Faruk Bildirici*
“Medya profesyonellerine yönelik” internet sitesi Journo’daki haber iddialı bir başlık taşıyordu: “Satılık haber: 50 liradan başlayan fiyatlarla isterseniz röportajınızı da yayımlatırız”.
22 Temmuz’da yayımlanan haberde, “bir halkla ilişkiler şirketinin müşterilerine istediği içerikleri büyük haber siteleri ve hatta haber ajanslarında yayımlatmayı vadettiği” belirtiliyor; bu şirketin para karşılığı haber yayımlatabileceğini öne sürdüğü haber siteleriyle ilgili tarifesine de kısmen yer veriliyordu.
İlan ve reklam amaçlı metinlerle haber ve yorumların içiçe geçmemesi gerektiği hatırlatılan haberde, benim de daha önce Hürriyet’e yazdığım bir yazıdan hareketle “Evrensel gazetecilik metinleri biz gazetecilere ‘her türlü çıkar ve nüfuz ilişkisinden uzak durmayı’ öğütlüyor. Aksi halde okura sadece ve sadece gerçeği aktarma faaliyeti yara alır” alıntısı yapılıyordu.
20 internet sitesinin adı verilerek suçlandığı habere ilk ve güçlü itiraz T24’ten geldi. Journo, söz konusu şirketin adını açıklamaya davet edildi, T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın da “Bir sen eksiktin Türkiye Gazeteciler Sendikası” başlıklı yazısında ilk günden itibaren çıkar ilişkilerinden uzak durduklarını vurguladı. T24’ten sonra DHA, Shifdelete, Mynet ve gazeteciler.com da “para karşılığı haber yaptıkları” suçlamasını reddetti.
Tartışmanın boyut kazanması üzerine Journo, “4 soruda ‘satılık haber’ meselesi ve özeleştiri” başlıklı bir özeleştiri yayımladı. Suçlanan şirketlerin görüşlerinin alınmamasının eksiklik olduğunu kabul etti ama haberi ana hatlarıyla savundu. Bu açıklamada “medyadaki haber görünümlü reklam” sorununun önemi vurgulanırken daha önce Hürriyet Okur Temsilcisi olarak kaleme aldığım yazılar hatırlatılıyordu:
“Gazeteci Faruk Bildirici de sorunun Türkiye’de daha sık rastlanan ürün ve hizmet tanıtımlarının haber sütunlarında yapılması, habere şirket penceresinden bakılması ve ‘davet gazeteciliği’ boyutlarına değinmişti.”
Journo’nun bu süreçte ikinci kez yazılarıma atıfta bulunması bu gelişmelerle ilgili değerlendirme yapmamı zorunlu kıldı. İnternet medyası üzerinde bu kadar gürültü koparan bir haber ve sonrasındaki tartışmaları, hem medyada bir durum tespiti yapabilmek, hem de Türkiye gazetecilik hafızasında bir deneyim olarak yer almasını sağlamak amacıyla inceledim.
Haber görünümlü reklam sorunu
Journo’nun haberini ve ardından gelen tartışmaları sağlıklı ve nesnel biçimde değerlendirebilmek için iki soruya yanıt aramak gerek. Birincisi; internet medyasında parayla haber yaptırılabildiği doğru mu? İkincisi; bu doğruysa nasıl haber yapılmalı, Journo’nun haberi gazetecilik tekniği açısından yeterli mi?
Doğrudan parayla içerik pazarlanması kadar pespaye bir yöntem ne denli yaygın, kim nasıl yapıyor bilemiyorum. Ama sadece internet medyasında değil basılı ve görsel medyada da reklam ve PR metinleriyle gazetecilik ürünlerinin iç içe geçtiği örneklere hemen her gün, her an rastlıyoruz. PR şirketlerinin hazırladığı metinler, haber, yorum hatta söyleşi görünümü altında yayımlanabiliyor. Bu tür metinlerin çok azında “Bu bir ilandır” ya da “Advertorial” uyarısı konuluyor. “Sektör sayfası” başlığıyla reklam metinleri yayımlamak da iyiden iyiye sıradan bir uygulama.
Okuru kandırmaya yönelik bu tür etik ihlalleri Hürriyet Okur Temsilciliğim sırasında çok sık dile getirmiştim. Burada tümünü sıralamaya gerek yok ama Journo’daki iddialarla da ilgili bir yazımı örnek vermek istiyorum.
Hüriyet internette “yerel haberler” bölümünde İHA mahreciyle yayımlanan “Ankamall’dan Hamburg'a uzanan bale adımı” başlıklı kısacık haberde Ankara’daki bu AVM’nin adı tam 26 kez geçiyordu. Bir PR şirketinin basın bülteni olduğu apaçık belliydi. Nitekim haberde adı geçen kız çocuğunun babası olan Dr. Tolga Uz, “Kızımın başarısını bir Alışveriş Merkezi’nin reklamı olacak şekilde yayınlamanız hocalarını ve biz ailesini çok kırmıştır” diye tepki göstermişti.
Okurun bu uyarısından sonra yerel haberler sayfasını tarayınca, İHA’dan alınmış, reklam ve tanıtım içerikli başka haberlerle de karşılaştım. Hemen her kentte çok sayıda tanıtım haberi, kimi zaman yerel siyasetçilerin eften püften açıklamaları, yerel yöneticilerin gönderdiği bültenler yayımdaydı.
Bu durumu ilgili arkadaşlara sorduğumda, “yerel haberlerin bir editoryal süzgeçten geçmeden otomatik olarak yayına girdiği” yanıtını aldım. Ben de bu durumu 23 Kasım 2015’te Hürriyet’te yayımlanan “Yerel haberlere editoryal süzgeç” başlıklı yazımda eleştirdim.
Bildiğim kadarıyla ondan sonra Hürriyet internet, İHA’nın haberlerinin otomatik olarak sayfaya girmesinden vazgeçti. AA ve DHA haberleri için devam etti bu uygulama. Ama ne yazık ki, Ankara’daki o AVM ile ilgili haber internet sitesinden kaldırılmadı, hâlâ da yayında.
Böyle bir sakıncanın başka örneklerle de açığa çıkmasına rağmen ajansların yerel haberlerinin doğrudan yayına girmesi başka internet sitelerinde de uygulanmaya devam ediyor hala…
Medyada durum kaba hatlarıyla bu. Haber yapmak, bu soruna dikkat çekmek elbette gerekli ve yararlı bir çaba... Ama nasıl yapılacağı ya da nasıl yapılmaması gerektiği önemli
Journo’nun haberinde gazetecilik
Anlaşılan Journo da internet medyasındaki “haber görünümlü reklamlar” ile “reklam/PR metinlerinin içiçe geçmesi” sorununu gündeme taşımak istemiş. İyi niyetli bir çaba söz konusu ama haberde gazetecilik tekniği açısından bazı sorunlar gördüğümü belirtmek durumundayım. Sıralayayım…
-Haberin ilk cümlesinde paralı haber yayımlatma vaadinde bulunan “bazı kuruluşlar” dan bahsediliyor. Dolayısıyla haberde birden fazla halkla ilişkiler şirketiyle ilgili bilgi olmasını bekliyorsunuz. Oysa haberde tek şirket hakkında bilgi var.
-Bu şirketin isminin “reklamını yapmamak adına gizlendiği” belirtiliyor. Halbuki bu şirketin yaptığı (ya da yapacağını iddia ettiği) düzgün bir faaliyet değil. Ortada gazetecilik adına olduğu kadar Halkla İlişkiler etiği açısından da ihlal söz konusu. Haber de bu kötülüğü teşhir amacıyla yapılıyor. Kötülüğü, etik ihlali teşhir neden reklam olsun? Tam tersine adını gizlemek korumak olur.
-İsmi gizli bir kaynak üzerinden başkalarına suçlama yöneltilemez. Gizli, belirsiz kaynaklar üzerinden birçok medya kuruluşunu suçlamak, gizli tanıkla yargılama yapmaya benziyor. Suçlayan gizli, suçlananlar açık olursa suçlananlara haksızlık yapılmış olur; silahların eşitliği ilkesine aykırı bir durum doğar.
-Doğan Akın daha sonra Journo’nun adını gizli tuttuğu şirketin Distile Danışmanlık olduğunu yazdı. Adının ortaya çıkması Distille Danışmanlık şirketinin de açıklama yapmasını, suçlanan medya kuruluşlarının da karşı tarafa hukuksal açıdan hesap sorabilmesine olanak sağladı.
-Haberde adı gizli tutulan şirket yetkillisinin “Röportaj da yayımlatabiliriz” sözlerine yer verilmişti. Ama Distile Danışmanlık Genel Müdürü Kadir Özpınar, Doğan Akın’a gönderdiği e-postada “..yaptığımız işlemler kesinlikle haber yayımlama garantisi altında değildir” diyerek yalanlama yoluna gitmiş. Journo’dan bu yalanlamaya ilişkin bir itiraz gelmedi.
-Journo’nun haberinde şirket yetkilisinin “DHA, haberler.com, İHA ve Akşam internet sitelerinde yayımlattıkları haberleri WhatsApp üzerinden kendileriyle paylaştığı” belirtilmiş. Ama haberde bu örneklerin parayla yayınlatıldığına dair veri aktarılmamış. Oysa gazetecinin bilmesi yetmez, iddianın kanıtlarının da okura somut bilgiler vermek açısından haberde mutlaka olması gerekirdi.
-Acaba bu şirket yetkilisine, “Journo’da yayımlamak amacıyla arandığı” belirtilmiş miydi? Yoksa bu kişi, gazeteci kimliği gizlenerek, “haber yayımlatmak isteyen bir şirket yetkilisi” gibi mi aranmıştı? Journo’nun haberinde bu konuda da bilgi olmalıydı. Gazeteci kimliğini gizlediyse bu yanlış.
-Parayla haber yaptırılabildiği öne sürülen internet sitelerinin tümünün adını vermek yerine Distile Danışmanlık’ın alfabetik sıralı 909 sitelik listesinden, öne sürülen “fiyat” kriteriyle Journo’nun 20’sini seçip sıralaması doğru bir yöntem değil. Aralarından seçim yapınca subjektif ölçüler devreye girmiş oluyor. Bu seçimi “listenin ilk 20 sırası şöyle” diye sunmak da gerçeğe tekabül etmiyor.
-Bu denli ağır suçlama yöneltilen haber sitelerine cevap hakkı tanımamak, bu haberin en büyük yanlışı. Haberin yayımlanmasından sonra gelen açıklamalar ve ilgili bütün yazılar da Journo’nun ilk haberinde -link olarak ya da kutular halinde- okurun dikkatine sunulmalıydı.
-Journo’nun iki gün sonra yayımladığı açıklamada da “Listenin üst sıralarındaki yayınlarda görev yapan kaynaklarımız ücret karşılığı içerik yaptırmanın farklı isimler altında sürdüğünü kabul etti. Bu bilgiyi söz konusu hizmeti alan şirketlerden de teyit ettik” deniliyor. Teyit edildiği belirtilen sitelerin adları verilmeyerek yine ilk haberde adı verilen 20 site ve tabii iddiaları reddeden beş internet sitesi bir kez daha suçlanmış oluyor. Ama yeni bir kanıt, yine bir veri sunulmuyor okura.
Journo’nun söz konusu haberinde ve açıklamasında gördüğüm sorunlar bunlar. Journo’ya emek veren ve gazetecilik reflekslerine güvendiğim arkadaşları bu eleştirilerim ışığında tutumlarını bir kez daha gözden geçirmeye davet ediyorum.
Bir de bu tartışmaların ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek var; parayla haber yaptırılabildiği öne sürülen haber sitelerinden sadece T24 bunu meslek haysiyetine saldırı kabul ederek mesele yapıyor; ardından dört kuruluş daha suçlamaları reddediyor! Kalan 15 medya kuruluşundan -görebildiğim kadarıyla- hiç ses çıkmıyor. Asıl ürkütücü gerçek burada saklı sanırım…
*Bu yazı Faruk Bildirici'nin kişisel internet sitesi olan farukbildirici.com'dan aynen alınmıştır.
TIKLAYIN - Doğan Akın yazdı: Bir sen eksiktin Türkiye Gazeteciler Sendikası!
TIKLAYIN - "Para ile haber yaptırdığı" iddia edilen şirketten T24'e: Açıkça özür diliyoruz, T24'ten bir tanıdığımız, bir irtibatımız yoktur