30 Nisan 2016 01:43
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Unutulan Zafer: Kut'ül Amâre" programına katıldı. Erdoğan, "Unutulan Zafer: Kut'ül Amâre" adlı programda yaptığı konuşmada, "Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum" dedi. Erdoğan, "Ayrıca bizim bir de 'mobil ordu'muz vardır. O da milletin ta kendisidir. O güzel Tokat türküsündeki 'Hey 15'li hitabı', savaşa giden, henüz bıyığı terlememiş gençleri ifade eder" diye konuştu
Doğan Haber Ajansı’nın haberine göre, Erdoğan, “son dönemde yapılan operasyonlara” da değinerek, "Er veya geç bu operasyonlardan zaferle çıkacak ve bu vatan topraklarında biz hainlere operasyon yaptırmayacağız" diye konuştu. Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen programa, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve Irak'ın Kut kenti Valisi de katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, törende yaptığı konuşmaya, "Bundan bir asır önce, 29 Nisan 1916 tarihinde kazandığımız zaferin hayırlı olmasını diliyorum. 1. Dünya Savaşı'nın tüm cephelerinde kahramanca mücadele ederek şehit olan, gazi olan askerlerimizin hepsini, rahmetle, minnetle yad ediyorum. Bu toprakları bizim kılmak için Malazgirt Zaferi'nden bu yana şehit olan bütün ecdadımızı rahmetle, minnetle anıyorum. Kurtuluş Savaşımızı kazanarak bu memleketi bize armağan eden Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere Cumhuriyetin kurucularını hayırla yad ediyorum" sözleriyle başladı.
Erdoğan, "Bu vatan bize kimsenin inayeti değildir. Bu coğrafya, millet olarak her gün bedelini ödediğimiz, anamızın ak sütü gibi helal olan asli vatanımızdır. Hakkını vermediğimiz hiçbir zaferimiz yoktur. 1400 yıllık İslam tarihinin bin yılında, bizim olmadığımız bir mücadeleye rastlamak neredeyse mümkün değildir. Anadolu'yu bunca yıldır muhafaza edebilmemizin arkasında işte böyle bir anlayış vardır.
Erdoğan, şöyle devam etti:
"Millet olarak temsil ettiğimiz bu geniş algının gerisindeki büyük mücadeleyi ve fedakarlığı çok iyi görmek ve değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Ülkemizde maalesef bu fotoğrafı gösterecek bir tarih anlayışı mevcut değildir. İyi niyetli çalışmalar vardır, ancak bunlar batıdaki çalışmalara göre çok sönük kalmıştır. Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyet'e atlıyorsa, biliniz ki o kişi milletimizin de, devletimizin de hasmıdır. Batı medeniyetinde Türk, belli bir kavmin adı değil tüm Müslümanları ifade eden bir isimdir. Dünyada 200 milyonun üzerinde bir varlığa sahip Türkçe konuşan toplumlar denince de akla önce bizim milletimiz gelir. Millet olarak temsil ettiğimiz bu geniş algının gerisindeki büyük mücadeleyi ve fedakarlıkları çok iyi görmek, çok iyi değerlendirmek ve idrak etmek mecburiyetindeyiz. Ülkemizde maalesef, nesillere bu büyük fotoğrafı gösterecek bir tarih anlayışı mevcut değil."
"Tüm cepheleriyle 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı milletimizin kıyamıdır. Yani ayağa kalkışı, şahlanışıdır. Tarih kitaplarında bizim milletimiz için ne denir? 'Asker millet' veya 'ordu millet' ifadesi kullanılır. Çünkü biz gerektiğinde, tüm fertleriyle, inancı, vatanı, bayrağı, devleti uğruna savaşabilen, bunu göze alabilen bir milletiz. Yani bizim ordumuz sadece muvazzaf değildir. Ayrıca bizim bir de 'mobil ordu'muz vardır. O da milletin ta kendisidir. O güzel Tokat türküsündeki "Hey 15'li hitabı", savaşa giden, henüz bıyığı terlememiş gençleri ifade eder.
“Maalesef biz resmi tarihimizi, yıllarca, tam da İngilizlerin istediği gibi düzenledik. 1. Dünya Savaşı'nın her cephesinde, başta İngilizler olmak üzere, düşmanlarımızın öfkeyle, dostlarımızın ümitle, ama tüm dünyanın şaşkınlıkla takip ettiği bir mücadele ortaya koyduk. Ateşkes anlaşması imzalandığında Osmanlı Ordusu tüm cephelerde savaşmaya devam ediyordu. Yani ortada çökmüş, bitmiş, teslim olmuş bir ordu, bir devlet yoktu. Bizim bu dönemde başımızı yakan, klasik sorunumuz olan cephede kazanıp masada kaybetmişdir, yani diplomasi eksikliğidir. Bizim için savaşın başladığı dönemde taşınan niyetlerle, savaşın bitiminde ortaya çıkan manzara çok farklıdır.
“Tümüyle yakılıp külleri havaya savrulmak istendiğimiz bir durumdan yeni bir Kurtuluş Savaşı'nı başlatıp başarıyla sonuçlandıracak morale, tecrübeye, azme kavuştuk. Geçtiğimiz 13 yılın siyasi sorumluluğunu üstlenen bir kişi olarak, tarihimizi yeni nesillere bu yönüyle anlatma konusunda yeterli mesafeyi kat edemediğimizi bir özeleştiri olarak burada ifade ediyorum. Demokrasiye ve kalkınmaya dair önceliklerimiz bizi öylesine kuşatmıştı ki, özellikle eğitimde, kültürde, sanatta arzu ettiğimiz değişimi gerçekleştirecek adımları atmakta maalesef yavaş davrandık. Eksiğimiz var, ama aşacağız. İnşallah bizim bu çabalarımızı hükümetimiz bir adım öteye götürecek, eksiklikleri tamamlayacaktır. Yaşadığımız son gelişmeler, bu değişimin bizim için en az diğer alanlarda sağladığımız başarı kadar önemli olduğunu gösterdi."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "üç fitne" olarak nitelendirdiği “mezhepçilik, ırkçılık ve teröre” de dikkat çekti. Erdoğan, "mezhepçilik" konusuna değinirken, "Burada hassas olmamız gerekir. Şiilik, Sünnilik... Bizi İslam dünyası içinde parçalamaya, yıkmaya çalışıyorlar. Kardeşlerim, bizim Şiilik diye, Sünnilik diye bir dinimiz yok. Bizim bu noktada tek dinimiz İslam'dır" ifadesini kullandı.
"Irkçılık" sorununa da işaret eden Cumhurbaşkanı, "Biz yaradılanı, Yaradan'dan ötürü sevmiş bir milletiz. Asla ırkçılık taassubu içinde de olamayız" dedi.
Üçüncü fitne olarak "terör"ü gösteren Erdoğan, "Şu anda terörle mücadele içindeyiz. Askerden, polisten, koruculardan şehitlerimiz var. Fakat ben şu anda karşımda askerimizi görüyorum. Ve içlerinde geleceğin adaylarını görüyorum. Sizler, peygamber ocağının içindesiniz. Dünyanın hiçbir yerinde askere 'Mehmetçik' denmez. Bizim milletimiz Mehmetçik der. Bu, "Küçük Muhammet" anlamına gelir. Benim asker kardeşim, polis kardeşim, korucum bu yola çıkarken böyle çıkmıştır. Bizde askere gidene 'kınalı kuzum' derler. Bizde anlayış bu. Böyle çıkmışız ve böyle gidiyoruz. Şimdi tabii, yoğun bir şekilde -malum- yapılan operasyonlar var. Kardeşlerim, bu operasyonların muzaffer ordusu, muzaffer komutası sizlersiniz. Er veya geç bu operasyonlardan zaferle çıkacak ve bu vatan topraklarında biz hainlere operasyon yaptırmayacağız.
Başbakan Davutoğlu ise "Kut'ül Amâre hepimizin zaferidir. Zorbalığa karşı birliğin altın levhasıdır. Devrin zorbalarına 7 düveli yenebileceğimizi gösterdik. Biz, aziz şehitlerimizin huzurunda yüz yıl sonra diyoruz ki, Kut'ül Amâra ruhu kıyamete kadar kazanacak." diye konuştu.
Davutoğlu, konuşmasına, Kut'ül Âmare kahramanı Halil Paşa'yı anarak başladı. "Güzel vatanımız, aziz milletimiz için kahramanca çarpışarak ölen bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Onlar, istiklal söz konusu olduğunda nelerin yapılabileceğini bütün dünyaya gösterdi" dedi.
Başbakan, bu zaferin öneminin, tarihi araştırmalar sonucu anlaşıldığını belirterek, "Oysa bu savaş, Osmanlı'nın hayat memat meselesiydi. Türk milletinin en esaslı baş kaldırılarıdan biriydi. Bütün Ortadoğu halklarının batıya doğru ilerleyen sömürgecilerin önünde direnmesinin destanıydı" diye konuştu.
Davutoğlu şöyle devam etti:
"Kut'ül Amâre unutulacak bir zafer değildir. Fakat eski Türkiye anlayışı uzun yıllar bu zaferi hatırlamak istemedi. Adeta, sistemli bir şekilde unutturmaya çalıştı.
“Her yıl Genelkurmay Başkanlığımızın sitesinden yapılan bir kutlama dışında Kut'ül Amâre hatırlanmadı. Ama bugün, Sayın Cumhurbaşkanım, sizin himayenizde Kut'ül Amâre tekrar milletimizin hafızasında, gönlünde hak ettiği yeri buldu. Kut'ül Amâre zaferi, çöküşün başladığı, umutsuzluğun yaygınlaştığı bir zaman diliminde, milletimiz için ve o coğrafyadaki bütün mazlum milletler için bir ab-ı hayat olmuştur. Çanakkale'de başlayan istiklalini koruma iradesinin bir benzeri Kut'ül Amâre'de ortaya konulmuştur.
“Çanakkale'de İstanbul, Kut'ül Amâre'de Bağdat savunulmuştur. Kut'ül Amâre şehitleri ve gazilerimizin o destansı mücadelesi, İstiklal mücadelemizle kurulacak Türkiye Cumhuriyetine ruh ve mana vermiştir. İstiklalimize göz diken işgalciler, 'hasta adam' dedikleri Osmanlı'nın üzerine toprak atmaya gelmişlerdir. Ama Kut'ül Amâre sayesinde hevesleri kursaklarında kalmıştır."
Davutoğlu, "Kut'ül Amâre hepimizin zaferidir. Zorbalığa karşı birliğin altın levhasıdır. Devrin zorbalarına 7 düveli yenebileceğimizi gösterdik" dedi.
Bugün yine geçmişteki o iki ruhun karşılaştığını, yüzleştiğini ve savaştığını vurgulayan Başbakan, "Kut'ül Amâre'de yenilenler kapıların arkasında başka başka hesapların içine girdi. Biz, aziz şehitlerimizin huzurunda yüz yıl sonra diyoruz ki, Kut'ül Amâre ruhu kıyamete kadar kazanacak" diye konuştu.
29 Nisan 1916'daki Kut'ül Amâre Zaferi'nin, 13 binden fazla İngiliz askerin esir alındığı kutlu bir zaferin adı olduğunu belirten Davutoğlu, Türklerin her zaman savaş hukukuna riayet etmiş bir millet olduğunu dile getirdi.
Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Dün savaş şartlarında esirlere nasıl nezihçe davrandıysak, bugün de din, dil, etnik kimlik, mezhep farkı gözetmeden, savaş ve ölümden kaçan tüm mazlumlara öyle davranıyoruz, onlara kucak açıyoruz.
“Millet olarak savaşta da barışta da birlik içinde bir olmanın, onun da ötesinde insanca davranmanın örneğini sergiliyoruz. Çünkü bizi yüzyıllarca bu coğrafyanın manevi ve zenginlikle yoğrulan hamuru birbirimize bağlamıştır."
"Kut'ül Amâre etkinlikleri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na alternatif gibi gösterildi. Asla alternatif değildir. Bu bayramlar birbirinin ayrılmaz cüzleridir ve birbirinin takipçileridir.
“Kut'ül Amâre'yi anlamayan, Çanakkale Savaşı'nı anlamayan, 23 Nisan'daki milli iradeyi, milli egemenliği de idrak edemez. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı da hepimizin bayramı, Kut'ül Amâre de hepimizin zaferidir."
© Tüm hakları saklıdır.