Kafasına silah dayanan Kürt gazeteci: O görüntüler olmasaydı, biz suçlu çıkardık
Silvan'da polis, DİHA muhabirinin kafasına silah dayamıştı
08 Ekim 2015 13:26
Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde sokağa çıkma yasağının sürdüğü 3 Ekim günü özel harekat polisinin kafasına silah dayadığı Dicle Haber Ajansı muhabiri Serhat Yüce "Görüntüler olmasaydı herhalde biz suçlu çıkardık" dedi.
O görüntüleri kaydeden Özgür Gün TV kameramanı Murat Demir de meslek hayatındaki dört yılda çok şey gördüğünü söyledi. Cumhuriyet'ten Pınar Öğünç'e konuşan Murat Demir, geçen hafta yapılan DİHA baskınında aynı polislerin “O objektif arkaya dönerse sıkarım” dediğini aktardı.
Pınar Öğünç'ün Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (8 Ekim 2015) nüshasında, "Silah hepimizin alnına dayandı" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Diyarbakır’da günlerin sıcağı ardına yağmur boşalmak üzere, dün sabah 11.00. Mor gökyüzünün altında, “Özgür Gazeteciler Cemiyeti” pankartı arkasında Gültan Kışanak diyordu ki “O silah tek bir gazetecinin kafasına dayanmadı. Herkesin haber alma hakkına, hepimizin alnına dayandı”. Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanı, Kürt siyasetinin en bilinen simalarından Kışanak, muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine uzanan tecrübesiyle, aslen gazeteci kimliğiyle orada bulunduğunu söylüyordu. Söyleşilerinde hep bunu da ekler, aslen gazeteci görür kendisini.
Silvan’da sokağa çıkma yasağının sürdüğü günlerde, sivil giyimli bir polisin “Çekmeyeceksin” diyerek Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Serhat Yüce’nin başına silah dayadığı anın görüntülerini görmüştü Türkiye. Nasıl? Orada bulunan Özgür Gün TV muhabiri Murat Demir’in kaydetmesi sayesinde. Şaşıranlar oldu. Bu ilk miydi ki? Kışanak’ın dediği gibi herkes alnında soğuk bir namlu hissetmiş miydi hakikaten? Kürt medyası için çalışan Kürt, Türk gazetecilerin mesleklerini yapmaktan dolayı yaşadıkları sistematik psikolojik ve fiziksel şiddet, “dışarıdan” ne kadar kavranabiliyordu?
Üç saniyeniz var...
Serhat Yüce ve Murat Demir’e “Ya o görüntüler olmasaydı?” diye sordum. Yüce, “Herhalde biz suçlu çıkardık” dedi gülerek. Hükümete yakın medya tarafından ikisine yönelik yürütülen kampanya ise, bu gazetecilik geleneği kadar eski: Onlar zaten gazeteci değil!
Gazete binalarının bombalanması, tutuklamalar, tacizler, işkenceler, sansür ve hatta faili meçhul cinayetler, “Özgür Medya”nın Türkiye’deki tarihine denk. Konuştuğumuz gazeteciler benzer cümleler kuruyor, bu işe giren herkes kendini neyin içinde bulacağını seziyor baştan. Yüce’ninki gibi “görüntüsü” kaydedilememiş onlarca hikâye biriktirmiş her biri. Özgür Gün TV’nin Türkçe haber editörü Cuma Daş, Özgür Gündem tecrübesiyle birlikte daha üç yıldır gazeteci, çatışmasızlık döneminde bu âleme girmiş yani. Ama diyor ki “İster süreç olsun, ister fanusa koysunlar, fark etmiyor. Farklı düzeyde sana yaşatıyorlar.”
Malum görüntüleri kaydeden kameraman Murat Demir de dört yılda çok şey görmüş. Örneğin “O objektif arkaya dönerse sıkarım” cümlesini daha bir hafta evvel DİHA baskınında, üstelik aynı polislerden işitmiş. Bunun görüntüsü olmadığı için infial uyandırmıyor. Ya da açlık grevleri sırasında Esenyurt’ta, birkaç gencin gözaltına alınışını çektikten sonra yaşadıkları... Belki okuyana aksiyon filmi gibi geliyordur, son dönemde çok duydukları “Üç saniyeniz var, tarayacağım” anonsları... Ama mühim de bir dönüşümü işaret ediyor: “Eskiden ‘önlem al’ anonsuyla gaz maskelerini takardı polisler. Ben artık gaz görmüyorum, bitti. Eskiden gazın çıktığı yerlerde artık silah çıkıyor.”
Altı yıldır gazetecilik yapan 27 yaşındaki Serhat Yüce, o hadisenin yaşandığı gün kendisine Anadolu Ajansı muhabirlerini kerteriz aldığını söylüyor. Onları çalışırken gördükten sonra görüntü almaya karar vermişler. Bu ikili standartın aynı haber için, aynı yerde çalışan gazetecilerin bir kısmına “Lütfenli” anonslar yapılırken, onlara telsizle vurulmasına kadar vardığını söylüyor. Genel bir şikâyet de Kürt medyasının haberlerinin imzasız, logosuz kullanma meylinde olan anaakım medyaya dair. Hatta haberlerini kullandıkları için minnet duymaları hissettiriliyormuş.
Baskı birleştiriyor
Geçen haftalarda büroya yakın bir yerdeki çatışma gerekçe gösterilerek, hukuki dayanağı şaibeli, zaten doğrudan silahlarla içeri girilen bir baskın yaşadı DİHA. O gün kırılan dökülenler onarılmış. Telefonda dikkat ederek konuşma, akşam işten çıktıklarında Akrep farıyla yürüme, hep izleniyor olma halleriniyse kanıksamışlar.
DİHA editörlerinden Dicle Müftüoğlu karşımda. 2012’de bir tecavüz haberi için Şırnak’a giderken bulunduğu araç polisin sıkıştırmasıyla kaza yaptı, boynu kırılan Müftüoğlu tam bir yıl yattı. Kasten yapıldığını söylüyor. İyileştiğinde devam etmemeyi değil, Şırnak’ta neden beyin cerrahi bölümü yok, bunun haberini yapmalıyız, diye düşünmüş sadece.
Yedi yıldır DİHA’da, benzer tecrübelerle çalışan Ömer Çelik, “Ne zorunuz var?” diye soranlara, “Hepimizin vicdanı var” diyormuş. Böyle zamanlarda mesleki dayanışmanın önemini vurguluyor, “En azından galiba artık insanlar durup düşünüyor” diye devam ediyor. Ne acı ki bu bile merhale.
90’lardan beri Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat’tan Ferit Köylüoğlu ise, “Yaşadıklarımız Batı’dan biraz daha anlaşılabiliyorsa, Tayyip Erdoğan yüzünden olabilir” diyor kinayeyle, “baskı birleştiriyor.”