Medya

Hürriyet Okur Temsilcisi'nden gazetesine: Keşke Orhan Pamuk'un referandum görüşlerini aktardığı söyleşi yayımlanabilseydi

"İleride bu dönemin yayımlanmayan haberleri için özel bir bölüm açacaklar"

20 Şubat 2017 12:35

Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Washington Temsilcisi Cansu Çamlıbel'in Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'la yaptığı söyleşinin yayımlanmamasını eleştirdi. Hürriyet'in, akademisyen ihraçları sonrası üniversitelerde yapılan protesto eylemlerini geniş bir biçimde haberleştirdiğini hatırlatan Bildirici, "Haberciliğin niteliğini yayımlanan kadar yayınlanmayan haberler de gösterir. O nedenle keşke yazar Orhan Pamuk ile yapılan ve referandum hakkındaki görüşlerini aktardığı söyleşi de yayımlanabilseydi" dedi. "İleride bu dönemin basın tarihini araştıracaklar da eminim yayımlanmayan (ya da yayımlanamayan) haberler için özel bir bölüm açacaklar" diyen Bildirici, "Bu bölüm bu dönemdeki basın özgürlüğünün durumunu anlamak açısından gösterge olacak" ifadesini kullandı.

Faruk BildiriciTürkiye'nin Nobel Edebiyat Ödülü alan ilk ve tek yazarı Orhan Pamuk, T24'ün aldığı bilgiye göre, söz konusu söyleşide, anayasa değişikliğine karşı düşüncelerini anlatarak, referandum için "hayır" görüşünü dile getirmişti. Gazete içinde yapılan değerlendirmede Orhan Pamuk'un Hürriyet'e verdiği söyleşinin yayımlanmamasına karar verildiği ortaya çıkmıştı. Pamuk da "Çamlıbel’in referandum hakkında fikrini sorduğunu" belirterek, “Ben de hayır oyu vereceğimi söyledim ve kararımı gerekçeleriyle açıkladım. Haber ne yazık ki doğru. Sonunda röportaj yayımlanmadı” açıklaması yapmıştı.

Bildirici'nin Hürriyet'te "Tecavüzü hafifletmeyelim" başlığıyla yayımlanan (20 Şubat 2017) yazısından bazı bölümler şöyle:

Gazeteci Cenk Başlamış, Twitter’da gazetecilik eleştirisinde bulunmuştu: “Medyada son zamanlarda yeni bir moda çıktı, ‘tecavüz’ yerine ‘istismar’ ya da ‘taciz’ deniliyor, suç hafifmiş gibi gösteriliyor.”

Aslında taciz-tecavüz haberlerindeki üslup değişimi bir süredir benim de dikkatimi çekiyordu. Başlamış’ın bu eleştirisini görünce konuyu incelemeye karar verdim. Çok uzun boylu gazete taramaya da gerek kalmadı; Hürriyet’te 3 Şubat’ta üçüncü sayfada yayınlanan “ ‘Saygın tutum’lu istismarcı” haberi somut bir örnek olarak karşıma çıktı. Bu haberde Diyarbakır’da yaşayan 14 yaşındaki bir lise öğrencisinin cinsel istismara uğradığı anlatılıyordu. Olayla ilgili olarak “... Burada kapıyı kilitleyerek mağdur N.S.’ye cinsel istismarda bulundu” bilgisi veriliyordu.

Bu çocuk, kapalı kapının ardında sarkıntılığa mı muhatap olmuş, taciz mi edilmiş, tecavüze mi uğramış, orası belirsiz. “Cinsel istismar” kavramı, cinsel saldırı suçlarının tümünü kapsıyor. Türk Ceza Yasası’nda “cinsel istismar” başlığı altında bu suçların hepsi sayılıyor. Eskiden Türk Ceza Yasası’nda “tecavüz” kavramı vardı; yeni düzenlemede “tecavüz” sözcüğü doğrudan kullanılmıyor, onun yerine “cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda” tanımı yapılıyor.

“Tecavüz” sözcüğünün yasadan çıkarılmış olması biz gazetecileri bağlamamalı. Çünkü mahkemeler bir suçu “cinsel istismar” başlığı altında değerlendirirken sarkıntılık, taciz, tecavüz olup olmadığına bakarak karar veriyor; dosyadan ayrıntılı bilgi alıyor.

Ama biz “cinsel istismar” diye yazdığımız zaman okurlar, o cinsel saldırının niteliği ile ilgili bilgi sahibi olma imkânı bulamıyor. Öyle olunca da bir tecavüzü, sarkıntılık ya da taciz olarak sunmuş oluyoruz okura. Ağır bir insanlık suçunu hafif gösteriyoruz böylece.

Bu sorunun asıl çözümü bu tür haberlerin kaynağında düzgün yazılması. Muhabirlerin, polis ya da savcıların sözcükleriyle yetinmek yerine suçun niteliğini öğrenerek habere koyması şart. Muhabir yanlış yazmışsa da editörler de olduğu gibi kullanmak yerine düzeltmeli, eksiğini tamamlamalı.

Dili yanlış kullanmanın sonuçları önceden kestirilemeyecek kadar ağırdır. İzmir’de geçen hafta yapılan “Ayrımcılıkla mücadele ve haberleştirme çalıştayı”nda konuşan akademisyen Mahmut Çınar’ın dediği gibi, “Dil masum değildir. Masum olmadığı kadar da dönüştürücüdür”. Gazetecilerin, dilin bu dönüştürücü gücünün farkında olması şart...

Akademisyen ihracına tepkiler

330’u akademisyen olmak üzere 4464 kişinin yargısız şekilde cezalandırılarak kamudan atılmasına neden olan 686 sayılı Kararname akşam geç saatlerde çıkmıştı. 8 Şubat’ta birçok gazete ile birlikte Hürriyet de ilk sayfasından okurlarına kısa spotlarla duyurabildi bu kararnameyi. Kuşkusuz tepkiler de haber değeri taşıyordu. Kararnamenin yayınlanmasının ardından yaşanan gelişmeleri öğrenmek okurların hakkıydı. Fakat medya genel olarak böyle bakmadı bu olaya. Sabah, Star ve Akşam gazeteleri sadece ihraçları haber yaptı; tepkileri yayınlamadı. Milliyet, 9 ve 14 Şubat’ta iç sayfalarda, Habertürk ise 9 ve 11 Şubat’ta birinci sayfadan yayınladı. Sözcü, tepkileri “AKP’liler bile bu kıyıma isyan etti” diye 9 Şubat’ta manşete taşıdı; 11-12 ve 14 Şubat’ta da gelişmeleri haber yapmayı sürdürdü. Cumhuriyet ve Birgün, tepki ve eylemleri her gün yayınladı. 

Hürriyet ise tepkileri, eylemleri, tartışmaları ve kulisi en geniş veren gazete oldu. İlk günden itibaren hemen her gün bu konuda haber vardı Hürriyet’te.

“Üniversitede ihraç şoku” (9 Şubat), “Liste yeniden YÖK’e gidecek” (10 Şubat), “Cüppe baskını” (11 Şubat), “Akademisyen ihraçlarına tepki” (12 Şubat), “Bilime siyasi yaptırım kabul edilemez” (13 Şubat), “Gergin veda” (14 Şubat), “Veda etti”(15 Şubat), “Efsanelerle veda ettiler” , “66 ders hocasız” (16 Şubat), “Derslerinizi aksatmayın” (17 Şubat) başlıklı haberler kimi zaman iki sayfaya kadar yayılan alanlarda okurun bilgisine sunuldu.

Habercilik refleksi de bunu gerektirirdi. Kamudan atılanların sayısının 121 bine yükseldiği, üniversiteden ihraç edilenlerin toplam sayısının 4 bini aştığı bu olağanüstü dönemde haberciliğin niteliğini yayınlanan kadar yayınlanmayan haberler de gösterir. O nedenle keşke yazar Orhan Pamuk ile yapılan ve referandum hakkındaki görüşlerini aktardığı söyleşi de yayınlanabilseydi. 

İleride bu dönemin basın tarihini araştıracaklar da eminim yayınlanmayan (ya da yayınlanamayan) haberler için özel bir bölüm açacaklar. Bu bölüm bu dönemdeki basın özgürlüğünün durumunu anlamak açısından gösterge olacak.


Yazının tamamı için tıklayın

İlgili Haberler