın tarihinin tirajlarını gözden geçirirken bir anlık yanılmayla Yarın gazetesinin adını Yurt olarak yazdığımı sonra fark ettim. Bu hatamı düzeltirken de bu tarihsel örneği daha etraflı anlatmaya karar verdim.

Gerçekten de tek parti rejiminin baskıcı ortamında rejimin izniyle de olsa filizlenen yeni bir partiye destek verdiği için bir anda tirajı 80 bine çıkan muhalif bir gazete daha derinlenmesine incelenmesi gereken tarihsel bir örnek.

Ayrıca sadece Yarın gazetesi değil, bu gazeteyi çıkaran Arif Oruç da efsane olmuş bir gazeteci.

Aslında Arif Oruç’tan 6 Şubat’taki “Atatürk’ün kurduğu gazete ne oldu?” başlıklı yazıda çok kısa söz etmiştim, adının geçtiği cümle şöyleydi :

“Eskişehir'de Arif Oruç’un çıkardığı Yeni Dünya gazetesine Çerkez Ethem Olayı'ndan sonra el konulunca dizgi kasaları ve makineleri Hâkimiyet-i Milliye gazetesine devredildi.”

Arif Oruç da başı beladan kurtulmamış bir gazeteci.


Şimdi basın tarihinin kitaplara konu olmuş tarihsel isimlerinden Arif Oruç’a ve onun çıkardığı Yarın gazetesine daha yakından bakabiliriz.
        
***

Arif Oruç 1893 yılında Elâzığ’da doğdu. 9 Ekim 1956’da, 63 yaşındayken de öldü… Sosyalistti.

Ama Mete Tuncay tarafından maceraperest bir gazeteci olarak tanımlanmaktadır. Kemal Tahir de kendisine ilgisiz kalamamış, romanlarında yer vermiştir.
 
Babası, Elazığ Vilayet Matbaası müdürü ve mektupçusu Ahmet Efendi'ydi. Anne tarafı Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesindendi…

***
 
Liseyi bitirdikten sonra 20 yaşında İstanbul'da, Tanin gazetesinde gazeteciliğe başladı.

Bir yıl sonra önce muhabir olarak  Tasvir-i Efkâr’a, ardından da gene aynı yıl Sabah gazetesine geçti, muhabir olarak Balkanlar’a gitti, Sofya’da çıkarılan Türk Sadası adlı gazetede başyazarlık  yaptı.

O sırada Sofya askerî ataşesi olarak bulunan Mustafa Kemal ile dostluk kurdu.
        
***

Arif Oruç,  Balkanlar’dan döndükten sonra yeniden Tasvir-i Efkâr’da istihbarat heyet müdürü olarak görev aldı.

İstanbul'un işgal altında olduğu günlerde gazetenin sorumlu müdürü olarak görev yaptı, işgal ordularının sansürüyle mücadele etti.

İzmir'in Yunan işgaline uğramasından sonra bölgeye giderek Aydın Zeybekler grubunun mücadelesini Tasvir-i Efkâr'da haber yaptı.

Gazete sahibinin tutuklanması üzerine Ankara’ya kaçtı.

***

1920’de Eskişehir’de Çerkez Ethem’in parasıyla çıkarılan ve kendisini “İslamî Bolşevik gazetesi” olarak tanımlayan Seyyare-i Yeni Dünya adlı günlük siyasi gazeteyi Mustafa Nuri ile birlikte kurdu. 

Eskişehir, kısa zamanda önemli bir sosyalist merkez hâline gelmişti. Çerkez Ethem, Anadolu’nun en modern matbaasını kurmak için burayı seçti. Ve ilk gazetesini çıkarmayı başardı. 
 
***

Esasında gazete Çerkez Ethem'in fikirlerini yaygınlaştırmada önemli bir rol oynuyordu. Üç bin adet gibi o dönem için çok önemli bir baskısı vardı. Çerkez Ethem’in yönettiği Yeşil Ordu ideolojisi, Bolşevizm programının İslam kurallarıyla örtüştüğüne inanıyordu.

Bu tür yaklaşımlara elbette ki Mustafa Kemal ilgisiz kalamazdı; ideolojik kapsam kadar, Çerkez Ethem'in kendi başına buyruk davranması, hattâ Bolşeviklere yakın bir tavır alması Ankara’yı tedirgin etmekteydi.

Ethem'in çıkardığı Yeni Dünya gazetesi Ankara hükümetinin yarı resmî gazetesi olan Hâkimiyet-i Milliye'den daha çok basıyor ve Anadolu’da daha çok yayılıyordu.

Ankara hükümeti, devlet güvenliğini tehlikeye soktuğunu düşündüğü örgütleri istediği gibi kapatabilme amacıyla yeni dernekler kanununu Meclis’ten geçirdi. 
Fakat Sovyetlerin desteğini gören Yeşil Ordu’nun kapatılması pek öyle kolay gözükmüyordu; Sovyetlerle ilişkilerin gerilmemesine dikkat ediliyordu. 

Yeşil Ordu’da çoğunluğu teşkil eden Sovyet yanlıları Ekim 1920'de Hakkı Behiç başkanlığında Türkiye Komünist Partisi’ni kurdular.

Mustafa Kemal, bu sefer Çerkez Ethem'e, matbaasını kapatıp, Yeni Dünya gazetesiyle birlikte Ankara'ya taşımasını istedi. Ve bu isteğini elde etti. Bunun üzerine gazete ekibinin önemli bir kısmı ve Arif Oruç Komünist Partisi’ne kayıt oldular.

Yeni Dünya ise Komünist Partisi’nin resmî yayın organı hâline geldi. Gazete açıkça, Ethem propagandasına ve Sovyet yanlısı haberlere önem vermeye devam etti. 

Baş makaleleri Hakkı Behiç ve Arif Oruç tarafından yazılıyordu ve tamamiyle siyasi gündemle ilgiliydi.

***

Arif Oruç, Çerkez Ethem’in ayaklanması ve İsmet Paşa komutasındaki Ankara Ordusu’nun Ethem güçlerini mağlup etmesinden sonra da Yeni Dünya'da Hakkı Behiç Bey’le komünizm yanlısı yazılar yayımlamayı sürdürdü.

Demiryolu işçilerini greve çağıran yazılar üzerine gazete kapatıldı, rotatiflerine el konulup Hâkimiyet-i Milliye gazetesine devredildi.

6 Şubat’taki “Atatürk’ün kurduğu gazete ne oldu?” başlıklı yazıda ben de bu durumdan söz etmiştim.

***

Arif Bey, 1921 yılı Ocak ayında komünizm propagandası yapmak suçuyla tutuklandı ve İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı. 


Mahkeme, “Ethem’le arkadaşları ve ayaklanmaya katılanlar” hakkındaki 9 Mayıs 1921 tarihli hükmünde Arif Oruç'un tutuklu kaldığı sürenin yeterli olduğuna karar verdi.

Oruç, Büyük Taarruz’dan önce Antalya’ya giderek Yeni İzmir adlı bir gazete çıkardı; yazılarıyla Millî Mücadele’yi destekledi. 

Bir süre sonra İzmir’e gidip Büyük Turan adlı gazeteyi kurdu.
1926’da İzmir suikastı ile ilgili olarak tutuklandı ve beraat etti. 

Kısa süre sonra İstanbul'a dönüp siyasi gazeteciliğe son verdi. Çeşitli yayın organlarında tarihi tefrikalar yayımladı.
      
***

Birkaç yıl sonra, yeniden aktif gazeteciliğe döndü.


1929’da da İstanbul’da Yarın gazetesini yayınlamaya başladı. Yarın’ın çıkışı öncelikle siyasal muhalefetin tasfiye edilmesinden sonra tek parti yönetiminin yerleşmeye başladığı döneme rastlar. Ortam siyaseten öylesine dilsizleşmiştir ki, bir muhalefet partisinin kurulmasını Atatürk bizzat talep eder. 

Yazı işleri müdürlüğünü Mekki Sait Esen yapıyordu.

Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile Şemsi ve Burhanettin adlı iki gazeteci de yazı kadrosunda idi.
 
Yarın, Halk Partisi’ne muhalefet ediyordu. 1930 yılında rejimin izniyle ortaya çıkan Serbest Fırka kurulunca sosyalist fikirlere sahip olmasına rağmen Arif Oruç liberal bir parti olan Serbest Fırka’ya girdi; gazetesi ile fırkayı destekledi.

Aslında Oruç, komünizm, faşizm, sosyalizm, liberalizm gibi fikirlerden korkmamak gerektiğini, bunlardan ürkülüp korkulursa asıl tehlikenin ortaya çıkacağını savunuyordu. ''Ülke menfaatlerini ve toplumun düzenini bozmamak şartıyla hür düşüncenin serbest olması gerektiği'' görüşündeydi. 

Demokrasinin ne demek olduğunu bilmenin en önemli mesele olduğuna, bunun da ancak özgür bir basın sayesinde gerçekleşebileceğine inanıyordu.

Sadece hükümeti eleştirmiyordu, aynı zamanda Cumhuriyet’in kuruluş dönemi Türkiye’sinin de bir resmini çiziyordu.

***
 
Yarın, Serbest Fırka’yı desteklemeye başlayınca gazetenin baskısı o zamanlara kadar görülmemiş ölçüde artarak 80 bini buldu. 

Yarın gazetesi olağanüstü ilgi görüyordu; aynı zamanda Zekeriya Sertel'in gazetesi Son Posta ve İzmir’de yayınlanan Hizmet gazetesine de ilgi artıyordu.
Fakat en çok tiraj yapan gazete Yarın'dı. 

Okuma bilmeyenlerin bile kahvehanelerde sesli okumalardan istifade ederek ülkedeki gelişmelerden haberdar oldukları bir süreç başlamıştı.

Arif Oruç, bu dönemde bıkmak usanmak bilmeden hükümeti eleştiriyordu. Milyarlarca liralık yolsuzluklar, suiistimaller, rüşvet, sahte vesikalar, sigorta işlerinde dönen dolaplar, kaçakçılık, ahlaksızlık, hayat pahalılığı, cinayetler, yabancı şirketlerin zenginleşmesi, fırsatçılar, vergi kaçakçılığı, iltimas ve israf gibi konular, belli başlı ilgi alanlarıydı.

Yarın’a Halk Partisi büyük tepki gösteriyordu.
 
***

Bu dönemde İsmet Paşa taraftarı Ali Naci Bey ile birbirlerini alabildiğine sert biçimde suçladıkları  bir tartışmaya girdi.

Oruç, muhalefetin sesi olurken bir yandan da dönemin ana akım basınıyla amansız bir kavgaya tutuştu.

Hâkimiyet-i Milliye ve İnkılap gazeteleri Yarın’ı bir paçavra, Arif Oruç’u da vatan haini olarak göstermeye başladı. Ali Naci Karacan, İnkılap’taki bir yazısında Oruç’a şöyle sesleniyordu:

“Arif Oruç, alnımız açık ve sokak köpeklerinden korkumuz yoktur; işitiyor musun, itlerden korkmuyoruz.”

Oruç bir yandan Yunus Nadi’yle de tartışıp, bu ülkede gazetecilik yapamazsa ayakkabı boyacılığı yapacağını söylüyordu.

Bir süre sonra polemikler iyice çığrından çıktı. Ali Naci Karacan, “vatan haini Arif Oruç” diye afiş bastırdı.

*** 

Arif Oruç, basın özgürlüğünü partilerin üzerinde bir yere koyuyordu. Bir gazete ne kadar acı ve açık yazsa, eleştirse de, ona devlet elinin dokunmamasını savunan Oruç, özellikle de, hükümetin  adalet kurumlarını basın özgürlüğünün aleyhinde kullanmaması gerektiği görüşündeydi

Eleştirinin olmadığı toplumlarda, özgürlük değil, fikir, kanaat ve idare istibdadı olacağını savunuyordu. 
              
***

O dönemde Yarın'ın en fazla üzerinde durduğu konulardan ikisi eğitim ve maliyeydi, en fazla eleştirilen hükümet mensupları Maliye ve Eğitim Bakanlarıydı. Arif Oruç yazılarında sık sık Abdülhamid dönemiyle karşılaştırmalar yapıyor ve bazı uygulamaların Abdülhamid döneminde bile görülmediğini söylüyordu.  

Memleketteki ekonomik sıkıntılardan sık sık bahsediyordu. Dünya kapitalist ekonomisi 1929' dan bu yana tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşamaktaydı. Bu sıkıntıları anlamayan, yaşamayan bir tek vatandaşın dahi kalmadığını ileri süren Arif Oruç, tüccarın, esnafın, köylünün, işçinin, memurun, geçim derdinin her gün biraz daha arttığını ,bunun en büyük sorumlusunun  da  hükümet olduğunu yazıyordu.

***

Yarın gazetesinin, başta Arif Oruç olarak, birçok gazetecisine davalar açılıyordu.

Arif Oruç sık sık bu konuya da değiniyordu. Memlekette dönen olaylar karşısında ''amenna ve saddakna'' demeyeceklerini belirtiyor, bir memleketteki fikir münakaşalarının memleketin faydasına olacağını söylüyordu.

Gazetesinin mütemadiyen karşılaştığı kısıtlamaların, davaların, memlekette fikir ve basın özgürlüğünün olmadığının bir belirtisi olduğunun altını çiziyordu.

***

Yarın gazetesi, 1931’de Matbuat Kanunu sayesinde kapatıldı.

Takrir-i Sükûn Kanunu (1925) ile “sosyal muhalefet,” “İzmir Suikastı” davası ertesinde de “siyasal muhalefet” susturulmuştu.

Geriye çok partili siyasal yaşama kontrollu geçiş denemesiyle birlikte ortaya çıkan “basında muhalefet” in  susturulması kalıyordu. 

Bu da 1931 tarihli Matbuat Kanunu ile sağlandı.

***

1930’un Şubat ayında, Yarın gazetesi yargılanmaya başladı.

Nisan ayında Arif Oruç "heyecan uyandırıcı yayın yapmaktan” tutuklandı.

Mayıs ayında, dönemin maliye bakanı Şükrü Saraçoğlu, ''hakaret davası'' açtı. Arif Oruç Ankara Ağır Ceza Mahkemesi önüne çıktı ve beraat etti.

Buna rağmen, 1930 yılının Aralık ayında Arif Oruç ve Yarın gazetesi sorumlu müdürü Süleyman Tevfik tutuklandı. Arif Oruç hapis cezasına çarptırıldı ama kefaletle serbest bırakıldı.

Serbest Fırka' nın kapatılmasını takip eden dönemde, Yarın gazetesi üslubunu biraz yumuşattı, fakat  hükümete dönük “rahatsız edici” haber ve yazılarına devam etti. 6 Aralık 1929 tarihinde başlayan Yarın gazetesi yayınları, 19 Ağustos 1931 tarihinde son buldu.
 
***

Yarın'ın kapanması üzerine bazı yakınlarına Mücadele adlı bir gazete çıkarttırdıysa da bu gazetenin de 7 Eylül 1931 tarihli ilk sayısı toplatıldı ve devamı yasaklandı.
Mücadele gazetesinin de inanılmaz bir hikâyesi var. Tek bir gün çıkan gazetenin künyesinde olmamasına rağmen ardındaki ismin Arif Oruç olduğu  iddiasıyla gazetenin yayını engelleniyor…

Başrolde de dönemin başbakanı Recep Peker bulunuyor…


Belki bir yazıyı da bu çok ilginç gazete macerasına ayırırız.  

***

Oruç 1933 yılında Bulgaristan’a sürüldü. 

Şumnu’da müderrislik yaptı. Aynı zamanda Şumnu'da bir dergi, 1934' de Sofya’da bir gazete çıkardı. Eski alfabeyle basılan bu iki yayının adları da Yarın idi.

Arif Oruç, bu yayınlarında, Türkiye’deki yönetimin anti-demokratik olduğunu ifade ediyor ve iktidarı şiddetle eleştiriyordu. 

1934'ten sonra, Türk hükümetinin Bulgaristan üzerine yaptığı  baskı üzerine sınır dışı edildi ve bu kez de Yugoslavya’ya sürüldü.

1937’de Türkiye döndü ve döner dönmez tutuklandı. İdam istemiyle yargılandı ancak beraatine  karar verildi.

1946’ya kadar Son Posta ve Tasvir gazetelerinde Ayhan imzasıyla tarihî ve edebî tefrikalar yazmaya devam etti.

***

4 Kasım 1946 tarihinde, 15 yıl aradan sonra Arif Oruç'un Yarın gazetesi tekrar çıkmaya başladı. 

Gazete yeni bir kadroyla çalışıyordu; günlük ve bazen de haftalık olarak çeşitli aralıklarla 25 Ağustos 1948'e kadar yayınlandı. 

Arif Oruç bu dönemde, Yarın gazetesinin yayın politikasının partilerin dışında olduğunun altını çiziyordu.

Yarın her ne kadar tarafsız bir politika izleme gayreti taşıyorsa da bu dönemde Demokrat Parti  lehine temennilerden geri durmuyordu. 
 
Bilhassa 1947 Temmuzundan itibaren yayınları zaman zaman DP yandaşlığına dönüştü. Fakat bu hiçbir zaman kayıtsız şartsız bir yandaşlık değildi. 

İsmet İnönü, Yarın'ın haftalık yayınlandığı dönemde Arif Oruç'un hedefi olmaktan kendisini kurtaramadı. Bir yazısında Arif Oruç, 6 bin vatandaş seller içinde çırpınırken İnönü'nün operadan bahsetmesini eleştirdi.

1947 yılında Milliyet adı ile siyasi bir gazete çıkarmak için İstanbul Valiliği’ne başvurmuş fakat gazetenin çıkarılmasına izin verilmemişti. Oruç, 1949' da ikinci başvuruyu yaparak Milliyet'in yayın hakkını elde etti. Gazeteyi daha sonra eski düşmanı Ali Naci Karacan'a devretti.
            
***

Yarın çok partili siyasal yaşam denemesi döneminde kesintilerle gerçekleştirdiği yayınlarının en sonuncusuna Ağustos 1948 tarihinde başladı.

Bu dönemde Yarın gazetesi, Müstakil Sosyalist Partisi adında yeni bir partinin müjdesini verdi.

Parti kurulduktan sonra faaliyete geçmek için 1950 seçimlerinin yapılmasını bekledi. 

Ancak 9 Ekim 1950 tarihinde Oruç, İstanbul’da hayatını kaybetti. Cenazesi Feriköy Mezarlığı’na defnedildi.
 
Parti de Oruç'un ölümüyle dağıldı. Böylece Yarın'ın yayın hayatı da, bu sefer tekrar başlamamak üzere sona erdi.. 

***

Bu yazıyı  bitirince düşündüm, gidip 9 Ekimlerde Arif Oruç’un da mezarına bir gül bıraksak, bu ülke ve basın özgürlüğü için harcanan emeklere minik bir vefa göstersek iyi olmaz mı?


*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ten alınmıştır