Yeni Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu, IŞİD'in elinde bulunan Musul'a yönelik başlatılan operasyonun ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "Musul bizimdi, tarihe bakın" şeklindeki sözlerini haklı bularak Musul'u Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiğini iddia etti. Bahadıroğlu, "'Musul’u Atatürk vermedi, zaten verilmişti' diyenler, ezberletilmiş çaresizliklerini seslendirmiş oluyorlar. Bal gibi de Atatürk verdi…" diye yazdı.
Erdoğan "Musul'da bildiğimizi okuyacağız" demişti:
Yavuz Bahadıroğlu'nun Yeni Akit gazetesinin bugünkü (25 Ekim 2016) nüshasında yayımlanan 'Bizim Musul’u kim verdi?' başlıklı yazısı şöyle:
“Musul’u Atatürk vermedi, zaten verilmişti” diyenler, ezberletilmiş çaresizliklerini seslendirmiş oluyorlar.
Bal gibi de Atatürk verdi…
Bu konuda imkânsızlıklar ileri sürülebilir. “Gücümüz bu kadarına yetti”denilebilir. Bunları bir yere kadar anlarım.
Ama “vermedi” denmesini anlamam. Gerçekle de ilgisini kuramam.
Biliyorsunuz bu konu Lozan’da muallâkta kaldı, zamana bırakıldı. Dokuz ay içinde İngiltere ile Türkiye arasında görüşmeler yapılacak ve barışçıl bir çözüm bulunacaktı.
Haliç Konferansı (19 Mayıs 1924) da zaten bunun için toplanmıştı.
Fakat yine “İngiliz oyunu”na çarpıldık: Musul’u vermek şöyle dursun, İngiltere, bizden Hakkâri’yi bile istedi. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış”…
Tabii görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Bu kez görüşmeler Ankara’da başladı. Al takke ver külahbir anlaşmaya varıldı.
05 Haziran 1926 tarihinde İngiltere ile karşılıklı imzaladığımız bu antlaşmaya göre; “Türkiye ile Irak arasındaki hudut Cemiyet-i Akvam’ın 29 Ekim 1924 tarihli toplantısında kararlaştırıldığı şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi)” kesinleşti.
O tarihe kadar hukuken “Türk toprağı” sayılan Musul, Irak’a terk edildi.
Misak-i Milli delindi…
Soydaşlarımız ağlaya ağlaya kaderlerine rıza gösterdiler.
Atatürk’ün Adliye Vekili (Adalet Bakanı) “Bozkurt” soyadlı Mahmut Esat, bu yüzden Atatürk’ün “çok sıkıntılı” olduğunu naklediyor:
“Atatürk bir gün, lütfen, bu husustaki fikrimi sormuşlardı. O sırada Musul işi, aleyhimize sonuçlandığı için, rahmetli hayli sıkıntılı idi.
Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: ‘Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!’
Atatürk hafifçe gülümsedi ve başını bir kaç defa eğerek beni taltif etti.”(Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilâli, s.154-155).
Musul ne ki?..
Varsın 05 Haziran 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul terk edilmiş olsun!..
Varsın bugüne kadar çıbanbaşı olarak başımızı ağrıtmaya devam etsin!..
Musul’u kurtaramadık, ama şapkayı kurtardık!
Musul’u verdik, şapkayı aldık!
Yaşasın şapka!
Gelin işi sulandırmayalım…
Musul ve Kerkük Misak-i Milli sınırları içindeydi ve Kemal Paşa, 1923 yılında yaptığı bir konuşmada Misak-i Milli sınırlarını tarif etmişti:
“Bu hudut İskenderun Körfezi’nin güneyinden, Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Carablus Köprüsü’nün güneyinde Fırat Nehri’ne ulaşır. Oradan Deyrizor’a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi içine alır.”
Meğer neymiş? Musul 05 Haziran 1925’e kadar bizimmiş…
Bu tarihte imzalanan Ankara Andlaşması’yla elimizden çıkmış…
Bu tarihte Çankaya Köşkü’nde Sultan Abdülhamid oturmuyor ya, Mustafa Kemal Atatürk oturuyor!
Kim vermiş oluyor, o zaman?
Valla ben vermedim!
Neyse olan oldu. Bazılarının ifadesiyle “geçmişe değil, geleceğe bakalım”…
Hadi bakalım söyleyin: Musul’a müdahale edebilir miyiz?
Bunu anlamak için Ankara Andlaşması’nın 6. Maddesine bakalım…
“Madde 6: Taraflar bir veya birkaç silahlı kişinin sınır mıntıkasında yağmacılık veya eşkıyalık yapmak maksadıyla girişecekleri hazırlıklara, sahip oldukları bütün vasıtalarla karşı koymayı ve bunların sınırdan geçmelerine mani olmayı karşılıklı olarak taahhüd ederler.”
Neymiş? Irak’tan Türkiye’ye teröristler girmeyecek. Irak Devleti bunu durduracak. Durdurmazsa bizzat Türkiye durdurup sınırlarını koruyacak.
BM’nin de bu konuda bir sürü kararı var.
Yani Türkiye’nin Irak’ta bulunması meşru bir hak.