Cumhuriyet yazarı Murat Sabuncu, Britanya'da gerçekleşen referandumdan "AB'den ayrılık" sonucunun çıkmasının Türkiye'ye etkilerine ilişkin olarak, "Ülkeyi aydınlar, gazeteciler, akademisyenler ve kendi gibi düşünmeyenler için cehenneme çeviren Erdoğan’ın, bir 'çıpa'nın daha kaybolmasıyla 2şiddetini artırmasını' beklemek muhtemel" diye yazdı.
Murat Sabuncu'nun Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (26 Haziran 2016) nüshasında yayımlanan 'Türkiye demokrasi çıpasını kaybetti' başlıklı yazısı şöyle:
Önce Britanya’da Avrupa’dan ayrılmayı isteyen grubu referandum sonuçlarına göre “kabaca” tarif edelim. Orta yaş ve üzeri; ülkenin “refahından” yeteri kadar pay alamayan, göçmenlerin “ucuz iş gücü olarak gelişiyle işsiz kalacağını” hesaplayan, milliyetçi refleksi yüksek, büyükşehirlerin dışında yaşayan... Burada işçi sınıfının altını çizmek gerekiyor. BBC’den Selin Girit’in kelimeleriyle “özellikle işçi sınıfı artık geleneksel sol söylemlerle avunmuyor” olmasının sinyalleri son seçimlerde gelmişti. Girit’in de dikkat çektiği gibi “aşırı sağcı, milliyetçi ve Avrupa Birliği karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin sadece Muhafazakâr Parti’den değil, İşçi Partisi’nden de oy çalması” bu trendin ilk göstergesiydi.
Avrupa aslında bugün geldiği “siyasi dağılma” sürecinin ilk sinyallerini Yunanistan’ın ekonomik krizi sırasında vermişti. O zaman özellikle Almanların siyasetçisinden gazetelerine Yunanlılara “davranışı” çok tartışılmıştı. Merkel’in dönemin Yunanistan Başbakanı Papandreu’yu azarlarkenki fotoğrafı kayıtlara geçmişti. Peki o “azarın” yine bir referandum sebebiyle olduğunu kaç kişi hatırlıyor? Ülkesi ekonomik krizdeki Papandreu Yunanistan Başbakanı iken 2 Kasım 2011’de Angela Merkel ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye haber vermeden, AB ve IMF’nin 110 milyar Avro’luk “1. Kurtarma Paketi” için referanduma gideceğini açıklamıştı. Papandreu’nun kararına kızan Merkel ile Sarkozy, dönemin Yunan Başbakanı’nı bir gün sonra Cannes’daki G-20 Zirvesi’ne çağırmışlardı. Papandreu, Merkel’in azarlarını iki eli önünde bağlı dinlemişti. O fotoğraf ülkesinden büyük tepki çekince Papandreu, 9 Kasım 2011’de istifa etmişti.
O günlerde Yunan halkı “boğazlarını sıkan Nazilerden”, Almanlar ise “paralarını çalan tembellerden” yakınıyordu. Avrupa’nın “zenginleri” Birlik’teki “fakirleri” daha fazla finanse etmek istemiyordu. Ve bunu en sert şekilde dile getiriyorlardı. Yunanistan’ın Birlik’ten yollanması gerekitiği, arkasından diğer zayıf halkaların da gelmesinin kaçınılmaz olduğuna dair yorumlar yapılıyordu.
Bu ilk dalganın ardından daha büyük bir “siyasal, kültürel, ekonomik” dalga ise Suriye’deki savaştan kaçanların Avrupa kapısına dayanmasıyla yaşandı. Birliğin temellerini sarsan bir durumdu yaşanan. Sarsılan net olarak şuydu: Kendi ülkelerine mültecileri almak istemeyen liderlerin en çirkin pazarlıkları önce perde arkasında, sonra açık açık yapmaya başlamış olmalarıydı. Muhatap ülke ise Türkiye idi. Avrupa Birliği 3 milyar Avro yardım yapacak, vizeyi kaldıracak, Türkiye de mültecileri kendi topraklarında barındıracaktı. Bu “kazan-kazan” anlaşması Avrupa’ya değerlerini unutturmuştu. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi değerler, Avrupa’ya aday ancak bu değerlerin tamamını ayaklar altına alan bir ülkeyle sadece çıkarlar uğruna gözardı ediliyordu.
Türkiye’de ve Avrupa’da küçük bir grup insan bu çirkin pazarlığa karşı çıktı. Canlarını kurtarmak isteyen insanlar üzerinden yürütülmeye çalışılan bu pazarlık kısmen de olsa bozuldu. Ülkenin “tek adamı” Erdoğan’ın “Kapıları açarız, mültecileri size yollarız” tehditlerine rağmen. Avrupa Birliği’nden son gelen açıklamalar ve raporlar Türkiye’nin demokrasi eksiğini, medyaya baskısını yine, yeniden ülkenin iktidarının yüzüne vurmaya başlamıştı.
Britanya referandumundan Avrupa’dan ayrılma kararı çıktığında Birliğin kendi içindeki kaosu kadar, zaman zaman iniş çıkışlar yaşasa da Türkiye’nin önemli bir çıpasını kaybetmesi de kritik önem taşıyor. Giderek otoriterleşen ülkede; Avrupa’nın “kuruluş değerlerindeki kriterler” ve her şeye rağmen Türkiye’deki siyasetçilerin “kendilerine küçük de olsa ayar verme” çabalarının da akamete uğrama ihtimali yükseldi. Ülkeyi aydınlar, gazeteciler, akademisyenler ve kendi gibi düşünmeyenler için cehenneme çeviren Erdoğan’ın, bir “çıpa”nın daha kaybolmasıyla “şiddetini artırmasını” beklemek muhtemel. Avrupa kendi içinde bocalarken, yükselen milliyetçilik ve yabancı düşmanlığıyla uğraşırken Türkiye’ye bir şey söylemekte zorlanacaktır. Ya da söylediğinde Erdoğan’dan “siz kendi sorununuzu çözün önce” yanıtını alacaktır. Türkiye’de demokrasiye inananların “Birlik” ile yakınlaşmayı istemesinin ana nedeni, Avrupa kriterlerinin, modern Türkiye için çıpa işlevi görmesiydi. Şimdi bu çıpa “dipte taramaya” başladı...