Suriye’de çatışmaların sona ermesini ve uzlaşmaya dayalı bir geçiş hükümeti kurulmasını amaçlayan Cenevre görüşmelerine Rusya’nın isteği üzerine Demokratik Birlik Partisi de (PYD) davet edildi. Radikal yazarı Cengiz Çandar, PYD’nin Cenevre’ye gitmesine ilişkin “Eğer, Cenevre-3 gerçekleşirse, “Viyana Süreci” yürümeye başlamış olacak. Rusya ile Türkiye arasında PYD çekişmesini, Ankara kaybetmiş sayılacak” dedi.
Başbakan Davutoğlu’nun PYD’ye ilişkin yaptığı açıklamayı hatırlatan Çandar, “Türkiye, PYD’nin ayrı muhalefet tarafı olarak ve Kürtleri temsilen görüşme sürecine çağrılması, Türkiye’nin ‘kırmızı çizgisi’… Rusya bastırdı ve PYD, Kürt muhalefeti olarak Cenevre’ye gelmesi için davetiye gönderildi. Rojava’dan giden bir PYD heyeti Brüksel’de Eş Başkan Salih Müslim ile buluştu. Birlikte Cenevre’ye gidecekleri günü bekliyorlar ” ifadesini kullandı.
Çandar’ın Radikal’de “ 'Kırmızı çizgiler' savaşı...” başlığıyla bugün (24.01.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye'nin izlemekte olduğu Suriye politikası ve bununla içiçe girmiş durumdaki Kürt politikası tepeden tırnağa değiştirilmez ve "barış" yönüne ve "barışçıl-siyasi çözüm" rotasına sokulmaz ise bütün ülke, her anlamda, büyük bir felakete doğru yol alacak.
Türkiye’yi, hepimizi, herkesi çok yakından ilgilendiren nitelikte haber, Financial Times’ın bu haftasonu sayısında birinci sayfadan girilmişti. İçeride ayrıntılı bir biçimde, tam bir sayfa kapsayacak şekilde işlenmişti.
Haberin kaynağı “çok üst düzey iki Batılı istihbaratçı” olarak veriliyor ve söz konusu habere göre, Putin bir ay kadar önce Rusya askeri istihbaratının başındaki General İgor Sergun’a Şam’a Başşar Esad’ın “çekilmeye ikna etmesi” için göndermiş. Sergun, 3 Ocak’ta aniden öldü.
Habere göre, Putin, Başşar’ı ikna edemeyince, askeri desteğini iki misline çıkartmış. FT’nin görüşlerine başvurduğu “Rusya uzmanları”, Kremlin’in “pragmatik tutumu”na dikkat çekiyorlar ve Suriye’ye yönelik “askeri müdahalesi”nin “Suriye liderinin kaderi üzerinde söz sahibi olmak kadar, Rusya’nın uluslararası sahneye kendisini etkili bir biçimde yerleştirme hesabıyla ilgili olduğu”nun altını çiziyorlar.
Örneğin, Dmitri Trenin, “Putin için” diyor, “Suriye müdahalesi hiçbir zaman Esad’ı iktidarda tutmak amacıyla ilgili değildi. Amerikalıları, Rusya’nın bu sorunda anahtar rol sahibi olduğunu kabul etmesini sağlamak amacıyla ilgiliydi. Bu da Viyana süreciyle elde edildi.”
İki dışişleri bakanı, John Kerry ve Sergei Lavrov’un ellerine bakan “Viyana Süreci” gereğince, Suriye’de çözüm için bir “takvim” ve buna bağlı “geçiş süreci” belirlenmişti ve bunun ilk aşaması olan rejim ile muhalifler arasında Cenevre’de yarın (25 Ocak) görüşmelerin başlaması gerekiyordu.
Başlayamayacak. Eğer toptan imkânsız hale gelmezse, en azından ertelenecek ve en erken, muhtemelen, 30 Ocak’ta başlayacak.
En son pürüz, Cenevre’de, rejimin karşısında “muhalefet” olarak kimin oturacağı konusunda çıktı. PYD’nin katılması konusu, başlıbaşına bir pürüz.
Türkiye, PYD’nin ayrı muhalefet tarafı olarak ve Kürtleri temsilen görüşme sürecine çağrılması, Türkiye’nin “kırmızı çizgisi”…
Rusya bastırdı ve PYD, Kürt muhalefeti olarak Cenevre’ye gelmesi için davetiye gönderildi. Rojava’dan giden bir PYD heyeti Brüksel’de Eş Başkan Salih Müslim ile buluştu. Birlikte Cenevre’ye gidecekleri günü bekliyorlar.
Eğer, Cenevre-3 gerçekleşirse, “Viyana Süreci” yürümeye başlamış olacak. Rusya ile Türkiye arasında PYD çekişmesini, Ankara kaybetmiş sayılacak.
Olmazsa, Suriye’de çözüm mekanizması daha yolun başında raydan çıkmış olacak.
“Suriye durumu”nun, Türkiye’nin dış politikasının yanı sıra, esas olarak, içindeki durumu nasıl birebir ve doğrudan ilgilendirir hale geldiğini The Economist’in son sayısında başyazı konumunda yayımlanmış olan “Futile Repression-Beyhude Baskı” başlıklı “Türkiye’nin cumhurbaşkanı Kürtleri ezmeye son vermeli, barış görüşmelerini yeniden açmalıdır” alt-başlıklı yazısında görebilmek mümkün.
Türkiye’nin içinde son dönemde şiddetin tırmanma öyküsünün anlatıldığı, PKK’ya yönelik de sert eleştirilere yer verilen (yani PKK yanlısı bir yazı kesinlikle değil) yazının sonu aynen şöyle:
“Öcalan’ın kabul etmiş olduğu, Türkiye’deki Kürtlere daha geniş bir özerklik temelinde yürütülecek barış görüşmelerine geri dönmek, mümkün olan tek çözüm olarak ortaya çıkıyor. Batı, Türkleri ve Kürtleri, birbirleriyle değil, İD (İŞİD) ile savaşmaları gerektiğine teşvik etmeli. Eğer, Erdoğan Türkiye’de kendi savaşını yürütmekte ısrar ederse, Suriye’deki iç savaşı sona erdirmek imkânsız olacaktır.”
Kürt sorununun “askeri yöntemler” ile çözülebilmesinin imkansızlığına 20 yıldan fazla süredir inatla ve ısrarla dikkat çekmiş birisi olarak, dünyanın gelmiş geçmiş tartışmasız en büyük beyinlerinden biri olan Albert Einstein’ın şu ünlü sözünü hatırlatmalıyım:
“Her seferinde hem aynı şeyi yapıp hem de her seferinde farklı sonuç beklemek için çıldırmış olmak gerekir.” (Buradaki çılgınlık sözcüğünü ahmaklık olarak çevirmiş olanlar da var…)
Kürt sorunu konusunda Türkiye ve Suriye’de izlemekte olunan tavır, Einstein’in anlatmak istediğine uygun düşüyor…
Temmuz 2015’ten itibaren “çözüm süreci”nin toptan “havaya uçurulması”yla birlikte içine girilen bugünkü gelişmelerin “perde arkası”nda da “Suriye Kürtleri ile ilgili gelişmeler” ve Türkiye’nin, konu Kürtler olunca, bitmek tükenmek bilmeyen ama sürekli olarak da silinen “kırmızı çizgiler”ini bulabiliyoruz.
Avrupa’da Mezopotamya Yayınları tarafından, “çözüm süreci dönemi”nin “İmralı Notları” kitap haline getirilerek yayımlandı. Şu son derece ilginç satırları dikkatlere sunmakta yarar var:
“… 9 Kasım 2013’te İmralı’ya giden BDP heyeti içerisinde yer alan (Sırrı Süreyya) Önder ile Öcalan arasında şöyle bir diyalog geçer:
Önder: Ben Başbakan’a dedim ki, “Şimdi ben heyete girersem Kandil’e de gideceğim. Siz süreç hakkında ne düşünüyorsunuz, neleri yapmayı planlıyorsunuz” diye sordum. O da bana “Cemil’e (Bayık) söyle, bana meydan okuyup durmasın” dedi.
Öcalan: (Gülerek) Türk işi kabadayılık! Cemil’i ben uyaracağım, Başbakanı da siz uyarın. Bu işler bu üslupla olmaz.
Önder: Başbakan devam etti: ‘Bana ne yapacağımı soruyorsun, söyleyeyim. Her şeyi yapacağım. Bir zamanı var ve bu konuda Apo ile de anlaşmışım. Tek bir kırmızı çizgim var, o da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim’ dedi.
(Tayyip Erdoğan, bu düşüncesini geçen yıl S. Arabistan dönüşü uçakta gazetecilere de gayet net biçimde ifade etmişti. cç)
Öcalan: (Sinirlenerek) Sen de ona söyle: Biz de Merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir!
Aynı görüşmenin devamında Suriye ve Rojava konusu tekrar gündeme gelir. AKP’nin Rojava politikasını eleştiren Öcalan, şu değerlendirmelerde bulunur:
‘Anti-Kürt ittifakı sürdürülürse savaş kaçınılmaz olur. Ben onlara da, (devlet heyetine) Suriye’de beraber ittifak yapalım, dedim. Davutoğlu iki yıl kaybettirdi. Duvar neden örülüyor; (Rojava sınırında örülen duvar) çılgın mısınız? Tel örgüler neden örülüyor? Mayınlar niye döşeniyor? Çılgın mısınız? Tek istekleri Kürtlerin orada güç olmaması. Ama Kürtler orada olmasa faşist bir rejim oluşur. Nasıl bir çılgınlıktır bu? Sen oraya tel örgü dikmek yerine sınırları kaldırmalısın. Var olanları sökmelisin. El Nusra vb. çeteleri destekleyeceğine niye bunları görmüyorlar? Davutoğlu’nun çevresinde karışık insanlar var. Suriye’de Kürtler olmazsa süper faşist bir güç oluşur.’
… Ve bütün bu tutanakların ışığında anlaşıldığı kadarıyla, İmralı görüşmelerinin asıl kırılma noktası Rojava konusudur.
… Ve tutanaklardan da anlaşıldığı gibi Rojava her iki taraf için ‘kırmızı çizgi’ olarak kalmaya devam eder.”
Birincil kaynaklar üzerinden kitap haline getirilmiş “İmralı Notları”nda daha neler neler var ama bu yazıda kalan yer yok...
Noktalayalım:
Türkiye’nin izlemekte olduğu Suriye politikası ve bununla içiçe girmiş durumdaki Kürt politikası tepeden tırnağa değiştirilmez ve “barış” yönüne ve “barışçıl-siyasi çözüm” rotasına sokulmaz ise bütün ülke, her anlamda, büyük bir felakete doğru yol alacak…