10 Şubat 2013 11:09
Siyasetçi Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, Kürt sorununun çözüm sürecine ilişkin olarak, “Aydınların yapacağı en önemli katkı; tarafları yüreklendirmenin yanı sıra halka yapılanların sonuçlarını anlatmaktır. Nedense herkes Diyarbakır’a gidiyor; Yozgat’a, Trabzon’a, Manisa’ya da gidelim; bu projenin “daha fazla çocuk ölmesin” ve “birlikte yaşama” projesi olduğunu anlatalım” dedi.
Aydınlar, sanatçılar barışa giden yolda kendi önerilerini anlatmaya devam ediyor. Yaşar Kemal, Haydar Ergülen, Mehmet Bekaroğlu, Zeynep Tanbay, Ezel Akay ve Oktay Kaynarca’nın ortak çağrısı da adil bir barış
Süreci ve çözümü destekliyorum. Ben bu konuda söyleyeceğimi söyledim. “Bu Bir Çağrıdır” kitabımda yazdığım şu satırları hatırlatmak isterim:
...70 yıldır Kürt kültürüne, diline izin verilseydi, bu iki kültür aynı toprakta geliştikleri için... Birbirlerini besler, geliştirmezler miydi? Anadolu özgün kültürlerin vatanı olmaz mıydı?
...Bu bir demokrasi sorunudur başka bir şey değil. Bu biraz da ırkçılık sorunudur, bir bağnazlık, bugünkü dünyayı anlamama sorunudur.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette adı ‘barış’ olan, içinde ‘barış’ geçen her sürece olumlu bakarım. Sevdiğim şair Refik Durbaş’ın “Barış Koyun Çocukların Adını” başlıklı bir şiiri vardır ve durumu yeterince anlatır zaten.
Bir aydın bu süreçte ne gibi katkılar yapabilir?
Daha önce Başbakan’ın edebiyatçılarla buluştuğu kahvaltıya katılmış ve üstelik içinde bulunduğum sol kamuoyunun da hayli ağır eleştirileriyle karşılaşmıştım. Orada Madımak Oteli’nin bir ‘utanç müzesi’ olarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini söylemiştim, görevden alınan kültür bakanı Ertuğrul Günay da o toplantıdaydı, Kürtlerin Türkleştirilmemesi, Alevilerin Sünnileştirilmemesi yolunda görüş belirtmiştim ve Başbakan’ın şair Ataol Behramoğlu’na açtığı davayı geri çekmesini talep etmiştim. Tabii ki hiçbiri olmadı. Bu açıdan bakınca Kürt sorunu da pek iç açıcı görünmüyor.
Size göre barışın dili nasıldır, kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?
Kullanılan dil çok açık değil mi, muktedirin dili, ötekinin dilsizliği.
Bu ülkede hiçbir mezhep ve halk, tali unsur değildir. Herkes eşit haklara sahip yurttaşlardır. Ben yarısı Türk, yarısı Kürt bir Aleviyim, bu durumda asli mi yoksa tali bir unsur mu sayılacağım?
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemde sürece “bağlayıcılık” kapsamında bakılmaya başladığını sanıyorum. “Kürt kimliğinin tanınması” artık kalıplaşmış bir ibare halini almaya başladı. Ama önemli olan şu: Türk kökenliler arasında farklı dünya görüşü veya hayat tarzlarını benimsemiş oldukları halde, bunu bir haksızlığın düzeltilmeye çalışılması olarak anlayan ve gerekirse devlet politikalarına ve resmî görüşe rağmen savunacak kayda değer sayıda insan var artık.
Sanatçı olarak katkıda bulunabileceğiniz alanlar nelerdir?
Bekleyerek görmek yerine, herkesin yapacağı bir şeyler elbette vardır. Ben “sanatçı olarak” yeri geldiğinde dilim döndüğünce önyargıları yıkmaya, barışın ve kardeşliğin değerini vurgulamaya çalışıyorum. Ama mesele –maalesef çok büyük, ben onun karşısında çok küçük kalırım. Hepimiz el atalım.
Size göre barışın dili nasıldır?
Daha önce başarıya ulaşamamış barış süreçleri kamuoyu desteğine sahip değildi. Son olaylar gösteriyor ki, hassasiyet yön değiştirmeye başlamış: Provokasyonu Türklerle Kürtler arasındaki uyuşmazlığın çatışması olarak anlayıp barış arayışını düşmana zaman kazandırma hatası saymak yerine, “barışı istemeyenlerin çabası bu, boşa çıkaralım” fikri öne çıkıyor.
Barışın önündeki en büyük engeller nelerdir?
“Sakın ha görüşme yapılmasın, bu vatanı satmaktır!” diye bağıranlar, kışkırtıcılık yapanlar her zaman olacaktır. Terörle çatışıyormuş gibi görünüp işbirliği yapanlar da çıkabiliyor. Silah bırakmak yerine dağda bile olsa savaş zengini, savaş ağası kalmayı tercih eden “komutanlar” da hepten yok olmaz. Bunlar bazen oylarını ve tirajlarını biraz arttırabilir, başarılı bir baskın tezgâhlayabilirler.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değerli bir hazine gibi görüyorum. İmralı’ya kim gider, kim karar verir, o şunu yapmıştı, bu şunu demişti gibi tavırlarla, barışı heyecanla bekleyen tüm ülkenin yüreğini hoplatarak değil, çok olgun, çok akıllı, büyük sorumlulukla yapmaları gerekiyor bu müzakereleri.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şehit Aileleri de dahil, 75 milyon insan barışı bekliyor ve istiyor. Paris’teki cinayet sonrasında, hem her iki tarafın tutumu, hem tüm kamuoyunda müzakerelerin durması endişesi, barışa olan özlemi açığa vurdu.
Sanatçı olarak katkıda bulunabileceğiniz alanlar nelerdir?
Savaşın korkunçluğuna, adaletsizliklere, sistemin yanlışlıklarınadır fırça darbeleri, piyano tuşları, sazın telleri, şarkı sözleri, mısralar, romanlar, filmler, danslar... Sanatın olmadığı bir dünyada 40 bin insanın ölümüne, 17 bin faili meçhul cinayete, Roboski katliamına rağmen nasıl devam edebilirdik yaşamaya, umut etmeye? Evet, maalesef “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağıran “sanatçılar”ımız var bu ülkede, ama çok şükür “PKK mağaralarına giderim” diyen Ayşen Gruda gibiler çoğunlukta. Sanatçı asker olamaz çünkü savaş karşıtıdır.
Size göre barışın dili nasıldır?
Olumlu, saygılı, yumuşak, anlayışlı, olgun, hoşgörülü, akıllıdır. İşte Türkiye için gerçekten bilinmeyen bir dil! Ben barışın dilinin sessizlik olmasını isterdim. Siyasi liderlerin konuşmaması, harekete geçmesi tercihim.
Barışın önündeki engeller nelerdir?
Vazgeçmek, inanmamak, güveni yitirmek, sabotajlar karşısında korkmaktır. Emile Zola’nın dediği gibi, “Adalet, ancak hakikatten; mutluluk, ancak adaletten doğabilir”.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok umutluyum. Bu kadar insan ölmüş, kan dökülmüş. Kanın durmasını, çocuklarımızın ölmemesini istiyoruz. Beraberliğin, kardeşliğin sürmesini istiyoruz. Ancak sorunun Misak-ı millî sınırları içinde çözülmesini istiyoruz. Görüşmeleri baltalayan her iki taraftan da farklı açıklamalar da olacaktır, oluyor da bunlara tahammül göstermek gerekiyor. Görüşmelerin kamuoyuna açık ve çok şeffaf bir şekilde yapılması gerekiyor.
Size göre barışın dili nasıldır, kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?
Kardeşlik sloganları attığımız süreçte bu tanımlamanın muhatabı olan meclisteki bazı BDP milletvekilleri adeta Kürt milliyetçiliğinin bayrağını göndere çekmek istercesine “Bize kardeşim demeyin. Bu lafı duymaktan nefret ediyoruz” dediler. Kardeşlik ruhunu ortaya koymaya çalışırken böyle bir cümle bizi iğreti ediyor.
Bir sanatçı bu süreçte ne gibi katkılar yapabilir?
Biz sanatçılar olarak belki barış filmleri çekip, barış şarkıları söyleyeceğiz. Belki barış festivalleri yapacağız.
Daha önce de başlatılan başarıya ulaşmayan barış süreçleri yaşandı, sizce yapılmaması gereken hatalar nelerdir?
Bu süreç karşılıklı görüşmeler gibi algılanmayıp, toplumun önde gelen insanları sivil toplum kuruluşları ile birlikte hareket edilseydi, daha kolay atlatılacaktı. Daha önceki açılım görüşmeleri sonucunda gerilla kıyafetleriyle, zafer işaretleriyle ülkeye girmeleri toplumu sarstı. Allahtan Paris’ten gelen cenazelerin töreninde böyle davranışlar olmadı. Başarılı bir sınav verildi. O sınav doğrultusunda hareket edilirse barışın başımızın üzerinde yeri var.
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halk çözüm iradesini çoktan ortaya koymuştur. Benim şahsen bu süreçten çok umutlu olmamım nedeni de budur. Aslında çözüm kendini dayatmaktadır; tüm taraflar, Türk ve Kürt halkı olarak herkes görüyor ki bu devam eden durum sürdürülemez. “Savaşarak” ya da “yok sayarak” gidilecek bir yol yok; ya sorunu anlaşarak çözeceğiz ya da yok olup gideceğiz. “Yok olmak”tan kasıt; çok büyük bedeller ödeyerek çok kanlı bir süreçten sonra ayrılacağız ve sonunda hepimiz eksik kalacağımız gibi sonrasında da birbirimizin sürgit amansız düşmanları olacağız.
Bu sefer en azından görüşmelerin yapıldığından haberdarız. Halk bunu biliyor, büyük bir çoğunlukla destekliyor.
Bir aydın sürece katkıda bulanabilir?
Aydınların yapacağı en önemli katkı; tarafları yüreklendirmenin yanı sıra halka yapılanların sonuçlarını anlatmaktır. Nedense herkes Diyarbakır’a gidiyor; Yozgat’a, Trabzon’a, Manisa’ya da gidelim; bu projenin “daha fazla çocuk ölmesin” ve “birlikte yaşama” projesi olduğunu anlatalım.
Size göre barışın dili nasıldır, kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?
Başbakan ikili bir dili tercih ediyor; TV programlarında, gazetecilerle konuşurken barış diline yakın, ama kalabalıklara hitap ederken, özellikle Meclis grubunda konuşurken bildiğimiz klasik kutuplaştırıcı ve ötekileştirici dile başvuruyor. İkide bir “Kürt sorunu yok Kürt kardeşlerimizin sorunu var” deyip duruyor. Aynı şey Kürt siyasetçiler için de geçerli; hala “Türkiye kan gölü olur” diyen, silahına davranan vekiller var. “Barışın dili nasıldır?” sorusunun cevabı çok basit, doğal dil, gündelik dil, insani dildir. Biz 30 yıldır bunu unuttuk.
Daha önceden de başlatılan başarıya ulaşmayan barış süreçleri yaşandı, sizce yapılmaması gereken hatalar nelerdir?
Önceki süreçlerde samimiyet, iyi niyet yoktu, taraflar zaman ve mevzi kazanmak için, karşı tarafı bir şekilde oyalamak için müzakere ediyor gibi yaptılar.
Barışın önündeki en büyük engeller nelerdir?
Bana göre en büyük engel siyasi hesaplardır. Hükümet ve Öcalan/PKK küçük hesaplara saparlarsa işin içinden çıkamayız. Bence çözülmeye çalışılan sadece Kürt meselesi değil. Yüz yıllık bir vesayet sistemimin tasfiye edilmesi, alışkanlıkların terk edilmesi söz konusu. Şunu diyorum; bu süreçten Başbakan, başkanlık sistemini, Öcalan, şartlarının iyileştirilmesini, Kürt siyaseti, kısmi bir özerkliği çıkarır ve tamam sorunu çözdük derlerse olmaz. Yapılması gereken şey; bu süreçten vesayet sisteminin tasfiyesini ve tam bir demokrasi çıkarmaktır.
15 gazeteci, akademisyen İçişleri Bakanı tarafından Ankara’ya davet edildi. Bakanla ve Polis Akademisi’nin başkanı olan profesörle, 1 Ağustos 2009’da Polis Akademisi’nin bir odasında, bir gün boyunca, uzun bir görüşme gerçekleşti.
O dönemde Başbakan’la ve Cumhurbaşkanı’yla da görüşmeler yapıldı, onlar da “Genel af dahil her yolun çözüm için deneneceği” şeklinde kararlılıklarını ifade ettiler. Bu koşullarda, PKK ve Öcalan’dan sürece destek açıklaması geldi. Kandil dağından bir grup PKK’lı dağdan inerek teslim olmak amacıyla Habur sınır kapısına(19 Ekim 2009) geldi.
PKK’lıların askeri kıyafetlerle gelmeleri ve otobüs üzerinden zafer işaretleri yapmaları, milliyetçi kamuoyunda tepkiye yol açtı.
O günden sonra “açılım” sözcüğü, yerini “birlik projesi” gibi soyut ifadelere bıraktı. Süreç hızla çatışmaya doğru ilerledi. 12 Eylül 2010 referandumuna; BDP ve PKK, CHP, MHP olumsuz yaklaştılar...
12 Haziran 2011 seçimleri gerginliğin had safhaya geldiği dönemeçlerden biri oldu. Gerginliğe rağmen, PKK seçim dönemi boyunca “eylemsizlik” kararını devam ettirdi.
Silvan saldırısı ve KCK tutuklamaları
14 Temmuz 2011’da, PKK Silvan yakınlarında araziye çıkmış 13 askeri pusuya düşürerek öldürdü. “Kürt Açılımı” o gün bitti. Hükümet, “Bu konu yaygın tutuklamalarla ve PKK’ya yönelik yurtdışı operasyonlarıyla çözülür” anlayışını seçti. PKK saldırılarını tırmandırıyordu. PKK bir saldırı daha yaparak 24 askeri öldürdü.
Hükümet ise çok sayıda üst düzey PKK yöneticisinin de öleceği büyük bir hava operasyonu düzenlendi. KCK operasyonları durmaksızın sürüyordu.
Devlet içinde iki eğilim
İçişleri Bakanı Atalay, “Kürt Açılımı”nı başlatmak amacıyla 2009 Ağustos’unda aydınları Ankara’ya davet ettiğinde, devletteki ana eğilim, “müzakere ve diyalogla çözüm”dü. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın da iradesi bu doğrultudaydı.
Devletteki “ikinci” eğilimin, yani “çatışmacı” formülün etkisini artırması ve KCK tutuklamalarının yaygınlaştırılması, bazı çevrelerde “1990’lara mı dönüyoruz” endişesini körükledi. 12 Haziran 2011 seçimleri Güneydoğu’da kıran kırana bir mücadele içinde geçti. AK Parti ile BDP’nin desteklediği adaylar arasındaki mücadele, iki tarafta da “savaş dili”nin egemen olduğu bir atmosfer yarattı.
Çözüm isteyenlerin beklentisi, seçim sonrasında dilin yumuşamasıydı. Umulanın tersi oldu. PKK şehirleri, sivilleri hedef alan bombalamalara, saldırılara girişti. Askeri karakollara pusular düzenledi, sivil memurları kaçırdı.
KCK tutuklamaları yaygınlaştıkça, şiddetle, terörle hiç bir ilişkisi olmayan isimlerin, hatta şiddete karşı çıkan aydınların tutuklanmasına başlandı. Öcalan’ın avukatlarının tamamı gözaltına alındı, çoğunluğu tutuklandı.
Kısa sürede çözüm beklentisi
Hükümete yakın çevrelerde, bu dönemde, “sorunu askeri yöntemlerle çözme” konusunda yeni iddialar ve tezler de ortaya çıktı: Bu tezlere göre, Türkiye, İran’la, Kuzey İrak’taki Kürdistan yönetimiyle, Irak yönetimiyle ve ABD ile anlaşmıştı. Bu ülkelerin ortak harekatıyla PKK bir kaç ay içinde bitirilecek, böylece BDP üzerindeki PKK baskısı da kaldırılacaktı.
İran, Türkiye ile bu konuda ortak hareket edeceğine, işbirliği yapacağına dair bir tutum göstermedi. Barzani, Kandil’e yönelik bir harekâtı onaylamadıklarını ve kendilerinin böyle bir harekata destek vermelerinin söz konusu olmadığını Türkiye’ye gelerek açıktan dile getirdi.
ABD’nin Kandil’e yönelik bir kara harekâtına sıcak bakmadığı, kısa sürede netleşmişti. Ancak, KCK operasyonlarının yaygınlaştırılmasını savunmayı sürdüren çevreler, operasyoncu söylemlerini değiştirmiyorlardı. Bazı gazetecilere göre, PKK-MİT görüşmeleri sürüyordu. Hatta sonuca çok yaklaşıldığı bile söyleniyordu. Yine o dönemde PKK ile görüşmelerin Barzani ve Talabani üzerinden yürütüldüğüne ilişkin bilgiler geliyordu...
» YARIN: SONUÇ, İMRALI SÜRECİ 2013
» YARIN: AYNUR DOĞAN-REİS ÇELİKKENAN IŞIK-CEZMİ ERSÖZ-AYDIN ENGİN
© Tüm hakları saklıdır.