Hürriyet gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Hürriyet yazarı İsmet Berkan’ın Gezi Parkı protestoları sırasında Kabataş’ta başörtülü bir kadının "belden yukarıları çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 70-100 kişilik bir grup tarafından taciz edildiği iddiaları ile ilgili olarak Twitter’dan “Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek. MOBESE görüntüleri dahil pek çok şey var, savunulur tarafı olmayan bir olay” şeklinde paylaşımlarda bulunmasını eleştirdi.
İsmet Berkan’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda hata kaptığını kabul etmesine rağmen okuyucu tepkilerinin dinmediğini belirten Bildirici, “Berkan’ın attığı o tweet’lerin ne denli etkili olduğu ortada. “İki tweet” deyip geçmek mümkün değil. Aksini söylemek, Berkan’ın yazar kimliğine ve yazdığı gazete olarak da Hürriyet’e haksızlık olur. O yüzden Berkan’a düşen, toplumsal çalkantının zirve yaptığı o günlerde attığı iki tweet’in önemini kabul edip, yüzleşmesi. O tweet’leri neden, niçin, hangi görüntülere dayanarak yazdığını samimi bir dille okurlara açıklaması, yanlış yaptığına inanıyorsa da özür dilemesi en doğrusu...” ifadelerini kullandı.
İsmet Berkan, T24’e verdiği söyleşide Kabataş tweetlerinin hata olduğunu kabul ederek, “Benim hıyarlığım, atmamalıydım o tweetleri. Kendimi savunmak da istemiyorum. Hata yaptığımın farkına vardım. Teyit etmeden böyle bir şey dememeliydim. Benim Twitter’ı yanlış anlamamdan da kaynaklanan bir şeydi” diye konuşmuştu.
Faruk Bildirici’nin “Kabataş’taki iki tweet’in önemi” başlığıyla Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısının ilgili bölümü şöyle:
Günlerdir, okur temsilcisi olarak eleştiri sağanağı altındayım. Özellikle de sosyal medya üzerinden hem bana hem de Hürriyet’e eleştiriler, hatta tepkiler yağıyor.
Nedeni de Hürriyet yazarı İsmet Berkan’ın, Gezi olayları sırasında Zehra Develioğlu adlı başörtülü bir genç kadının Kabataş’ta tacize uğradığı iddiasının “gerçek” olduğunu savunan tweet’ler atmış olması. Berkan, 12 Haziran 2013 günü, “Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek” diye yazmış; ardından da “MOBESE görüntüleri dahil pek çok şey var, savunulur tarafı olmayan bir olay” tweet’i atmıştı.
“Siz izlediniz mi?” sorusuna da yine Twitter’da “Evet” yanıtını vermişti.
Hatırlayalım, o günlerde Tayyip Erdoğan başta olmak üzere iktidar partisi ve destekçileri, bu iddiaları Gezi protestolarını karalama malzemesine dönüştürmüşlerdi. İktidar medyası ağız birliği etmişçesine her gün yeni abartılar da ekleyerek yinelediği bu iddiayı, eylemcilere yönelik polis şiddetini, ölümleri, yaralamaları perdelemek için kullanıyordu.
Bir Hürriyet yazarı olarak Berkan’ın o tweet’leri atması Gezi eylemcilerinin itirazlarını geçersiz hale getirdi. Özellikle de “Görüntüleri gördüm” demesi, başörtülü kadına tacizin kanıtları olduğu izlenimi verdi.
Tweet’lerle de kalmadı; Berkan, en son 6 Şubat 2014’te CNN Türk’te Enver Aysever’in programında tekrarladı Kabataş’taki taciz görüntülerini izlediğini:
“... Görüntüde tacize uğradığını söyleyen kadın kucağında bebeğiyle bir kalabalığın arasına giriyor. Sonra çocuk arabasının devrildiğini görüyorsunuz. Sonra kadın da çıkıyor dışarıya. Görüntü bu. Benim gördüğüm görüntülerden edindiğim kanaat orada bir şey olmuş.”
Fakat Berkan’ın bu sözlerinin üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden
Kanal D, 13 Şubat 2014’te, Zehra Develioğlu’nun Kabataş’ta bulunduğu süreye ilişkin güvenlik kamerası görüntülerini bulup yayınladı. Görüntülerde, Berkan’ın söylediği gibi bebek arabasının devrildiği görülmüyordu; genç kadına yönelik bir saldırı olduğuna dair tek bir belirti de yoktu.
Hatta tam tersine, kadına bir saldırı olmadığını kanıtlıyordu bu görüntüler. Önce kadın bebek arabasını iterek yürüyordu. Sonra tam ağaçların arkasında kaldığı sırada küçük bir grup kadının yanından geçiyordu. Onlar geçerken kadın bebek arabasını iterek sakin bir şekilde yürümeye devam ediyordu. Hiçbir olağanüstülük göze çarpmıyordu. Saniyeler süren ağaç arkasından geçiş sırasında olsa olsa bir laf atma veya sözlü tacizden başka bir olayın yaşanamayacağı çok netti.
Kanal D’nin bu görüntüleri yayınlamasının ardından İsmet Berkan hatalı olduğunu kabul etti. 15 Şubat 2014’te, Hürriyet’teki köşesinde “Kısa bir açıklama” başlıklı bir yazı kaleme aldı. “Bundan yedi ay önce kendimden o kadar da emin konuşmamalıydım, daha da önemlisi herhangi bir tarafında yer almadığım bir siyasi propaganda savaşının istemeden ortasında kalmamalıydım” dedi özetle. NTV’deki programda da hatalı olduğunu söyledi;
Kanal D’deki görüntülerin tweet’lerde sözünü ettiği görüntüler olduğunu belirterek, “... Bende öyle bir kanaat oluşmuştu, taciz olduğuna yönelik o dönemde izlediğim zaman” dedi. T24’teki bir söyleşide de “Hata yaptığımın farkına vardım. Teyit etmeden böyle bir şey dememeliydim” diye konuştu.
Ancak görüntülerin ortaya çıkması ve Berkan’ın geri adım atması, tartışmaları dindirmeye yetmedi. Tartışmaların yönünü değiştiren, Cumhuriyet gazetesinin 9 Mart’ta, polis raporunu yayımlaması oldu. Rapora göre, 8 şube müdürü, 20 polis timi kurup tanık aranmış; bölgedeki hemen herkes tek tek sorgulanmış; 2 bin 560 saatlik güvenlik kamerası kaydı izlenmiş; 161 kişi yakın takibe alınmıştı.
Bu eşi görülmedik polis operasyonunun amacı neydi? Zehra Develioğlu’nun, polis ifadesinde anlattığı “kimisinin kafasında siyah renkli bantlar olan, üst tarafı çıplak kalabalık bir grubun, 1 Haziran 2013 tarihinde Kabataş’ta kendisini tokatlayıp yerde tekmeledikleri, türbanını çekip aldıkları, üzerine işedikleri ve bebek arabasını devirdikleri” iddiasını kanıtlamak! Onca gayrete rağmen, ne bir kanıt bulunabilmiş ne de bir tanık.
Adına ne dersek diyelim, ister yalan, ister senaryo, ister genç bir kadının abartılı anlatımı. İddianın gerçek olmadığına dair bu kanıtların ortaya çıkması üzerine eleştiri okları, o dönem bu iddiayı savunan gazetecilere yöneldi.
Aslında İsmet Berkan’ın durumu farklı. Berkan, o gün yaptığını savunmuyor. Hata yaptığını söyleyerek, hâlâ bu iddiayı destekleyen gazetecilerden ayrılıyor.
Buna rağmen okur eleştirilerinin devam etmesi, sanırım Berkan’ın açıklamalarını tatmin edici bulmamalarından kaynaklanıyor. Zira Berkan, bir yandan hata yaptığını söylerken, bir yandan da “Bu önemsediğim bir konu değil. Ama neden böyle olduğunu da anlamadım, iki tane tweet attım sonuçta” diyerek, yazdıklarının gereğinden fazla büyütüldüğünü savunuyor.
Oysa bir gazetecinin tweet’leri ile yazısı arasında okur nezdinde bir fark olmaz. Yazar kimliğinin sorumluluğu Twitter’da da devam eder. Yeterince araştırmadan yazmamak, iyi düşünmek, sözcükleri özenle seçmek zorunludur.
Kaldı ki, Berkan’ın attığı o tweet’lerin ne denli etkili olduğu ortada. “İki tweet” deyip geçmek mümkün değil. Aksini söylemek, Berkan’ın yazar kimliğine ve yazdığı gazete olarak da Hürriyet’e haksızlık olur.
O yüzden Berkan’a düşen, toplumsal çalkantının zirve yaptığı o günlerde attığı iki tweet’in önemini kabul edip, yüzleşmesi. O tweet’leri neden, niçin, hangi görüntülere dayanarak yazdığını samimi bir dille okurlara açıklaması, yanlış yaptığına inanıyorsa da özür dilemesi en doğrusu...
Aksi halde bu eleştiriler sürüp gidecek. Üstelik bu konu Hürriyet açısından da sıkıntı yaratan bir noktaya geldi. Hem de hiçbir sorumluluğu olmamasına rağmen...