15 Haziran 2015 10:53
Seçimlerin ardından geçen ilk haftanın en çok konuşulan ismi CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal oldu. Baykal’ı yıllar sonra bir kez daha Türkiye siyasetinin gündemine taşıyan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçimden sadece 3 gün sonra kendisiyle yaptığı 2.5 saatlik sürpriz görüşmeydi. Baykal, "Bunu hayırlı bir başlangıç olarak değerlendirmek ve teşvik etmek lazım. Bence caydırıcı olmak değil, bunun yaygınlaşmasını sağlamak lazım" dedi. "Ben neden böyle bir çağrıya Cumhurbaşkanı dışında başka kimseden muhatap olmadım sorusunu da kendi kendime sordum" diyen Baykal, "Konuşulması gereken durumlar var, konuşmak lazım" ifadesini kullandı.
Baykal, olası AKP-CHP koalisyonunda 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının şart olarak konulup konulmayacağına ilişkin olarak ise, ""Bunu koalisyon protokolüne koyamazsın, Anayasa izin vermiyor" dedi. Baykal, "O konuda bir önerge verilebilir. Ondan sonra da herkes gereğini yapar" diye konuştu.
Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtlayan (15 Haziran 2015) Deniz Baykal'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
- Tam koalisyon pazarlıkları öncesine denk geldiği için Cumhurbaşkanı’nın olası sürece dair ilk adımı olarak yorumlandı. Diğer muhalefet partilerinin çok tepkisini çekti. Kendi partinizde de rahatsızlık yarattığına dair kulis haberleri okuduk.
Bu görüşmede ben ne bir koalisyon müzakeresi yaptım ne bu konuda bir yetkim ya da görevim var. Ben bir milletvekili olarak, belki de Meclis açıldığında geçici başkanlık yapacak bir milletvekili olarak oradaydım. Partimin hükümet kurma konusundaki politikasının belli olmadığı bir ortamda benim bu yönde bir temas yapıyor olmam söz konusu değil. Kimsenin aracısı olarak gitmedim, kimsenin aracısı olarak da çıkmadım. Bu görüşme ben ilk gün ne söylediysem onun gerçekleştiği ve tamamen ülkenin siyasi konumunun istişare edildiği bir görüşme olmuştur.
Aslında böyle temasların daha yaygın bir biçimde yapılamıyor olmasını sorgulamak lazım. Bir ülkede elbette bir siyasi tıkanıklık ve açılım arayışının ortaya çıktığı ortamlarda yetkili kişilerin – bunlar cumhurbaşkanı da olabilir, parti genel başkanları da olabilir- kendi doğal çerçevelerini aşan temaslar yapmaları, değişik çevreleri dinlemeleri çok doğaldır. Her yerde de bu yapılır. Ama bizde ne yazık ki bu kutuplaşma ve gerginlik ortamı içinde bunlar yapılamaz haldeydi, hâlâ öyledir. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı ülkedeki kutuplaşmanın en temel noktasında duran bir insan. Bende onun karşısındaki siyasetin bir parçası olarak böyle bir buluşma gerçekleşince birdenbire şimşekler çakmaya başlıyor.
- Belki de herkesin bu kadar şaşırmasının sebebi şu; Sayın Cumhurbaşkanı’ndan söylediğiniz yönde kapsayıcı bir iletişim öngören bir tavra alışık değiliz. Özellikle de Cumhurbaşkanlığı makamına çıktıktan sonra bu tür istişarelere pek açık bir görüntü vermedi.
Çok haklısınız. O nedenle bunu hayırlı bir başlangıç olarak değerlendirmek ve teşvik etmek lazım. Bence caydırıcı olmak değil, bunun yaygınlaşmasını sağlamak lazım. Ben neden böyle bir çağrıya Cumhurbaşkanı dışında başka kimseden muhatap olmadım sorusunu da kendi kendime sordum. Konuşulması gereken durumlar var, konuşmak lazım.
Başka kimseden böyle bir çağrı almadım derken kendi Genel Başkanınızı mı kastediyorsunuz? Başka siyasi partiler de olabilir, kendi partim de olabilir. Gerçekten de bizim parti ayrımı gözetmeden çapraz ilişkiler içinde konuşmamız yararlı.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da bu savunduğunuz ‘çapraz ilişkiler faydalı’ yaklaşımı içinde gördünüz mü peki?
Evet, öyle gördüm.
- O halde Türkiye gerçekten de farklı bir Cumhurbaşkanı Erdoğan mı görecek artık, ciddi bir tavır değişikliği mi beklemeliyiz?
Size şunu söyleyebilirim; böyle bir karşılıklı değerlendirme içinde ben Türkiye neden böyle bir gerilimin içinde buna dair bilinen düşüncelerimi ve teşhislerimi tahmin edeceğiniz nezaket çerçevesi içinde net bir şekilde ifade etme imkânı buldum. Bu çok yararlı bir görüşme oldu. Ertesi gün Sayın Cumhurbaşkanı’nın gençlerle bir toplantısı vardı. Acaba bizim görüşmemizden yansıyan bir taraf var mı diye merakla baktım. O konuşmanın son zamanlarda Cumhurbaşkanı’nın yaptığı en iyi niyetli, en toparlayıcı, en anayasal sınırları net bir şekilde ortaya koyan bir konuşma olduğunu memnuniyetle gördüm.
- Siz bunları bir bütünün parçaları olarak mı görüyorsunuz? Sizinle yaptığı görüşme, sonrasında verdiği ‘ego’ mesajları kendisinin yeni bir yöntem arayışının tezahürü müdür?
Bunu kimse bilemez. Bir arayış var. Herkesin birbirine ihtiyacı var.
- Siz Tayyip Erdoğan’da gerçek manada yeni bir üslup arayışı gördünüz mü?
Bilemem, o konuda teşhis koyamam. Ama beni çağırdı, güzel konuştuk ve güzel ayrıldık. Bundan sonraki açıklamalarını da ben memnuniyetle karşıladım. O kadar. Bundan sonra ne olur bilemem.
- Siz geçmişte kendisinin en sıkıntılı döneminde anamuhalefet partisinin genel başkanı olarak kendisine elinizi uzatmıştınız. Hükümet karşısı cephede ‘Deniz Baykal yine kendisine kritik bir anda can simidi attı. Halkın başkanlık sistemi istemiyoruz mesajı verdiği bir dönemde Baykal’ın bu görüşmesi makamını meşrulaştıran bir şeydir’ diye yorumlayanlar var.
Seçim sonucunda çıkan reel tabloyu okumak lazım. Boğulan ve çırpınan bir cumhurbaşkanı ve ona simit atan birisi, yani bunlar ne ölçüde hayatın gerçekleriyle örtüşüyor, doğrusu bilemiyorum. Seçim meydanına çıkmış bir Cumhurbaşkanı ve o seçimin sonucunda AKP’nin ciddi bir oy kaybı var. Ama siyasi aktörler, yaralı da olsa bereli de olsa oyunu kaybetse de devam ediyor. Ortada bunu değiştiren bir tablo yok. Cumhurbaşkanı koalisyonu kuracak ya da koalisyonun müzakere edileceği unsur değil. O Türkiye’nin rotasına yukardan bir katkı yapabilecek ya da sorun çıkarabilecek bir noktada duran bir insan. Hepimizin isteği katkı yapan bir konumu sürdürmesi ve Türkiye’nin istikrar arayışına engel olmaması. Oy kaybetti-kaybetmedi benim meselem değil. Oy kaybetti onunla görüşmeyelim... Bir milletvekilinin bir cumhurbaşkanının ‘Sizinle görüşmek istiyorum’ çağrısına ‘Hayır, ben sana cankurtaran simidi vermek istemiyorum, o nedenle gelmiyorum’ söylenebilir bir şey midir Allah aşkına? Bu şuna benziyor; bir zamanlar da ‘Vay, sen Amerikan Büyükelçisi’yle ya da Rus Büyükelçisi’yle neden buluştun’ diye fatura çıkarılırdı. Bunları ben kendi siyasi hayatımda hep yaşadım. Amerikan Büyükelçiliği’ndeki yemeğe gitmekle de, Rus Büyükelçisi’yle yemek yemekle de suçlandım. Demokratik bir toplumda Cumhurbaşkanı gerekli gördüğünde bir milletvekiliyle görüşemeyecek mi? Bu benim siyasi anlayışım değil. Ben buna prim vermek istemiyorum.
- Görüşmenin ardından yaptığınız açıklama için ‘Ne kadar sık Sayın Cumhurbaşkanı ifadesini kullandı’ diye bile eleştirenler oldu sizi.
E ne yapacağız? (Gülüyor) Yani bu bir ruh hali. Demokrasiyi ve toplumu rahatlatan bir ruh hali değil ama anlayışla karşılanması gereken bir ruh hali. Çünkü Türkiye çok kutuplaştı. Ben 7 Haziran derken ondan öncesini unutalım demiyorum. Geride bıraktığımız dönemde Türkiye 13 yıllık giderek katılaşan otoriter bir tek parti yönetimine maruz kaldı. Siyasi güç bir yerde aşırı temerküz etti, demokratik rejimlerde olmayacak ölçüde. Herkes o temerküz etmiş gücün gölgesi altına girmek zorunda kaldı. Bu vahim bir şey ve bu giderek bir tedirginlik yarattı. Bugün karşılaştığımız bu siyasi tablo o aşırı güç birikimine reaksiyondur. Buradan bizim tekrar aşırı güç birikimini erken seçim yoluyla ya da başka yolla yeniden elde edip yeni bir güç temerküzüne yönelmemiz kadar yanlış bir şey olamaz.
- Görüşmeden ilk çıktığınızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erken seçime daha meyilli bir yaklaşım içinde olduğunu söylemiştiniz. Ancak Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı açıklamalar AK Parti’nin bir koalisyon arayışına kaydığını mı ortaya koyuyor?
İnşallah. Ben öyle olmasını arzu ediyorum. Ben bazı iktidar siyasetçilerinde seçimin ortaya koyduğu tabloyu beğenmeyip ‘Bu olmadı, biz önümüzdeki dönemi idare edelim, sorumlulukları başkasına yıkalım, biraz kaos da yaşansın, yeni bir seçime gidelim ve 7 Haziran’ın yanlışını düzeltelim’ bekleyişinde olduğunu görüyorum. Bunun Türkiye’ye ağır bedel ödeteceğini, hem de bunun düşündükleri gibi işlemeyebileceğini görerek bunlara sakın ha diyorum. ‘Mecburuz, Anayasa’nın bize hükümet kurmamızı emrettiği 45 gün oyalanalım’ demeyin. Kurmaya çalışın! Bunu gerçekleştirmek zorundayız, Türkiye’nin ihtiyacı bu. E ben yeniden temerküz ettiririm gücümü. Belki ayarlarsın edersin ama bil çok daha kötü olur bu süreçte Türkiye! O nedenle erken seçimi önceliğe alan yaklaşımı bırakın. Mümkün olan kaç tane koalisyon seçeneği varsa onun tarafları iyi niyetle bunu denesinler. Bu yaklaşımın giderek o dünyada da ‘ya bunu denememiz lazım’ noktasına gelebileceğini ya da gelmiş gibi gösterildiğini görüyoruz.
- Bazılarının AK Parti’yle koalisyonu kategorik reddetmesi bir tarafa 3 partinin de koalisyon koşullarından biri Cumhurbaşkanı’nın konumu. Şu anki parlamenter sistem ve mevcut Anayasa temelinde normalleşmiş bir cumhurbaşkanlığı icra etmesini talep ediyorlar. Sizin partiniz de, MHP de, HDP de...
Tabii ve ona siz AKP’yi de koyun aslında. O öyle bir taleptir ki içeriden yüksek sesle dile getirilmiyor olabilir ama oranın da ihtiyacıdır. Bu konu programla, koalisyonla, pazarlıkla halledilecek bir konu değil. Bu konu reel bir güç dengesiyle şekillenecek bir olaydır.
- Size şimdi kahve falı baktırmaya çalışmıyorum ama kendisini iyi tanıyorsunuz.
Ondan emin değilim (gülüyor), bilemiyorum ben de.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlık hayalinden vazgeçme noktasına gelir mi?
Bu işler böyle peşin hükümlerle çözülecek işler değil. Siyaset bir süreç. Kimse kendi kafasına göre siyaseti şekillendiremiyor; ne ülke içinde ne de dünyada. Obama da yapamıyor... Ortadoğu’nun manzarası. Siyaset güç ve denge işidir. Gerçeklerin dayattıklarını değerlendirerek liderler etkili olabilir. Şimdi Türkiye’de yeni gerçekler tarif edildi. Cumhurbaşkanı da dahil herkes yeni siyasi realite içinde kendilerine şekil verecek, vermek durumundadır. Bu yaşanarak çıkacak. Geçmiş deneyden dolayı herkesin bundan şikâyetçi olması çok doğal. Ama yeni ilişkinin kurulacak koalisyona bağlı olduğunu görüyorum ben. AKP’nin içinde olduğu bir koalisyon modeli ortaya çıksa da yine de eskisi gibi olamaz.
- MHP lideri HDP ile koalisyon ihtimalini çok zora sokan bir tavır içinde. Bu da CHP’nin HDP destekli bir MHP hükümeti kurmasını imkânsız kılıyor. Öte yandan HDP ‘Kesinlikle AKP ile olmaz’ diyor. Bazı liderlerin bu kadar kırmızı çizgi koyduğu bir ortamda sizin tercihiniz nedir? AKP-CHP büyük koalisyonu sizce nasıl bir formül?
Bakın, ben koalisyonun önündeki güçlükleri anlatıyorum. Bir hüküm var cebimde çıkarayım, formül odur diye bir şey yok. AKP bir koalisyon ortağı olacaksa, geçmişiyle hesaplaşmak durumundadır. Bagajlarıyla hesaplaşmak durumundadır. Buraya girmeden dayatma içinde olursa koalisyonu oluşturmak çok güç olur. Ben AKP içinde pek çok milletvekilinin de böyle bir tazelenme ve siyasi hayatta yeni bir etkinlik arayışı içine girme gereğini düşünebileceğini sanıyorum. Somut bilgiye dayanarak söylemiyorum ama vardır, olmaması mümkün değil. Bütün AKP’lilerin şu anda partilerine fatura edilen yolsuzlukların ve daha konuşulmamış olan benzer olayların üstünün örtülmesini arzu ettiğine inanmamız mı gerekiyor? Dış politikada rahatsız olan yok mudur? Kendileri bile konuşuyordu; ‘Şunun yüzünden yaptık, bunun yüzünden yaptık’ diye birilerini eleştiriyorlardı. Şimdi bugün bunları yüksek sesle söylemelerini beklemeden ama olacağını mümkün görerek bir ilişki kurulabilir. Değişim böyle olur, çıkış böyle olur. Geçmişi taşıyamazsın kardeşim. Millet geçmiş bitirdi, hükmünü verdi. Şimdi ona uygun olarak, tazelenerek yürüyeceksin.
- Başbakan Davutoğlu diyor ki ‘AK Parti’siz formül söz konusu olamaz’.
Hangi AKP? Türkiye’yi bu noktaya getiren AKP ile de olmaz. O konudaki ısrar Türkiye’nin erken seçime gitmesi demektir. Şimdi AKP’nin kendisini yeniden yorumlamasına ihtiyaç var. Geçmişini aşarak, inandırıcı bir arayış sunmalıdır.
- Peki siz Cumhurbaşkanı ile görüşmenizde şöyle bir tavır hissettiniz mi: ‘Koalisyon kurma görevini AK Parti’ye veririm, 45 günde yapamıyorsa CHP’yi denemem bile.’
Yok yok öyle bir şey yok. Ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın öyle bir şey düşündüğü kanısında değilim.
- Yolsuzluk iddiaları koalisyonu engeller mi?
Yolsuzluk konusu bir siyasi değerlendirme konusu değildir. Yolsuzlukla ilgili soruşturmalarda ne parti gruplarının ne hükümetin ne siyasi parti yönetimlerinin milletvekillerine yönlendirici bir değerlendirme yapma hakkı yoktur. Birileri hakkında yolsuzluk önergesi verilebilir ama bunu bir siyasi parti olarak yapmak doğru değil. Her milletvekili vicdanıyla baş başa, kendi takdiriyle bu doğrultuda harekete geçebilir. Herhangi bir koalisyon protokolünde yolsuzlukla mücadeleyle ilgili tek kelime olmasa bile somut bir yolsuzluk iddiasıyla ilgili verilecek bir önergenin engellenmesi söz konusu olamaz. Bugün parlamentonun yapısı buna müsait.
- Bunu biraz açıp netleştirelim. Siz kendinizinki de dahil diğer partilerin yolsuzluk iddialarının araştırılması meselesini koalisyon protokolüne yazdırmakta ısrarcı olmasına gerek olmadığını düşünüyorsunuz. Koalisyonu tıkamaya gerek yok, sonra önerge verilir. Doğru mu?
Evet aynen. Bu hukuken mümkündür. Bunu zaten koalisyon protokolüne koyamazsın, Anayasa izin vermiyor.
- 17-25 Aralık dosyaları yine bu şekilde yeniden açılabilir mi Meclis’te?
Ha onları da yeniden açma imkânı var. Ama yeniden açılıp açılmayacağını siyaseten karara bağlamak mümkün değil, Anayasa’ya aykırı. Falan mahkeme şu kararı alsın denir mi? Meclis bu süreçte mahkeme gibi çalışıyor.
- Yolsuzlukların protokole konmasında ısrar edilmemesi konusunu Genel Başkanınızla istişare ettiniz mi?
Olay bu. Bunu Genel Başkan’ın da bildiğine eminim. Bu bir anayasal gerçek. Protokol derse ‘Yolsuzluklarla mücadele edeceğiz’, bu gelecek yolsuzluklarla mücadele anlamındadır. Ama yapılmış, yaşanmış, somut bir yolsuzlukla ilgili olarak ‘bu konuyu şu karara bağlayacağız’ diye protokole hüküm koyamazsınız.
- ‘Meclis soruşturması süreci yeniden başlatılacak’ gibi bir ifade konamaz mı?
O da denemez çünkü o da milletvekilinin kararı, siyasi karar değil. O kararı Meclis alacak. Yani o konuda bir önerge verilebilir. Ondan sonra da herkes gereğini yapar. Yapmasın da diyemezsiniz. Eskiden deniyordu ama yeni Türkiye bu şimdi. Burada kimse hükümdar değil artık.
© Tüm hakları saklıdır.