Yaşam

Bir eşcinselin başına kışlada neler gelir?

'Eşcinselsen çiçek sevmelisin, karanlıktan korkmalısın, renklerden pembe olmalısın'

20 Ağustos 2013 11:59

 

Ulaş Gürpınar

(Agos – 19 Ağustos 2013)

 

‘Vatani hizmet’ olarak tanımlanan askerlikten muaf tutulmak için eşcinsellere reva görülen muamele ve bu muamele sonrasında onlara bahşedilen ‘çürük’ raporları en temel insan haklarını ayaklar altına alıyor. Yeni anayasada eşcinsel haklarının güvence altına alınması konusunda AKP, CHP ve MHP direnci sürerken, Ü.G.’nin okurken bile dayanılması zor tecrübesi, neden bir anayasal korunmaya ihtiyaç duyulduğunun en bariz örneklerinden.

 

Ü.G’nin hayatı, evine gelen zarfla bir anda değişir. Askerlikle uzaktan yakından ilgisi yoktur ve askere alınmayacağına o kadar emindir ki yoklama kaçağı olduğunun bile farkında değildir. Tecilli sanıyordur kendini. Muayeneye gittiğinde eşcinsel olduğunu doktora söyler ve diğer gün kendini askerî hastanede bulur.

Zorla silah altına alınsa da ortalıkta gözükmesi istenmez. Koğuşta yatması sakıncalı bulunduğundan hastaneye yatırılır, gel gör ki nereye kadar? Bir hafta sonra birliğine gönderilir. Yazıcı yaparlar hemen, ortalıkta fazla görünmemesi için. Gün içinde sözlü ve fizikî tacizlerin ardı arkası kesilmez…



Türkiye’deki eşcinsellerin orduya alınma(ma) sürecinde yaşadıklarını defalarca okuduk. ‘Kanıt’ olarak, cinsel ilişki ânından fotoğraf, fotoğrafın türlü gerekçelerle ‘yetersiz’ bulunduğu yerde görüntü istenmesine dair birçok vaka var önümüzde. Bir de, eşcinselliğini orduya kanıtlayamayıp zorla silah altına alınanlar var.

Ü.G.’nin hayatı, evine gelen zarfla bir anda değişir. Askerlikle uzaktan yakından ilgisi yoktur ve askere alınmayacağına o kadar emindir ki yoklama kaçağı olduğunun bile farkında değildir. Tecilli sanıyordur kendini. Muayeneye gittiğinde eşcinsel olduğunu doktora söyler ve diğer gün kendini askerî hastanede bulur. Önüne getirilen ve internetten bile rahatlıkla ulaşılabilen bir teste tâbi tutulur. “Bir resim çizsen çiçek çizer misin? Bir ev çizsen o ev kaç yaşında olurdu? Karanlıktan korkar mısın? En sevdiğin renk pembe mi?” gibi bilimsel(!) sorularla Ü.G.’nin eşcinsel olup olmadığı anlaşılmaya çalışılır.

Testteki sorulara beklenen yanıtları vermediğini söylüyor Ü.G. “Ben hard metalciyim, çiçek sevmem, karanlığa da bayılırım ayrıca” diye tanımlıyor kendini. Ama askerî hastanedeki tabip albayları tatmin etmiyor bu yanıt. Çünkü eşcinselsen çiçek sevmelisin, karanlıktan korkmalısın, renklerden pembe olmalısın. Muayene sürecinde kendisi gibi sıraya giren transseksüelleri görünce “Sizi bile askere almaya çalışıyorlarsa beni orduya komutan yapar bunlar” der, buhran içinde. İki hafta süren testler, gidip gelmeler, sıralarda beklemeler, tacizler ve topyekûn aşağılanmaların ardından raporunu alınca dünyası yıkılır: “Askerliğe elverişli, komando olamaz” buyurur TSK. Ardından yedi liralık sülüsü eline tutuşturulur ve acemi birliği, ver elini Erzincan.

 

Zincirleme taciz

 

Erzincan Ü.G için ayrı bir yıkım oluyor çünkü aslen Erzincanlıdır. Bütün hısım akraba Erzincan’da ve cinsel kimliğini onlardan da saklıyor. Nedenini sorduğumda, “Annem babam ilkokul mezunu ve çok yaşlı. Anlatamam, anlamazlar, üzülürler. Bu yaştan sonra üzmeye gerek yok. Akrabalarsa zaten psikopat, başıma daha fazla iş açmayayım” diyor.

Erzincan’a varmadan haberi ulaşıverir birliğine. Bir başka asker doktorun karşısına çıkar. Durumu bilen asker doktor psikolojik tacizden geri kalmaz. Hastalığını sorar, “bir hastalığım yok” der Ü.G. “Ben eşcinselim, burada olmamam gerekiyor” dediğinde tabip albayın cevabı kemikleşmiş zihniyeti de ortaya koyar. “Daha ne istiyorsun, cennete düştün işte!”

Zorla silah altına alınsa da ortalıkta gözükmesi istenmez. Koğuşta yatması sakıncalı bulunduğundan hastaneye yatırılır, gel gör ki nereye kadar? Bir hafta sonra birliğine gönderilir. Yazıcı yaparlar hemen, ortalıkta fazla görünmemesi için. Gün içinde sözlü ve fizikî tacizlerin ardı arkası kesilmez. Yemek kuyruğunda arkasına geçmek, ona daha yakın durmak(!) için kavga eder silah arkadaşları. Kantinden bir şey almak istediğinde başka alış veriş yapan askerler varsa yüzüne bakılmaz Ü.G.’nin, ama kimsecikler yoksa “içeri gel istediğin her şeyi vereyim”leri duymak sıradanlaşmıştır onun için.

 

LGBT örgütünde şok muamele

 

Nasıl dayandığını soruyorum, “Dayanmak zorundaydım, her gün ‘bitecek’ dedim, ‘bugün de geçecek’ dedim” diyor. İki kere mide kanaması geçiriyor strese bağlı olarak. Mide rahatsızlıklarına alışık olduğu için rahatsızlığı ayakta atlatma yöntemleri geliştirmiş yıllar içinde kendine göre, askerde de geliyor üstesinden. Nezle değil, sıyrık değil, baş ağrısı, burun kanaması değil; mide kanaması üstesinden gelinen.

Bu üstesinden gelmeler sırasında tek başına üstesinden gelemediği mevzu için LGBT örgütleri gelir aklına. Bir çarşı izninde kapılarını çalar, destek alabilmek umuduyla. Aldığıysa destek değil, yeni bir tokat olur onun için: “Şu anda yetkili kimse yok, ben size iki tane gay pornosu vereyim, rahatlarsınız.”

 

Dost(!) uzman çavuş

 

Birliğindeki bir uzman çavuş dost gibi yaklaşır Ü.G’ye. Her gün gazete getirir, hal hatır sorar, sırtını sıvazlar. Onu anlayan biri çıktığını zanneder ilk zamanlar. Askerden sonra gelen telefonla ise işin rengi belli olur. Dost canlısı uzman çavuştur arayan. “Tayinim Edirne’ye çıktı, görüşelim artık” der. Ü.G. vefa borcunu ödemek derdinde, “Yengeyi, çocukları al gel seve seve ağırlarım sizi” der. Uzman çavuş ise “S.ktir et yengeyi, baş başa görüşelim. O zaman yapamadığım şeyler vardı, bir rahatlayalım” der.

Acemiliğini, sık sık ziyarete gelen akrabalarına durumunu çaktırmadan atlatır. Yemin töreninde de annesini mutlu etmenin verdiği huzurla usta birliğine yol alır, Kıbrıs’a…

15 saat süren gemi yolculuğunu Olimpo Garajı’ndaki bir sahneye benzetiyor Ü.G. “Beni de atarlar mı gemiden?” diye bekliyor. Acemi birliğindeki yardımsever(!) uzman çavuşun verdiği bir isim var aklında hep. “Senin işini çözse çözse o çözer” demiş. Kıbrıs’a gidince onu bulması gerek ama kolay değil, ulaşması gereken kişi ‘paşa’lardan. Büyük uğraşlar sonucu buluyor paşayı. Paşanın “Ben ordumda böyle şey istemem” lafına aynen karşılık veriyor, “Vallahi ben de istemem paşam.”

Bu sırada İstanbul’daki arkadaşlarıyla iletişim kurma şansı bulur. Tanıdık bir ses, bir destek arar, fakat arkadaşlarının sözleri de onun için yine bir yıkım olur: “Çok abartıyorsun bazı şeyleri. Bak, bilmem kim de gitti askere. 15 ay para karşılığı askerlerle ilişkiye girip para bile biriktirdi. Dönünce araba aldı kendine. Sen de yapsana!” Görüşmemiz boyunca sadece burada sesinin yükseldi, sinirlendi Ü.G. “Bizim daha kendimize saygımız yok, sonra bu toplumdan saygı bekliyoruz. Daha çok bekleriz.”

 

Down sendromlular bile askere

 

“Ben birliğimde böyle şey istemem” diyen paşanın hassasiyetiyle(!) Ankara’ya sevk olur alelacele. Yol masrafını karşılamaz ordu, cebindeki son parayla ucuz bir uçak bileti bulup kendini Ankara’ya atar. Askerî hastanede çeşitli dertlerden mustarip asker hastalarla kalır bir hafta boyunca. Down sendromluların da askere alındığına şahit olur. Bir haftalık bekleyişin ardından kurula bile girmeden imzalatılan kâğıtlarla özgürlüğüne kavuşur kavuşmasına da derdi henüz bitmez. Ailesini inandırmak için rapor üzerinde küçük bir oynama yapar.

‘Psikoseksüel bozukluk’ raporunu birkaç photoshop ustası arkadaşıyla ‘ülser’ raporuna çevirir. “Ülser nedeniyle kimi terhis etmişler oğlum” diyen ailesinin kaygısı “oğlumuz kanser oldu da bizden saklıyor”a kadar gider. Onları ikna için doktor doktor gezer ve “Askere gidenlerde strese bağlı mide bozuklukları sık görülür” diyen doktor, aileyi “oğlumuz kanser” fikrinden kurtarır.

Ü.G’nin hikâyesi yakın bir döneme ait olsa da hafızası çok şeyi silme çabasında. Görüşmemizde süreci, zamanları, olayları, kişileri, mekânları dile getirmekte zorlandı. Bunca şeye karşın “ben ucuz yırttım” diyebiliyor. Yayımlanmadan önce rahatsız olabileceği bir şeyler olabilir diye yazdıklarımı okumasını önerdim, “Beni daha fazla ne rahatsız edebilir ki” dedi, bir şey diyemedim…

 

İlgili Haberler